26 Şubat 2011 Cumartesi

İsveç'te Tavşanları Yakıp Biyoyakıt Üretiyorlar

İsveç’te binlerce tavşan vuruluyor, donduruluyor ve biyoyakıt üretiminde kullanılıyor. İsveç’te başıboş, sahipsiz hayvanlarla baş etme yöntemi gibi görünen durumun bir endüstri haline gelmesi korkutuyor. Üstelik “yakıt hammaddesi” tavşanlarla sınırlı değil…

Kimileri sahibi tarafından terk edilmiş, kimileri vahşi hayattaki binlerce tavşanın vurulup, derin donduruculara konularak İsveç’te bir ısıtma ünitesinde yakıldığı ortaya çıktı. Stockholm’de bu şekilde profesyonel avcılık yapan Tommy Tuvunger, Alman dergisi Spiegel’e, şehir yönetimi için bu şekilde avcılık yaptığını ve kontrol edilemeyen tavşan sayısının bu şekilde 6000′den 3000′e indiğini belirtti. Tavşanların avlandıktan sonra donduruculara konulduğunu ve belli bir sayıya ulaşılınca ilgili nakliyecinin gelip aldığını ekledi. Tuvunger hayvan ölülerinden yakıt imâlini normal bulduğunu da belirtti. Nakliyecinin sadece tavşan değil, kedi, geyik, at ve inek de aldığını ekledi. Medya raporları, dondurulmuş tavşanların Karlskoga’da hayvanların biyoyakıta dönüştüğü bir ısıtma merkezine görütüldüklerini ve evlerin bu şekilde ısıtıldığını söylüyor. Bu merkezdeki sözcü yorum yapmaktan çekindi. Merkezin tedarikçisi, hayvanlardan biyoyakıtı üreten bir firma olan Konvex’e de yorum için ulaşılamadı.

Konvex, Daka Biodiesel adlı Danimarkalı bir gruba bağlı. Grubun web sitesinde biyodizel ve biyoyakıtın “mezbahalar ve temel tarımdan” gelen hayvanların yağından üretildiği ve pazarlandığı belirtiliyor.

İsveç’teki Vahşi Tavşanları Koruma Derneği ise tavşanlarla mücadelenin onları öldürmeden de yapılabileceğini belirtirken, tavşanların bir endüstriyi besleme tehlikesine işaret ediyor.

Biyoyakıt nedir?

Biyodizel hayvan ve bitki yağlarının alkol ile reaksiyonu sonucu ortaya çıkan yağ asidi metil esterlerinden (YAME) oluşuyor. Alkol olarak metanol, bazen de etanol kullanılıyor. Biyoyakıtların bitkisel kaynakları odun (çeşitli ağaçlar), yağlı tohum bitkileri (kolza, ayçiçek, soya v.b), karbohidrat bitkileri (patates, buğday, mısır, pancar, enginar, v.b.), elyaf bitkileri (keten, kenaf, kenevir, sorgum, miskantus, v.b.), protein bitkileri (bezelye, fasulye, buğday v.b.), bitkisel artıklar (dal, sap, saman, kök, kabuk, v.b.) kullanılıyor. Hayvansal kaynaklar ise literatürde “hayvansal atıklar” olarak geçiyor.

Petrolden elde edilen yakıtın hava kirliliği açısından en önemli olumluluğu karbondioksit yayılımını yüzde 75 düzeyinde azaltması. Biyodizelin bu şekilde küresel ısınmaya yol açan sera etkisindenki ana bileşen olan karbondiyoksitin azaltılacağı düşünülüyor. Ancak biyodizelin teşvik edilmesinin arkasındaki esas nedenin petrol fiyatlarındaki artışlarla ilgili olarak, “enerji güvenliği” ihtiyacının da olduğu düşünülüyor.

AB 2010 itibariyle yakıt kullanımın yüzde 5.75′inin biyodizel olmasını hedefledi. 2020 için ise hedef yüzde 10. ABD’de biyodizel üretimi 2000 yılında 2 milyon galonken 2005′de 75 milyon galon ve 2008′de 700 milyon galon oldu.

Besinler insanları değil araçları doyuruyor

Biyoyakıtların gıda fiyatlarını yükselttiği, son yıllardaki kuraklıkla birlikte gıda arzını azalttığı iddiası oldukça sık dillendiriliyor. Sözgelimi AB’nin biyodizel ihtiyacı için az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerin toprakları ayrılıyor. Buradaki çiftçilere daha fazla destek verildiği için bu ülkeler kendilerini besleyecek yerel ürünler yerine AB’nin biyoyakıtı için ürün yetiştiriyorlar. Halihazırda Danimarka’dan daha büyük bir alan bu şekilde biyoyakıt hammadesi üretimine ayrılmış durumda.

Castro’dan uyarı

Fidel Castro, 2007 yılında Bush’un biyodizel kullanan arabaların teşvik edilmesi ve biyodizel üretiminin arttırılması konusunda otomotiv baronlarıyla yaptığı konuşmadan hemen sonra yaptığı konuşmada sorunun enerjinin maliyetini indirmek değil, yiyeceklerin enerjiye çevrilmesi olduğunu belirtmişti. Dünyada 3 milyar insanın açlık ve susuzluktan erken öldüğünü belirten Castro, sözgelimi mısırdan biyodizel üretimi endüstri haline geldiğinden dünyada milyonlarca aç insanın artık mısır yiyemeyeceğini belirtmişti. Hatta mısır ekiminin teşvik edildiği durumda birçok ülkede ağaç kalmayacağını ve iklim değişimleri yaşanacağını öngörmüştü. Castro, enerjinin maliyetini düşürmenin yanında tüketiminin azaltmanın yollarının da düşünülmesini önermişti.

İş hayvan katliamına dönüşebilir

İsveç’te tavşanların yakıt üretimi için kullanılması ise, bu sektörün hammaddesi haline gelen hayvan soyunun tükenmesi tehlikesini akla getiriyor. Söz konusu şirket, sadece tavşanlardan biyoyakıt üretmiyor. Şirket için hayvan toplayan taşeron, kedi, geyik, at ve inek gibi hayvanları da topluyor. Dünyanın doğal kaynakları en fazla tüketen sektörlerinden olan yakıt üretiminin, hayvanları öldürüp yakıta çevirmekte sınırının ne olacağı henüz tam olarak bilinmiyor.

Kaynak: Karasaban

Çanakkale Çevre Platformu: Kaz Dağları'nda Yaşam Bitecek

Çanakkale Çevre Platformu Dönem Sözcüsü Hicri Nalbant,altın madeni arama çalışmaları dolayısıyla yeryüzü cenneti olarak da adlandırılan Kaz Dağları'nda ''yaşamın bitirileceğini'' savundu.


Çanakkale Çevre Platformu ile bazı dernek ve kuruluşlara üye yaklaşık 200 kişilik grup, Kaz Dağları'ndaki altın arama çalışmalarını protesto etmek için Cumhuriyet Meydanı'nda toplandı. Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan'ın da destek verdiği grup, çeşitli pankart ve afişler açtı. Nalbant, burada yaptığı açıklamada, ''Türkiye'nin yüzde 50'den fazlasının, maden aramaları, özellikle altın ve gümüş gerekçe gösterilerek, küresel sermaye tarafından, onur kırıcı ruhsat bedelleri karşılığında ipotek altına alındığını'' öne sürdü.

Bu bölgelerden birinin de Kaz Dağları olduğunu ifade eden Nalbant, Kaz Dağları'nı geçmişten devralınan, titizlikle korunarak, gelecek kuşaklara devredilmesi gereken değerli bir miras olduğunu söyledi. Kaz Dağları'nda altın aramak için 13 işletme, 13 arama ve işletme, 8 de arama olmak üzere toplam 34 ruhsat verildiğini belirten Nalbant, şunları kaydetti:

''Kaz Dağları'nın hemen tamamında cehennem çukurları açacaklar, milyonlarca ton kayacı öğütecekler, yüz binlerce ton siyanür kullanarak, siyanürle kirletilmiş milyonlarca ton zehirli atıkla bizi baş başa bırakacaklar, bölgedeki tarımsal üretimin değerini ve miktarını düşürecekler, insan başta olmak üzere tüm canlıların amansız hastalıklara yakalanmalarına sebep olacaklardır. Başka bir deyişle yeryüzü cenneti olarak da adlandırılan bu bölgede yaşamı bitireceklerdir. Bölgede yaşayan, buradan hava soluyan, su içen, beslenen yurttaşlar olarak bu duruma sessiz kalmayacağız.''

Siyanürle altın madenciliğinde 1 ton kayaç için 3 ton su kullanıldığını ifade eden Nalbant, ''Bir başka deyişle 3 gram altın için 3 ton su, kirletilerek geri dönüşü olmayacak bir şekilde yok edilecektir. Buradan Kaz Dağları'nda milyarlarca ton suyun maden çıkarmada yok edileceği açıktır. Gerçekler bu iken çok uluslu altın tekellerine sularımızı kirletip yok etsinler diye su tahsis etmek gibi bir lüksümüz olamaz'' dedi.

Daha sonra, Çanakkale Halk Evi Tiyatro Atölyesi, skeçle altın arama çalışmalarını protesto etti.


Kaynak: AA

24 Şubat 2011 Perşembe

Artvinliler Doğalarına Sahip Çıktı

Artvin Çevre Platformu (ARÇEP) üye ve yöneticileri, Artvin’de yapılmak istenen Hidro Elektrik Santrali (HES)’lerle doğanın katledileceğini belirterek, “Derelerimiz özgür akacak” dediler.

Geçtiğimiz cumartesi günü Kızılay eski Gima önünde toplanan ARÇEP üyeleri, Artvinliler, “Derelerimiz özgür akacak” pankartı açtı, “Dereler özgürdür, özgür akacak”, “Hükümet şaşırma, sabrımızı taşırma” sloganları attılar, sağanak yağmur altında halay çekti, horon teptiler. Buradan sloganlarla Yüksel Caddesi’ne yürüyen Artvinliler, Artvin’de HES’lere izin vermeyeceklerini ifade ettiler.


DOĞA MÜDAHALE KABUL ETMEZ


Platform adına konuşan Tekin Üstündağ, nehirlerin doğanın kılcal damarları, nehirlerin de ana damarları olduğunu belirterek, “Göller ve denizler doğamızın kalbi, dağlar ve ormanlar ise akciğerleridir” dedi. “Canlı ve cansız sistemin en başındaki su, canın başlangıç yeri olan su, hayatı içinde taşıyan ve barındıran su, yüz binlerce yıldır kullanım hakkını canlı ve cansız yaşamın kendisine vermiştir” diye konuşan Üstündağ, suyun bunun dışındaki en küçük bir müdahaleyi kabul etmeyeceğini, dağların da böyle olduğunu söyledi.


En yüce değer olarak parayı gören kapitalist sistemin, yaşamı yok etme pahasına sulara saldırdığını, dağları, ormanları parsellediğini belirten Üstündağ, ülkemizin dört bir yanında olduğu gibi yurdumuzun en bakir bölgelerinden biri olan ve “yağmur ormanları” diye adlandırılan doğal varlığı bünyesinde taşıyan Karadeniz ve onun bir parçası olan Artvin’de kâr uğruna satılmadık derenin, parsellenmemiş dağın kalmadığını ifade etti.


SORUMLULAR BAKANLAR, BAŞBAKAN


Üstündağ, “Dereler ve dağlar üzerindeki bu soykırımın, soygunun başında ne yazık ki bu ülkenin karıncasına, kuşuna, ağacına sahip çıkması gereken Çevre ve Orman Bakanlığı var. Ona bağlı DSİ Genel Müdürlüğü var. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı var. Başbakanlık var” dedi.


Yaşı milyon yıla varan Çoruh Nehri’ne, Çoruh’u yok edecek şekilde 8 büyük baraj, kollarına 25’e yakın küçük baraj yapımı yetmezmiş gibi şimdi de; dağlara, ormanlara, yaylalara, köylere, doğal yaşamı ayakta tutan kılcal damarlar olan derelere göz dikildiğini kaydeden Üstündağ, 200’e yakın HES projesiyle Artvin doğasının, Artvin insanının karşısına dikildiklerini söyledi.


SERMAYE İÇİN HAK-HUKUK TANIMIYORLAR


Yaban hayatı koruma alanlarına, milli parklara ve doğal SİT alanlarına saldırdıklarını da belirten Üstündağ, “Yine Artvin coğrafyasının yüzde 85’i, maden arama ve maden işletme ruhsatlarıyla çok uluslu şirketlerin ve yerli iş birlikçilerinin yağmasına açılmıştır. Geçmişte Cerrattepe’yi maden tröstlerine vermedik. Yaşam hakkımızı elimizden almaya kalkanlar, bilmiyorlar mı ki Artvinliler bu tür saldırılara dün olduğu gibi bugün de boyun eğmeyeceklerdir” dedi.


ARTVİNLİLER İZİN VERMEYECEK


Artvinliler olarak iktidara seslenen Üstündağ, “Kurutmaya, peşkeş çekmeye çalıştığınız dereler sizi boğabilir, üzerinde at oynatmaya çalıştığınız dağlar üzerinize yıkılabilir. Artvinliler affetse bile doğa affetmez. Doğamızdan elinizi çekin” dedi.


Kaynak: Evrensel


23 Şubat 2011 Çarşamba

Viranşehir'de Komün Kuruluyor

Örneklerine özellikle Güney Amerika'da sıklıkla rastlanan komün yerleşimlerin Türkiye'de ilk örneği Viranşehir'de uygulanmaya başlanıyor. Metin Yeğin öncülüğünde yürütülen projenin temelleri bu hafta atılıyor.

Daha önceden seyyah kimliğinin yanı sıra hukukçu, yönetmen, gazeteci ve yazar olarak tanıdığımız Metin Yeğin, bugünlerde Şanlıurfa'ya bağlı Viranşehir'de demokratik ekolojik toplum konsepti çerçevesinde komün yerleşim projesini yürütüyor.

Bu hafta temellerin atılması ve ortak alanların ekimiyle başlayacak olan projenin 1 Mayıs 2011'de açılışı yapılacak.


Çocuklar Araba İstemiyor

Örgütlenen 70 evsiz aileyi kapsayan proje, ailelerin 6 yaşından büyük tüm bireylerinin ortak çalışması ile bu hafta başlayacak. Kooperatif olarak işleyecek sistemde çekirdek örgütlenme modeli esas alınmış.

Her çekirdeğin 1 erkek koordinatörünün yanı sıra kadınların erkeklerden bağımsız 10 koordinatörü ve 6 yaşından büyük çocukların da 4 ayrı koordinatörü var.

Taş atan, sisteme muhalefet geliştiren çocukların kendi evlerinin, kendi mahallelerinin nasıl olması gerektiği konusunda fikir sahibi olması gerektiğini söyleyen Metin Yeğin, çocukların büyüklerin dünyasının bir parçası olmasındansa, yaşanan hayatta söz sahibi olabilmelerini hedeflemiş.

Çocukların aldırdıkları ilk karar da kente araba girişinin engellenmesi olmuş. Yeğin, çocukların arabalara ayrılacak alanlardan kendilerinin yararlanmak istediğini ve bu haklı talepleri karşısında da komün kente araçların girmeyeceğini söylüyor.

Kadınlar Hayatın İçine

Kadınlar, gerek toplumsal yapı gerekse de üstlendikleri sorumluluklar açısından en ağır yükü taşıyanlar. Kent yaşamında her zaman arka plana atılan kadınlar Viranşehir komününde önemli oranda söz sahibi olabilecekler.

10 kadın koordinatör liderliğinde örgütlenen kadınlar, düzenledikleri toplantılarda evlerin mimarilerinin kendilerine göre düzenlenmesi gerektiğini savunmuşlar. Neticede evlerin mimarisinde mutfağın salonla birleşik olması kararlaştırılmış.

Günün en az 4-5 saatini mutfakta geçiren kadınlar, bu yöntem sayesinde mutfakta çalışırken hem çocuklarından ayrı kalmayacaklarını hem de hayattan izole olmayacaklarını düşünüyorlar.


Ekolojik Tarım

Metin Yeğin, 4 kişilik bir ailenin 30 metrekarelik bir alanda yapacağı tarımla yaz-kış tüm sebze ihtiyacını karşılayabileceğini söylüyor. İlk etapta ekolojik tarım için her aileye 10-15 metrekare alan düşeceğini söyleyen Yeğin, böylece asgari sebze tüketimini herkesin ekolojik tarım ile karşılayabileceğini ifade ediyor.

Gıda ihtiyacından sonraki hedef ise kendi ilaçlarını kendilerinin üretmesi. Bunu da ekolojik tarım yoluyla yapacaklarını söyleyen Yeğin, ilaç olarak kullanılan şifalı bitkileri yetiştirerek insanların mümkün olduğunca eczaneden ilaç satın almasındansa, kendi dertlerine kendilerinin derman olmasını hedefliyor.


Sıcağa Karşı Rüzgar Tünelleri

Viranşehir'in en büyük dertlerinden biri sıcak. Bu soruna karşı evlerin aralarında dar sokaklar oluşturulması hedeflenmiş. Sokakların dar olmasındaki amaç rüzgar koridorları oluşturmak.

Koridorların başına ve sonuna yapılacak küçük su havuzları sayesinde klima kullanmadan doğal bir serinlik yaratmak hedefleniyor.


5 Bin Yıllık Gelenekle Dünya Tecrübelerinin Karışımı

Kerpiç evlerin bölge iklimine en uygun evler olduğunu savunan Yeğin, kerpicin ortamın nemini dengelediğini, kışın sıcak yazın serin tuttuğunu söylüyor.

Bölgenin 5 bin yıllık yaşam kültürü olan kerpiç evlerle kendisinin dünyanın çeşitli yerlerinde uygulanan komün yaşam modellerinden öğrendiklerinin uyarlaması sonucu projeyi geliştirdiklerini söyleyen Metin Yeğin, "TOKİ'nin 'F Tipi' izolasyon evlerine karşı 'türkü söylemek' için evler inşa edeceğiz" diyor.


Parasız Nasıl Olacak?

Kerpiç evlerin toprak ve samanla yapıldığını söyleyen Yeğin, mahalle meclisi toplantısında 1500 liraya bir hızar alınmasını kararlaştırdıklarını, böylece evlerin kapı ve pencerelerini çok düşük maliyete yapabileceklerini söylüyor.

Viranşehir Belediyesi'nin de kendi görevini yapacağını, elektrik, su ve altyapı konularında kendilerine destek vereceğini söyleyen Yeğin, onun dışında ne Avrupa Birliği'nden ne de herhangi bir sivil toplum kuruluşundan destek almadıklarını, herkesin ortak çalışması ve dayanışması ile bu projeyi tamamlayacaklarını sözlerine ekliyor.

Kaynak: bianet


Allianoi Sulara Gömüldü

2 bin yıllık tarihe sahip İzmir’in Bergama İlçesi’ndeki Allianoi Antik kenti, Yortanlı Barajı’nın kapaklarının kapanmasıyla suya gömüldü.


İçerisinden "Peri Kızı" gibi yüzlerce tarihi eserin gün yüzüne çıkarıldığı, "sağlık merkezi" olarak bilinen Allianoi Antik Kenti, yakınındaki Yortanlı Baraj Gölü Havzası içinde kaldığı için İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’nun kararıyla kumla kapatıldı.

Kamuoyunda büyük tartışma yaratan ve mahkemelik olan kararla ilgili hukuki süreç sürerken, antik kent, geçen 31 Aralık’ta baraj kapaklarının kapanmasıyla suya gömülmeye başladı.

Onlarca çeşme, köprü, sütun gibi eser, kum altında kalırken, şu ana kadar üzerinde 18 milyon metreküp suyun da biriktiği bildirildi.

Toplam kapasitesi 61 milyon metreküp olan, antik kentin de içinde bulunduğu baraj havzasındaki ağaçlar da Orman Bölge Müdürlüğü yetkilileri ve köylüler tarafından kesilmeye başlandı.

Baraj suları nedeniyle, sulara gömülen antik kentin tam ortasından geçen İvrindi-Bergama eski karayolu da trafiğe kapandı.

"MÜCADELEMİZİ SÜRDÜRECEĞİZ"


DHA'nın haberine göre; antik kentin mahkeme kararlarına rağmen suya gömülmesine tepki gösterenlerden Avukat Arif Ali Cangı, şunları söyledi:

"Allianoi ile aslında 2005 yılından beri yürütülen hukuksal mücadelede kaybedilen bir dava olmadı. En son koruma kurulunun almış olduğu kuma gömme ve su altına bırakma hakkındaki davalar da şu an olağan süreçte. Mahalde keşif yapıldı. Ancak keşif yapıldığı zaman zaten üzeri kumla örtülmüş vaziyetteydi. Şimdi bilirkişi raporu bekleniyor. Raporun ardından yürütmeyi durdurmayla ilgili bir karar verilecek. Ancak görülüyorki, burada yapılan bir taraftan tarih katliamı yapmak, bir taraftan da hukuksal bir mahkeme kararını katletmektir. Bu aşamadan sonra mahkemelerce verilecek her karar, su üzerine yazılacaktır. Yürütme kararının durdurulmasıyla ilgili karar beklenmeden yapıldığı için bu işlemler, ciddi anlamda bir suçu doğuruyor. Göz göre göre, yöneticilerin vicdansızca icraatları bu duruma getirdi. Biz, suya da gömülse yine de antik kentin tarihi için mücadelemizi sürdüreceğiz."

NELER OLDU?


Bergama’ya yaklaşık 15 kilometre uzaklıkta bulunan, sağlık tanrısı Asklepion’a adanan Allianoi adlı antik tedavi ve sağlık merkezi, 1998 yılındaki kazı çalışmalarında keşfedilmişti.

2001 yılında birinci derece arkeolojik sit alanı olarak kabul edilen Alianoi de yapılan kazı çalışmalarında, ‘Peri Kızı’ adlı ünlü tarihi heykelin yanısıra 11 bin sikke, 400 civarında tıbbi alet, yüzlerce kemik, seramik eser, çeşme, sütun, hamam ve kemerli köprü gün yüzüne çıkarılmıştı.

Dünyanın en iyi korunan kaplıcası olduğu kaydedilen Allianoi’yle ilgili İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu, sulama amaçlı kurulan barajın havzası içinde kaldığı için üzerinin kumla kapatılıp su tutacak hale getirilmesine karar verdi.

Çeşitli çevre örgütlerinin tepkisine neden olan, açıklamalarıyla Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu ile sanatçı Tarkan’ı da karşı karşıya getiren işlem uygulamaya konulurken, koruma kurulunun kararına karşı, yürütmeyi durdurma istemiyle açılan İzmir 4’üncü İdare Mahkemesi’ndeki dava da keşif heyeti geçen ay incelemelerde bulunmuş, raporunu halen açıklamamıştı.

Kaynak: ntvmsnbc

22 Şubat 2011 Salı

Türk Tabipler Birliği: Binlerce Ceset Var

TTB’nin toplu mezar iddiaları için oluşturduğu inceleme heyetinin çalışmaları sonucunda yapılan açıklamada, "Olayın gerçek boyutları çok daha büyüktür" denildi.


Türk Tabipler Birliği(TTB), kamuoyu gündemindeki toplu mezar iddiaları ve açılan toplu mezarlar için bir inceleme heyeti oluşturdu. Bazıları daha önce açılmış, bazıları henüz açılmamış 7 toplu mezarda yapılan incelemeler sonucunda, yol kenarı, çöp ve kırsal alanlarda kimliği belirsiz binlerce cesedin bulunduğu ve gerçeğin görünenden daha ciddi boyutlarda olduğu belirtildi.

TTB’den yapılan yazılı basın açıklamasında, inceleme heyetinin 19-20 Şubat 2011’de bölge tabip odalarının yöneticilerinin de katılımıyla; Bitlis, Muğla, Siirt, Batman, Diyarbakır, Kozluk, Hazro ve Silvan’daki kayıp yakınları, görgü tanıkları, İnsan Hakları Derneği (İHD) yöneticileri, Mezopotamya Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma, Dayanışma ve Kültür Derneği yöneticileriyle görüştüğü belirtildi. Bazıları açılmış, bazıları henüz açılmamış 7 toplu mezarda yapılan incelemelerde, inceleme heyetinin gözlemlerinin, "binlerce kimliği belirsiz cesedin hızla ve toplu şekilde gömüldüğü" yönünde olduğu açıklandı.

Bin 469 kişiye ait kemik, 114 toplu mezarın tespit edildiği bildirilen yazılı açıklamada, açılan 26 toplu mezarda 171 kişinin kemiklerine rastlandığı ve olayın gerçek boyutlarının çok büyük olduğu kaydedildi.

"KANITLAR YOK EDİLİYOR"


Tabipler Birliği’nin yazılı açıklamasına göre, TTB İnceleme Heyeti’nin gözlemlerinden bazıları şunlar: "Toplu mezarların Hakkari’den Tunceli’ye uzanan çok geniş bir coğrafyada olduğu anlaşılmaktadır.

Adli Tıp Kurumu’nun (ATK) Kanun Uygulama Yönetmeliği 10. Maddesi’nde öngörülen, 15 günlük teşhir süresinin uygulanmaması; ailelere cenazelerini teşhis etme ve alma fırsatının verilmemesi, cesetlerin toplu ve hızla gömülmesi, işlenen faili meçhul cinayetler olayın vahim boyutlara ulaşmasına yol açmıştır.

Ailelere yakınlarının cesetlerinin teslim edilmemesi, ‘veda hakkının’ tanınmaması, kronik bir travmaya yol açmakta ve acıları artırmaktadır.

Yakınlarını çatışmalarda ya da faili meçhul cinayetlerde kaybetmiş olan ailelerin çoğunluğu toplu mezarların açılmasını ve cenazelerinin teslim edilmesini istemektedir. Fakat bazı kayıp yakınlarının ve görgü tanıklarının ‘baskı görme korkusuyla’ müracaat etmedikleri bildirilmektedir.

Şimdiye kadar açılan mezarlarda kepçe ve dozer kullanılması, toplu mezar açma ve kimliklendirme tekniklerinin uygulanmaması; gerçeklerin ortaya çıkarılması yerine kanıtların yok edilmesi endişesini doğurmaktadır.

Kimliklendirme, DNA analizi için Adli Tıp Kurumu’na gönderilen dosyaların geçen uzun sürelere karşın sonuçlandırılmaması kayıp yakınlarını endişelendirmekte ve tepkilere neden olmaktadır."


Kaynak: Milliyet

21 Şubat 2011 Pazartesi

4 Firmadan 1'inin Atıklarını Nereye Sakladığı Belirsiz

20 bin firmayı 2006’dan beri takip altına alan Çevre Bakanlığı, hâlâ tehlikeli atıklarını şeffaf bir biçimde ortaya koymayan firmalar için 25 Ocak’ta düğmeye bastı. Söz konusu firmalara kayıt altına girmedikleri için 8 bin 500 lira ceza kesilecek.


Firmalar atıklarını yine kayıt altına aldırmazsa cezalar katlanarak artacak. 1 milyon liraya ulaşacak cezalar bakanlar kurulu kararıyla 10 katına kadar arttırılabilecek. Türkiye tehlikeli atıklar konusunda çok geri bir noktadan daha ileri bir noktaya doğru ama ağır adımlarla ‘ilerliyor’.

20 bin şirket belirlendi

Atıklar konusunda tam bir başıbozukluğun yaşandığı Türkiye’de, 2006’da Tuzla’da kanserojen malzemeyle dolu atık varillerinin bulunmasının ardından ‘Çevre Bilgi Sistemi’ kuruldu. Çevre ve Orman Bakanlığı, TOBB ile Maliye Bakanlığı işbirliğiyle tehlikeli atık üretme potansiyeli olan yaklaşık 20 bin şirketi belirledi.

İlk yıllar hızlıydı

Bu şirketlerden Tehlikeli Atık Beyan Sistemi’ne katılmaları ve işletmelerinde ortaya çıkan tehlikeli atık miktarını kayıt altına aldırmaları istendi.

Sisteme 2006’da 600 firma kaydoldu. 2007’de rakam patladı, 6 bin 500 oldu. 2008’de rakam 11 bin 450’e yükseldi. 2010 itibariyle ise 15 bin 664 adet şirket kayıt altına alındı.


Sisteme kayıt olan şirketler, ‘www.atikyonetimi.gov.tr’de de yayımlanan son envantere göre 629 bin 29 ton tehlikeli atık çıkardıklarını beyan etti.

Bildirilen atıklar il çevre müdürlükleri tarafından kalem kalem izlendi. Buna göre yüzde 69’u (431 bin 581 ton) geri kazanıldı. 139 bin 228 tonu tesiste kontrol altına alındı. 35 bin 63 tonu bertaraf edildi. 21 bin 288 tonu stoklandı. 2 bin 773 tonu da ihraç edildi. Ancak Çevre Bilgi Sistemi’nde adı olan şirketlerden yaklaşık yüzde 25’i (4 bin 472 şirket) geçen süre içinde Tehlikeli Atık Beyan Sistemi’ne kayıt olmadı. Tehlikeli atık üretmesi muhtemel şirketlerin yüzde 25’inin bu atıklarını ne yaptığı ‘meçhul’ kaldı.

Ceza yağmuru başlıyor

Çevre Bakanlığı bunun üzerine 25 Ocak’ta il çevre müdürlüklerine talimat göndererek bu şirketlere ‘bilgi vermedikleri için’ 2872 sayılı Çevre Kanunu’na göre ceza kesilmesini istedi. Cezanın bedeli 8 bin 544 lira. Firma yine beyanda bulunmazsa ceza katlanarak artacak. Bu aşamada tesislerde denetimlerin de devreye girmesi öngörülüyor. Tesiste ortaya tehlikeli atık çıktığı belirlenirse bu kez Çevre Kanunu’nun 20. maddesine göre işlem yapılacak. 100 bin liradan 1 milyon liraya kadar yükselen cezalar, bakanlar kurulu kararıyla 10 katına kadar arttırılabilecek. Kapanan ya da 2009 da kriz nedeniyle ‘çalışmadım’ diyen şirketler, bunu belgeledikleri takdirde ceza almayacak. Ancak yine de 2010 verileri için sisteme girmek zorunda olacaklar.


Türkiye’nin tehlikeli atıklarla başa çıkma kapasitesi yetersiz

2011 itibariyle 4 firma tehlikeli atıkları yakarak bertaraf ediyor. Yıllık kapasiteleri 89 bin 950 ton.

En büyüğü Kocaeli’ndeki İZAYDAŞ’ın yılda 35 bin tonluk kapasitesi yüzde 50 arttırıldı.

29 çimento tesisine atıkları ek yakıt olarak kullanma yetkisi verildi.

Tehlikeli atıkları düzenli olarak depolayan tesis sayısı 4.

22 firma atık yağların yeniden kazanılması için çalışıyor.

Türkiye’de tehlikeli atıkların geri kazanımı ve bertarafı konusunda toplam 209 firma çalışıyor. Toplam kapasiteleri yılda 4 milyon 402 bin 34 ton.

Serkan OCAK
Kaynak: Radikal

17 Şubat 2011 Perşembe

Zevk için öldürüyorlar



Tunceli'de 15 gün önce Marçik Bölgesi'nde kaçak avcılık yapanların ateşle silahla vurup öldürdükleri bir vaşak bulundu. Jandarma, vaşağı vurulmasıyla ilgili araştırmasını sürdürürken, bu sabah saatlerinde Cumhuriyet Mahallesi Çığ Mevkii'nde vatandaşlar öldürülmüş bir vaşak görünce durumu Çevre ve Orman Müdürlüğü'ne bildirdi. Ekiplerin yaptığı incelemede vaşağın yetişkin bir dişi olduğu ve kaçak avlananlar tarafından ateşli silahla vurularak öldürüldüğü belirlendi.


Dünyada nesil tükenen hayvanların ilk sıralarında yeralan vaşakların Türkiye'deki büyük bölümünün Tunceli'nin Munzur ve Pülümür Vadisi ile Munzur Dağları eteklerinde yaşadıkları sık sık köylüler tarafından görüldüğü belirtildi.


Tunceli Çevre ve Orman Müdürlüğü Çevre Koruma Memuru Hasan Boy, son 15 günde 2 vaşağın kaçak avcıları tarafından öldürülmesinin kendilerini üzdüğünü söyledi. Vaşakların neslinin tükendiğini ve insanların bilinçsiz avcılık yaparak bu hayvanları katlettiklerini belirten Boy, "Bazı vatandaşlarımız bunların nesillerinin tükenmek üzere olduğunu bile bilmiyor. Yani tamamen bilinçsiz bir avlanma sonucu katlediliyorlar. Bazı vatandaşlarımızda gizli bir şekilde silah alarak maganda misali araziye çıkarak önüne hangi hayvan gelirse ateş ederek öldürüyor. Bu çok kötü bir avlanma şekli. Son yıllarda yaptığımız sıkı çalışma ve denetimler sonucu birçok kaçak avcıyı yakaladık ve cezalandırdık. Tunceli'de kaç vaşak yaşadığı konusunda elimizde net bilgiler yok. Çünkü bu hayvanların envanterini çıkarmak çok zor. Vaşaklar gece avlanan gündüz gizlenen bir hayvan türü tespiti çok zor. Ancak tesedüfen görülüyor.


Köylüler ve vatandaşların verdiği bilgilerde bölgemizde çoklukla görüldüğü yönünde. Kaçak avcıları yakalamak ve haklarında gerekli yasal işlemleri yapmak için her türlü çalışmayı başlatmış durumdayız" dedi.


Munzur Doğa Aktivistleri üyesi Haydar Çetinkaya, iki vaşağın öldürülmesinin yüreklerini yaktığını söyledi. Kendilerinin yaban hayvanı avlanmaması için büyük bir kampanya başlattıklarını belirten Çetirkaya, "Özellikle dağ keçileri ve vaşakların katledilmesini önlemek için çabalarımız her gün artıyor. Biz doğa severler ve Dersimliler her canlının yaşam hakkının kutsal olduğuna inanıyoruz. Hele vaşak gibi dünyada nesli tükenmek üzere olan bu nadide hayvanların avlanmasını önlemek içinde özel bir çalışma yürütüyoruz. Herkese çağrı yapıyoruz lütfen vaşakları avlayan bu kaçak avcıları biliyorlarsa gerekli yerlere bildirsinler. İlimizin yaban hayatının en güzel hayvanlarından biri olan ve nesli tükenmekle karşı karşıya olan vaşakları öldürmek akıl işi değil. Bu hayvanları katledenler kesinlikle avcı değil, doğa katilleridir. Bu avcıların yakalanması için bütün kurumların harekete geçmesini ve kaçak avlanmalar tamamen önlenmeli. Ayrıca Tunceli bölgesinde avcılığın tamamen yasaklanmasını istiyoruz" dedi.


Kaynak: Milliyet

16 Şubat 2011 Çarşamba

Avusturyalı yargıç: Burası Türkiye ve Sudan değil

Geçtiğimiz yıl Avusturya’da tutuklanan 13 hayvan hakları savunucusunun davası ülkede günün konusu oldu. Davaya ilişkin konuşan yargıç Herrnhofer’ın “Türkiye ve Sudan'da değiliz, burada davalar insan hakları ölçülerine göre yürütülüyor” sözleri tartışmalara yol açtı. İnsan hakları kuruluşları ise “Türkiye’deki ihlaller, Avusturya’nın suçlarını örtbas etmez” şeklinde tepki gösteriyorlar.

Şubat 2010’da Avusturya’nın değişik kentlerinde polis, düzenlediği eş zamanlı baskınlarda hayvan hakları örgütlerine üye 13 aktivisti gözaltına almıştı. Ülkedeki muhalefet ile sivil toplum örgütlerinin tüm baskılarına rağmen hayvan severler hala tutuklu yargılanıyorlar. Dava dosyasında hiçbir kanıt bulunmadığını öne süren insan hakları kuruluşları son olarak 22 dilde “Shame on Austria” (Utan Avusturya) adlı bir internet sitesi açarak, birçok ülkede protesto gösterileri düzenleniyor.

Ancak Avusturya Yargıçlar Birliği 2. Başkanı Manfred Herrnhofer'in sözleri insan hakları kuruluşlarını daha da kızdırdı. Der Standard gazetesinin dünkü sayısında aktivistlerin davasına ilişkin konuşan Herrnhofer "Ne Türkiye'de, ne de Sudan’da yaşıyoruz, Avusturya'dayız. Ülkemizde davalar insan hakları ölüçülerine göre yürütülür” demecini verdi.

‘SUÇLARINIZI TÜRKİYE İLE ÖRTBAS ETMEYİN’

Yargıca protesto mektubu gönderen Yeryüzüne Özgürlük Derneği, “Avusturya'daki ihlaller, Türkiye ya da dünyanın başka ülkelerdeki insan hakları ihlalleriyle örtbas edilmez. Böylesine talihsiz bir açıklama ülkenizin gerçekliğinden uzaklaşmak anlamına geliyor” tepkisini gösterdi.

Aktivistlerin hukuk dışı uygulamalar maruz kaldığını dikkat çekilen derneğin mektubunda “Sırf hükümeti eleştirdikleri için yargılamak ve başka ülkelerdeki ihlallerden söz etmektense işleyen bir demokrasinin gereği olarak düşünce özgürlüğünü yerine getirmek gerekiyor” görüşü yer aldı. Türkiye’den bile davaya tepki geldiğine dikkat çeken dernek temsilcileri, cezaevindeki aktivistlerin bir aydır açlık grevine başladığına dikkat çekiyorlar.

“Utan Avusturya” kampanyasının yürüten Yeryüzüne Özgürlük Derneği, polisin aktivistlerin kafasına silah doğrultarak “terörist muamelesi” yaptığına dikkat çekilerek birçok uluslararası sözleşmeyi ihlal ettiğine dikkat çekti. Davada savcı ve polisin yeterli kanıt bulmadığına belirtilerek “Avusturya bu ayıba hemen son vermelidir” çağrısı yapıldı.

‘MUZ CUMHURİYETİNE HOŞ GELDİNİZ’

“Utan Avusturya” sitesinin öncülüğünde ise bu haftadan itibaren davanın görüldüğü her gün dünyanın değişik bir ülkesinde protesto eylemi düzenlenecek. Eylemcilerin en çarpıcı gösterisi ise geçtiğimiz Kasım ayında Çek sınırını kapatarak “Muz cumhuriyeti; Avusturya’ya hoş geldiğiniz” protestosuydu.

Haklarında 5 yıla kadar hapis cezası istenen hayvan hakları savunucuların davası ise Avusturya’daki ilginç bir yasaya dayanıyor. 278a sayılı yasa “Ekonomi ve politikada baskı yapmak ve etkinlikler düzenleyen 10 kişilik bir grup, mafyavari bir örgütlenmenin üyeleridir” görüşüne yer veriyor. Söz konusu yasa gerekçe yapılarak son yıllarda hayvan hakları savunucusu birçok dernek ve 150’den fazla göstericiye “mafya kurmak” suçundan dava açıldı.

Kaynak: ANF NEWS AGENCY

15 Şubat 2011 Salı

Mahkeme Kararları 'Suya Yazıldı'



Dünyanın ayakta kalmış 2000 yıllık tek sağlık yurdu, Allianoi antik Yortanlı Barajının suları altında. Allianoi ile ilgili açılan ve sonuçlanan bütün davalarda mahkemenin “antik kent korunsun, baraj su tutmasın” demesine rağmen alınan kararlar antik kenti koruyamadı. Arif Ali Cangı mahkemenin verdiği kararları suya yazılan kararlar olarak yorumladı.


Dünyanın bugüne kadar sağlam olarak ayakta kalabilmiş 2000 yıllık tek sağlık yurdu, Allianoi antik Yortanlı Barajının suları altında. Allianoi ile ilgili açılan ve sonuçlanan bütün davalarda mahkemenin “antik kent korunsun, baraj su tutmasın” demesine rağmen bu kararlar antik kenti koruyamadı.

Allianoi ile ilgili açılan davaları yürüten Arif Ali Cangı, mahkemelerin verdiği bu kararların gelinen noktada artık “suya yazılan kararlar” olarak nitelendirilebileceğini söyledi.

Son olarak geçtiğimiz günlerde gelen 25.09.2009 tarihli kararın iptali ile ilgili mahkeme kararını gösteren Cangı, EGEÇEP, Tarih Vakfı, Çağdaş Hukukçular Derneği gibi kurumlar ve bireysel katılımlarla açılan davanın, antik kentin “mille örtülerek korunması”na karar veren Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’nun İlke Kararı ile ilgili olduğunu aktardı. İzmir 4. İdare Mahkemesi, daha önce Danıştay tarafından yürütmesi durdurulan eski ilke kararında olduğu gibi, sonradan alınan yeni ilke kararının da Allianoi’yi korumayacağına hükmettiğini kaydetti.

Danıştay’da çok yakında sonuçlanmasını bekledikleri bir başka davaya daha dikkat çeken Cangı şunları söyledi; “Bu dava Allianoi’yi yok edecek Yortanlı Barajı’nın yer seçiminin hukuka uygun olup olmadığının tartışıldığı dava. Baraj projesinde değişiklik yapılması ya da aks yerinin değiştirilmesi istemi DSİ’ce reddedilince açılan davada Danıştay’ın; “…1. derece arkeolojik sit alanı olarak tecilli olan Allianoi’nin korunması konusunda yetkili organ tarafından alınmış bir karar olmadığı…” belirtilmişti. Dava dosyası karar düzeltme incelemesinde. Danıştay’dan büyük olasılıkla baraj yeri seçiminin yanlış olacağı kararının çıkmasını bekliyoruz. Üstelik, yeni ÇED düzenlemesi ile ilgili karara göre barajın ÇED’inin de yapılması gerekecek. Su tutmuş, Allianoi’yi sulara gömen bu barajın yerinin yanlış olduğu, şu saatten sonra ortaya konsa neye yarayacak ki?” diye konuştu. Bundan sonra Allianoi ile ilgili verilen her kararın suyun üzerine yazılan kararlar olacağını belirten Cangı, artık antik kentin gömülmesine karar verilenlerle ilgili idari ve cezai sorumluluk davalarının açılacağının işaretini verdi. Cangı, “Hukuka aykırı idari işlem nedeniyle, sorumlular hakkında maddi-manevi tazminat davaları açılıp, bunlar sorumlu olan yetkililere rücu edilmeli. Bilinçli ihmali söz konusu olan devlet görevlileri bu kusurları nedeniyle cezai ve hukuki yönden sorumlu tutulacaklarken, siyasilerin sorumlulukları ise politik zeminlerdoe ve seçimlerde gündeme getirilecek” dedi.

YOK SAYILAN KARARLAR


* “Allianoi’yi koruyacak proje üretilene kadar Barajda su tutulmaması”nı içeren 13 Ekim 2005 tarihli Korum Kurulu Kararının iptali davası reddedildi. İzmir 1.İdare Mahkemesi’nin 23.11.2006 tarih ve 2005/1758 E. 2006/1950 K. Danıştayca onanarak kesinleşti. Gerekçede “…Bilimsel raporlara göre, taşıma çağdaş bir koruma anlayışı değil, mille tabakası ile örtüp su tutulması, koruma önlemi olamaz…” denildi.


*04.10.2006 tarihli 717 sayılı Koruma Yüksek Kurulu kararı - İPTAL EDİLDİ


*27.11.2006 İzmir 2 Numaralı KTVK Bölge Kurulu kararı - İPTAL EDİLDİ.


*10.10.2007 tarihli İzmir 2 Numaralı KTVK Bölge Kurulu kararı - İPTAL EDİLDİ.


*20.03.2009 tarihli 749 Sayılı Koruma Yüksek Kurulu kararı - YÜRÜTMESİ DURDURULDU. Bu karara yapılan itirazlar reddedildi.


*25.09.2009 tarihli İzmir 2. Numaralı KTVK Bölge Kurulu kararı - İPTAL EDİLDİ.

Kaynak: Evrensel

14 Şubat 2011 Pazartesi

BASIN BÜLTENİ: Avusturya, insan haklarını yok sayıyor.



BASIN BÜLTENİ

AVUSTURYA, İNSAN HAKLARINI YOK SAYIYOR

‘Türkiye’de Değiliz!’

Geçtiğimiz günlerde Avusturya’da, hayvan hakları hareketinden 13 aktivistin davası görülürken Avusturya Yargıçlar Birliği 2. Başkanı Manfred Herrnhofer'in "Sudan'da değiliz, Türkiye'de değiliz, Avusturya'dayız ve burada davalar standart insan hakları ile görülür" sözleri Der Standard gazetesine verdiği demeç içinde yer aldı.

Bu sözlerle ilgili Herrnhofer'e açık mektup gönderen Shame on Austria (Utan Avusturya) kampanyası yerel koordinatörü Yeryüzüne Özgürlük Derneği, Türkiye'de ya da başka ülkelerde yaşanan hak ihlallerinin Avusturya'daki hak ihlallerinin üstünü örtemeyeceğini, “Türkiye’de değiliz” beyanının ise “kendi gerçekliğinden kaçmak” anlamına geldiğini kaydetti.



Aktivistler 1 Yıldır Hapiste

2010 yılının şubat ayında evlere eş zamanlı baskın düzenleyerek ve yataklarında uyuyan aktivistlerin kafasına silah doğrultarak 13 aktivisti gözaltına alan Avusturya devletinin birçok uluslararası sözleşmeyi ihlal ettiğini belirten Yeryüzüne Özgürlük Derneği, "Avusturya devleti bir an önce bu ayıba son vermelidir, dava dosyasında yeterli kanıt bulunmamasına rağmen aylardır tutuklu olarak yargılanan aktivistler serbest bırakılmalıdır" açıklamasında bulundu.

Açıklama içerisinde bir aktivistin açlık grevine başladığına ve bir ayı aşkın süredir gıdasız kaldığına, Uluslararası Af Örgütü ve Yeşiller Partisi gibi birçok organizasyondan tepki geldiğine, bugüne kadar Türkiye de dahil olmak üzere birçok ülkede aktivistlerle dayanışma eylemleri düzenlendiğine ve Avusturya’nın bu ve benzeri birçok hukuk dışı durumdan dolayı utanç duymaya çağrıldığına dikkat çeken Yeryüzüne Özgürlük Derneği, söz konusu dava sürecinde hukuk ilkelerine aykırı bir dizi uygulama mevcut iken Herrnhofer’den “Türkiye’de değiliz” şeklinde bir açıklama gelmesini talihsiz bulduklarını belirtti.

Avusturya'nın, evrensel hukuk ilkelerini ve kendi ülkelerinin de taraf olduğu uluslararası anlaşmaları ihlal ederek ve yok sayarak 1 yıldır tutuklu bulundurduğu ve 5 yıl hapis cezası ile yargıladığı aktivistlerin bir dizi hukuk dışı uygulamaya ve baskıya maruz bırakıldığını ifade eden dernek yetkilileri, Herrnhofer'e gönderdikleri mektupta; eleştiri getirenleri yargılamaktan ve hapse atıp susturmaktansa Avusturya'da yaşanan hak ihlallerinin önlenmesi ve mevcut insan haklarının geliştirilmesi için somut adımlar atılmasının, işleyen bir demokrasinin gereği olduğunu vurguladı.



Yeryüzüne Özgürlük Derneği
Shame on Austria Kampanyası Yerel Koordinatörü

E-posta: yeryuzuneozgurluk@gmail.com

Detaylı bilgi için:
http://www.shameonaustria.org/tr/index.php
http://yeryuzuneozgurluk.blogspot.com/2010/06/13-hayvan-haklar-aktivistini-tutuklayan.html
http://yeryuzuneozgurluk.blogspot.com/2010/06/avusturyadaki-tutuklu-hayvan-haklar.html
http://yeryuzuneozgurluk.blogspot.com/2010/06/hayvanseverlere-terorist-muamelesi.html

11 Şubat 2011 Cuma

Sürgünsüz bir dünya için




Yunanistan'da 25 Ocak'ta hakları için açlık grevine başlayan üçyüz göçmen için dayanışma çağrısı

Yunanistan'da üçyüz göçmen 25 Ocak'ta açlık grevine başladı. Hiçbir sosyal ve siyasal hakka sahip olmadan yaşayan ve çalışan tüm göçmenler hukuki statülerinin yasallaş
masını talep ediyorlar. 'Göçmen Dayanışma Ağı' olarak göçün bir sorun değil, yaşamın bir gerçeği olduğunu beyan etmekteyiz. Hiçbir sınır, tel örgü veya duvar, insanları daha iyi bir hayat kurma arzusundan caydıramaz ve hiçbiri meşru değildir. Yunanistan'daki göçmenlerin mücadelesi kazanılmalıdır; çünkü meşrudur. Bu bütün işçiler için bir mücadeledir ve dayanışmak görevimizdir.

11 ŞUBAT 2011 CUMA günü

Saat: 14:00

YUNANİSTAN KONSOLOSLUĞU KONUKEVİ (İstiklal Caddesi) ÖNÜNDE BULUŞUYORUZ...

Göçmen Dayanışma Ağı

Bir ileri demokrasi uygulaması

Ankara’da Torba Yasa Tasarısı’nı protesto etmek isteyen emekçiler polisin gazlı ve tazyikli sulu müdahalesiyle karşı karşıya kaldı. Çankaya Belediyesi’nde taşeron temizlik işçisi olarak çalışan Serap Tuğral da polis saldırısından payına düşeni aldı. Başına isabet eden gaz bombası nedeniyle hayati tehlike yaşayan Tuğral, kısa süreli görme kaybı geçirdi.

İlk eyleminde yaralandı

KESK, DİSK, TMMOB ve TTB’nin çağrısıyla geçtiğimiz Perşembe günü binlerce işçi Ankara’da Torba Yasa Tasarısı’nın geri çekilmesi için Meclise yürümek istedi ancak polis emekçilerin bu isteklerine bir ileri demokrasi göstergesi olarak biber gazı ve tazyikli suyla yanıt verdi. Katıldığı ilk eylemde başına isabet eden gaz bombası nedeniyle yaralanan Tuğral da bir anda neler olduğunu anlamadığını söyledi.

Polisin işçilere savaş açtığını belirten Tuğral sağ gözünün üst kısmına gelen gaz bombası parçası nedeniyle kemik kırılması yaşadığını, görme kaybı ve beyin kanaması ihtimaliyle hastaneye kaldırıldığını dile getirdi.

“Çocuklarım için mücadele ediyorum”

Hastaneye kaldırıldığı ilk anda doktorların ameliyat olması gerektiğini söyleyen Tuğral, “o an yalnızca çocuklarım ne olacak diye düşündüm. Ne işim ne gözümü kaybetme riskim hiçbir şey değil yalnızca çocuklarımdı aklımdaki. Zaten onların geleceği için ben o eyleme gittim. “ dedi.

On ve on bir yaşında iki çocuğunun geleceği için mücadele ettiğini ifade eden Tuğral, daha beter sonuçlarla da karşılaşacağını bilse de yine eyleme üstelik de en önde katılacağını söyledi.

Tuğral sendikaların kendisini yalnız bırakmadığını, gerek sağlık ekipleriyle gerek de hukuk danışmanlarıyla hep yanında olduklarını belirtirken, “öyle bir güç, öyle bir kuvvet verdiler ki bana yalnız olmadığımı hissettirdiler” dedi.

Sendikalı olmak istiyoruz

Hukuki süreci işletmek için sendikaların hukuk danışmanlarıyla görüşğünü söyleyen Tuğral bana bunu yaşatan Ankara Emniyetinden de, polislerden de şikayetçi olacağını, hakkını sonuna kadar arayacağını belirtti.

Tuğral ile aynı yerde çalışan dayısı Tekin Arcan da yaşananları şu şekilde değerlendirdi:“Hakkını arayanlara neden bu şekilde müdahale edildiğini anlamadım. Biz sadece hakkımız olanı, sendikayı, güvenceli çalışmayı istiyoruz. Kimsenin hakkına da müdahale etmiyoruz.”

İş yerinde 100 kadın sendikasız olarak çalıştıklarını dile getiren Tuğral kadrolu ve sendikalı olmak istediklerini söyledi.

Kaynak: Jiyan.org