26 Aralık 2010 Pazar

Anneler 300. Haftada Yine Yakınlarını Sordu Devlet Yine Sustu

Cumartesi Anneleri, 300. kez Galatasaray'da bir araya geldi, "kaybedilen" yakınlarının "ölü ya da diri" bulunmasını istedi. Annelerin oturma eylemine Hrant Dink'in eşi Rakel Dink de destek verdi.

"Dönemin Devlet Bakanı Azimet Köylüoğlu oğlunu soran anneme 'Çocuğunu almışlardır, öldürmüşlerdir, bir çukura atmışlardır" dediğinde annem 'Çukuru gösterin' demişti."
1994'te İstanbul Aksaray'da gözaltına alındıktan sonra kaybedilen DEV-GENÇ'li İsmail Bahçeci'nin kardeşi Umut Bahçeci kardeşini kaybedenlerden hesap sorduklarında yaşadıklarını bu sözlerle anlattı.

"Kaybedilen" yakınlarının bulunmasını isteyen Cumartesi Anneleri/İnsanları, ellerinde yakınlarının fotoğraflarıyla Galatasaray Meydanı'nda 300. kez toplandı.

2004'te gözaltına alınan ve bir daha kendisinden haber alınamayan Tolga Baykal Ceylan'ın annesi Kadriye Ceylan, "300 haftadır devlet bizi görmemekte, duymamakta ısrar ediyor. 300 haftadır bizi suçluyor. 300 haftadır evlatlarımıza, eşlerimize, kardeşlerimize ne olduğuna yanıt vermiyor. 300 haftadır bize kulaklarını tıkayıp failleri koruyor" dedi.

Yakınlarını kaybeden faillerin devlet tarafından teşvik edildiğini söyleyen Ceylan, "Şunu iyi bilsinler ki adalet arayışımız sürecek ve karşılarında bizi bulacaklar" diye konuştu.
"Şanslıyız çiçek koyabileceğimiz bir mezarımız var"

Ceylan'dan sonra kayıpların anneleri, babaları, kardeşleri, eşleri ve arkadaşları yakınlarının nasıl "kaybedildiğini" anlattılar.

19 Ekim 1995'te Avcılar'daki evinin önünde elinde telsiz bulunan sivil giyimli kişilerce kaçırılan Fehmi Tosun'un eşi Hanım Tosun,"1995'ten beri buraya geliyoruz. Tam 300 hafta oldu. Başbakan artık sahte gözyaşlarından vazgeçsin faillerimizi bulsun" dedi.

15 Şubat 1995'te gözaltında kaybedilen Rıdvan Karakoç'un ağabeyi Hasan Karakoç ise "Biz en azından şanslıyız. Çünkü çiçek koyabileceğimiz bir mezarımız var. Bu insanlar, işkencelerde, kalorifer kazanlarında kaybedilen insanların kemiklerini istiyor. Başbakan'a soruyorum 'Siz bu ülkenin başbakanı değil misiniz? Bu faillerin yakalanması sizin göreviniz değil mi?" diye sordu.
"Yakınlarımızı kaybedenler bir gün kaybedecek"

21 Mart 1995'te gözaltına alınan ve işkence edilerek öldürülen Hasan Ocak'ın ağabeyi Hüseyin Ocak da "Burada annelerimizi yakınlarını geri istiyorlar diye dövdüler, işkence ettiler, üzerlerine biber gazı sıktılar. Biz biliyoruz ki Türkiye'de yakınlarımızı kaybedenler bir gün kaybedecek" dedi.

24 Aralık 1994'te 25 yaşında Marmara Üniversitesi öğrencisiyken İstanbul Aksaray'da gözaltına alındıktan sonra kaybedilen DEV-GENÇ'li İsmail Bahçeci'nin kardeşi Umut Bahçeci ise kardeşinin çizdiği karikatürleri göstererek şöyle konuştu:

"İsmail, tam 16 yıldır kayıp. Yaşasaydı yazar, karikatürist olacaktı. Onu bulmak için her yere sorduk. 'Yok' dediler. Cesedine bile ulaşamadık. Dönemin Devlet Bakanı Azimet Köylüoğlu oğlunu soran anneme 'Çocuğunu almışlardır, öldürmüşlerdir, bir çukura atmışlardır" dediğinde annem 'Çukuru gösterin' demişti. Babam ise ölüme yenik düştü.İsmail öldü sanıyorlar ama o yaşayacak.Çocuğuma onun adını verdim."

Ellerinde "Hakikatlar Komisyonu Kurulsun Failler Bulunsun", "Katilleri Tarih Mahkum Eder" yazılı dövizler taşıyan annelerin yaklaşık bir saat süren oturma eylemine Hrant Dink'in eşi Rakel Dink'in yanı sıra sanatçılar Pınar Sağ, Zeynep Tanbay, avukat Fethiye Çetin, 78'liler Vakfı Başkanı Nimet Tanrıkulu ve Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) yöneticileri ile insan hakları örgütleri temsilcileri de destek verdi.

Polisin yoğun güvenlik önlemi aldığı eylemde, anneler, ellerindeki karanfilleri yakınlarının fotoğraflarının bulunduğu siyah bantın üzerine bıraktılar.(BT)

Alıntı: Bianet

Ordulular HES istemiyor

Vadilerinde HES istemeyen Ordulular, Derelerin Kardeşliği Platformu temsilcileriyle bir araya geldi

Ordu’nun Fatsa ve Gölköy ilçelerinde köy ziyaretlerinde bulunan Derelerin Kardeşliği Platformu temsilcileri, Doğu Karaceniz ve tüm yurtta yürütülen HES karşıtı mücadeleyi yöre halkıyla paylaştı. Henüz HES inşaatlarının başlamadığı köylerde halka yapımı tamamlanmış HES görüntüleri sunuldu.
İlk köy toplantısını Fatsa’nın Demirci Köyü’nde yapan platform temsilcileri, köy muhtarının ve halkının katıldığı toplantıda, HES inşaatlarının başlamaması için izlenecek hukuki süreçler ve fiili mücadele örnekleri hakkında bilgi verdi.

Demirci Köyü’nden Gölköy ilçesinin Direkli beldesine geçen platform temsilcileri burada da kahvehane toplantısında halkla buluştu. Sinevizyon gösterimi eşliğinde Derelerin Kardeşliği Platformu Yürütme Kurulu Başkanı Mehmet Gürkan, HES’lerin çevreye verdiği zararlar, suyun ticarileştirilmesi ve HES’lerin tarıma etkisi üzerine sunum yaptı.

Direkli’de geçen hafta HES şirketi temsilcileri çalışma başlatmak istemiş, ancak köylülerin direnişi sonucunda geri çekilmek zorunda kalmıştı. Olay sonrası HES şirketi temsilcilerini darp ettikleri gerekçesiyle üç belde insanı gözaltına alınmış, ancak tepki sonucu bırakılmışlardı.

Derelerin Kardeşliği Platformu, HES tehdidi altında bulunan bölgelere yaptığı ziyaretlerle halkı bilgilendirmeye devam ediyor.

Kaynak: Sendika.Org / Ordu

25 Aralık 2010 Cumartesi

18. gününde Loç direnişini ve 300. günlerinde Cumartesi Annelerini ziyaret ediyoruz



Loç Vadililer'in Orya Enerji'ye karşı verdikleri mücadelenin 18. gününde şirketlerin açgözlü yıkıcılığına karşı doğayı ve yaşamlarımızı savunmak adına yürüttüğümüz paralel mücadeleleri kesiştirmek ve para hırsı uğruna Loç Vadisi'ni talan eden ve sakinlerini göç etmeye zorlayan, suyunu, insan-hayvan tüm yaşamları gasp eden Orya Enerji'ye karşı verdikleri mücadelelerinde yanlız olmadıklarını göstermek adına bu sabah (25.12.2010) 10.00'da Orya Enerji'nin önündeki direniş mevkiini ziyarete gideceğiz.

Direniş güncesi: http://www.facebook.com/?ref=home#!/notes.php?id=143313755683121&notes_tab=app_2347471856

Yer: Kabataş-Fındıklı, Meclis-i Mebusan Caddesi, no:19 Orya Han önü
(Kabataş - Tophane arasında tramvay yolu üstünde)
Tarih: Cumartesi (25.12.2010)
Saat: 10:00

----------------------------------

300. DİRENİŞ GÜNLERİNDE CUMARTESİ ANNELERİNİN YANINDAYIZ



Yakınlarını, sevdiklerini gözaltında kaybeden ailelerin adalet arayışlarını, haykırışlarını ve yakarışlarını her cumartesi Taksim Galatasaray Lisesi önünde gerçekleştirdikleri oturma eyleminin 300. gününde onlara destek olmak, acılarını paylaşmak ve zulme karşı onlarla paralel duygular taşıdığımızı göstermek adına saat 12:00'da Cumartesi Anneleri'nin yanında olacağız.

Yer: Taksim Galatasaray Lisesi önü
Tarih: Cumartesi (25.12.2010)
Saat: 12:00



Yeryüzüne Özgürlük Derneği

23 Aralık 2010 Perşembe

3. Köprü Yerine Yaşam Platformu 26 Aralıkta Kadıköy'e Çağırıyor


3. Köprü Cinayetine
İstanbul’un ve Marmara’nın Talanına Karşı
İNSANI, SUYU, ORMANI, DOĞAYI VE YAŞAMI SAVUNMAK İÇİN
26 ARALIK’TA KADIKÖY’DE BULUŞUYORUZ

İnsana, kente, doğaya ve yaşama dönük saldırıların büyük bir hızla yaygınlaştığı bir dönemde yaşıyoruz.

Uzun bir süredir İstanbul’un kuzey ormanlarına iştahla bakan rant çevreleri, siyasi bir dayatmayla, İstanbul halkının ve bilim insanlarının yıllardır “hayır” dediği 3. Rant Köprüsü Projesi’ni hayata geçirme kararı aldılar. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB,) 3. Rant Köprüsünü, 2009 tarihli İstanbul Çevre Düzeni Planı’na aykırı biçimde Poyrazköy-Garipçe hattında yapma kararını açıkladı. Bizler 3. Köprü cinayetine hayır diyoruz.

3. Rant Köprüsü kapsamında su havzaları ve yaban hayatıyla birlikte İstanbul’un Kuzey ormanlarının ve Marmara bölgesindeki tarım alanlarının yok edilmesi planları, ülkemizin tümünde suya, ormana, doğaya ve insana yöneltilen genel saldırıların bir parçasıdır. Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından başta 3. Rant Köprüsü projesi ve HES’ler olmak üzere birçok yıkım projesini gerçekleştirmek üzere gündeme getirilen “Tabiat Varlıklarını ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasa Tasarısı” , Anadolu’nun her köşesindeki doğal ve tarihi varlıkları, dereleri, gölleri, yer altı sularını, ormanları, meraları ve madenleri sınırsızca yağmaya açmayı hedeflemektedir. Bu saldırı, küçük köylüsüyle kentli emekçisiyle halkımızın suyu ve toprağı kullanma hakkını; ülkemizin biyo-çeşitliliğini; kültürel ve tarihsel mirasımızı ve gıda güvenliğini tehdit etmektedir. Bizler, ülkemizin doğal ve kültürel mirasını ve insanlığın-ülkemizin ortak bir değeri olan İstanbul’u top yekûn yağmaya açan yeni SİT yasalarına hayır diyoruz.

İstanbul’u savunmaya, daha yaşanabilir kılmaya ve gelecek kuşaklara yaşanabilir bir ülke bırakmaya kararlı yurttaşlar olarak, yıllardır söylediklerimizi bir kez daha vurguluyoruz: 3. Rant Köprüsü, AKP iktidarı ve İBB tarafından İstanbul ve Marmara’dan başlayarak tüm Türkiye’ye yayılan büyük bir talan projesinin parçası olarak gündeme getirilmektedir. 3. Köprü dayatması, İstanbul ve Marmara halkının değil, rant çevrelerinin ihtiyacıdır. İstanbul’a, Marmara’ya, suya, ormana, doğaya, yaşama ve bu ülke halkına karşı işlenmesi planlanan büyük bir cinayettir.

3. Rant Köprüsü, İstanbul’un trafik sorununa hiçbir çözüm getirmeyecek, tersine yarattığı yeni trafikle bu sorunu daha da ağırlaştıracaktır. İstanbul gibi dar gelirli nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturduğu bir deniz kentine toplu taşım araçları, deniz ulaşımı ve raylı sistemler yerine, 3. Rant Köprüsü gibi kara yolu taşımacılığını teşvik eden projelerin dayatılmasının tek gerekçesi, ulaşımı daha fazla yağmaya açmaktır. İstanbulluların ulaşım hakkının ve kamu kaynaklarının ranta feda edilmesidir. İstanbulluların fahiş fiyatlar ödeyerek tıklım tıklım bindikleri toplu taşım araçlarında saatlerce trafik çilesi çekmesi demektir. 6 milyar dolarlık maliyetiyle 3. Rant Köprüsü, halktan toplanan vergilerin ve kamusal kaynakların talanı demektir. 3. Rant köprüsü, toplu taşımacılıkta 1987 yılından bu yana yaşanan gerilemeyle, fahiş ulaşım zamlarıyla, boğaz köprülerinin, İDO’nun, İETT’nin, otoyolların satışa sunulması planlarıyla önü açılmaya çalışılan yeni yağma planlarının koçbaşıdır. Bizler bedelini tüm İstanbulluların ödeyeceği bu yeni yağma planlarına hayır diyoruz.

3. Rant Köprüsü, İstanbul’un kuzeyine 7 milyonluk ek bir nüfus getirerek çarpık kentleşmeyi hızlandıracak ve Karadeniz’e kadar uzatacaktır. Kentin otoyol kenarlarında yaygınlaşan yoksul mahallelerle, kalan son orman alanlarını basınç altına alan lüks konut siteleri arasındaki bölünmüş yapısı daha da derinleşecektir. Kentsel Dönüşüm Yasası ile birlikte olağanüstü yetkilerle donatılan TOKİ gibi kurumların yoksul, emekçi mahallelerine dönük yıkım baskısı daha da ağırlaşacak; 3. Rant Köprüsü kentsel yıkım projelerinin de koçbaşı olacaktır. Bizler emekçi mahallelerini yok edip on binlerce insanı evsiz bırakacak, yerine plazalar, villa kentler yapıp bir avuç rantiyeciyi zengin edecek olan bu yeni yıkım planlarına hayır diyoruz.

3. Rant Köprüsü, kentin su havzaları, ormanlar ve tarım alanları gibi kalan son yaşam kaynaklarını yok edecektir. 3. Köprü projesi ile birlikte gündeme gelen ve yüzde 12’si yapılaşmaya açılmış (2-B arazileri) orman alanlarından oluşan Kuzey Marmara otoyolu projesiyle birlikte, bu arazilerin uzun süredir gündemde olan satışı başlayacaktır. İstanbul’un kuzeyi ve Marmara bölgesinin tarım alanları üzerinde geri dönüşü olmayan yıkıcı sonuçlar yaratılacak; bağlantı yolları çevresinde planlanan Organize Sanayi Bölgeleriyle birinci sınıf tarım arazileri ve küçük köylü ekonomileri tahrip edilecek; İstanbul ormanlarının üçte biri yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. Bu durumun anlamı, sellerin yaygınlaşması; içme suyu havzalarının kirlenmesi; İstanbul’un su sorununun ağırlaşması; orman köylülerinin ve küçük köylülerin yoksullaşması; hava kirliliğinin artması; gıda fiyatlarının artması; yaban hayatının tahrip olması ve kentin doğal dinlence-sağlıklı yaşam alanlarının daralmasıdır. Bizler suya, ormana, yaban hayatına ve İstanbulluların sağlıklı yaşam alanlarına yönelik bu yeni saldırı planlarına hayır diyoruz.

3. Köprü Cinayetine; “Tabiat Varlıklarını ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasa Tasarısına”; İstanbul’un Katledilmesine; Kentsel Dönüşüm Planlarına; Marmara’nın Yağmalanmasına; Anadolu’nun Her Köşesinin Yağmaya Açılmasına; Suyun Ticarileştirilmesine; Doğanın Tahribine Karşı İstanbul’u, Marmara’yı, İnsanı, Suyu, Ormanı, Yaban Hayatını, Doğayı ve Yaşamı Savunan Herkesi İnsan Hayatına Bir Bütün Olarak Sahip Çıkmak İçin…

26 Aralık 2010 saat 13.00’te Kadıköy Meydanı’nda hep birlikte hayır demeye çağırıyoruz!

DOĞAL VE TARİHİ SİT ALANLARININ YAĞMASINA HAYIR!
KENTSEL YIKIM YASALARINA HAYIR!
İSTANBUL’UN VE MARMARA’NIN TALANINA HAYIR!
SUYUN TİCARİLEŞTİRİLMESİNE HAYIR!
3. KÖPRÜ CİNAYETİNE HAYIR!

Üçüncü Köprü Yerine Yaşam Platformu, (Beylerbeyliler Derneği,Beykoz Çiğdem Mah. Der., Beykoz Dernekler Birliği, Beykoz İnisiyatifi, Beykoz Tokatköy Ayazma Der., Boğaziçi Arnavutköylüler Der., BOÇEV, Çağdaş Yaşamı Destekleme Der., Çekmeköy Gönüllüleri Derneği, Çifte Havuzlar Güzelleştirme, Geliştirme ve Koruma Der., ÇEKÜL Vakfı, ÇHD, Dayanışmacı Atölye, Derbent Mah. Der., DİSK Emekli-Sen, DİSK Genel-İş 1 No.lu Şube, Gençlik Muhalefeti, Gazete Sarıyer, Gebze Bilkar (Bilimsel ve Kültürel Araştırmalar Yayıncılık ve Üretim Kooperatifi), Gülsuyu - Gülensu Güzelleştirme Der., Halkevleri İstanbul Şb., Haydarpaşa Dayanışması Platformu, Hayvanların Yaşam Haklarını Koruma Derneği, İç Dış Kumsalı Koruma ve Yaşatma Sivil Toplum Destekleme Der., İMECE-Toplumun Şehircilik Hareketi, İstanbul Barosu, İstanbul Çevre Konseyi, İstanbul Tabip Odası, İstanbul SOS Girişimi, İstanbul Yaşam Der., KESK İstanbul Şubeler Plat., Kilyos Çevre Koruma Der., Kocataş Mah. Der., Konut Hakkı Koordinasyonu, Kuzguncuklular Der., Küçükçekmece STK Platformu, Maden Mah. Der., Maden Mah. Dereiçi Der., Öğrenci Kolektifleri, Politeknik, Sarıyer Doğa ve Hayvan Dostları Plat., Sarıyer Mahalle Dernekleri Plat., SOS Çevre Gönüllüleri Platformu, Sosyal Haklar Derneği, TEMA, TMMOB İstanbul İKK, Tonyalılar Kültür Yardımlaşma Der., TOZDER, TÜKODER, TÜRÇEK, Türkiye Ormancılar Der. İst. Şb., Validebağ Gönüllüleri Der., “Vapurlarımızı Vermiyoruz!”Plat.), Ege Su Platformu, GDO’ya Hayır Platformu, Marmara Çevre Platformu, Karadeniz İsyandadır Platformu, Sulukule Platformu, Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu, Toprakların Kardeşliği Platformu, Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu, DİSK İstanbul Merkez Temsilciliği, Ataköy Sakinleri Derneği, Dersim Dernekler Federasyonu, Ekoloji Kolektifi, HOMUR Mizah ve Karikatür Grubu, Kadıköyü Bilim ve Sanat Dostları Derneği, KETEV Kemal Türkler Eğitim ve Kültür Vakfı, Yeryüzüne Özgürlük Derneği, BDP, CHP, EDP, EHP, EMEP, ESP, ÖDP, TKP İstanbul İl Örgütleri, Yeşiller Partisi

22 Aralık 2010 Çarşamba

Kadınlar Güvencesiz Çalışmaya Karşı Yürüdü

İmece Güvencesiz ve Esnek Çalışan Kadınlarla Dayanışma Derneği, Gültekiye Özmen'in çalıştığı evde camdan düşerek yaşamını yitirmesini protesto etti. Kadınlar Özmen'İn iş cinayetine kurban gitmesine sendikaların da sessiz kalmasını da eleştirdiler.


Güvencesiz bir şekilde ev işçisi (gündelikçi) olarak çalışan Gültekiye Özmen 15 Aralık'ta Kadıköy Suadiye'de 10 yıldır çalıştığı evin mutfak penceresini silerken düşmemek için tutunduğu pencere ile birlikte yaklaşık 10 metre yükseklikten beton zemine düşerek yaşamını kaybetmişti. Özmen'in ölümüne neden olan güvencesiz çalışma koşullarını protesto etmek için İmece Güvencesiz ve Esnek Çalışan Kadınlarla Dayanışma Derneği üyeleri, yaşamını yitirdiği yerde bir araya gelerek, karanfil bıraktı. Eyleme İmece Kadın Dayanışma Derneği ve Ev-Ek-Sen de destek verdi. Eylem sırasında aynı apartmanda oturan 2 kadın eylemcilerin yanına gelerek "Pencere sağlamdı, gündelikçi kadının ayağı kayınca pencereye tutunmak istemiş ve ağırlığı yüzünden aşağı düşmüş" diyerek pencerede kusur olmadığını iddia etti. "Biz de çok üzüldük bizim de kadınımız var" diyen işveren kadınlar eyleme katılmayarak eylem yerinden uzaklaştı.

BAĞDAT CADDESİ'NDE YÜRÜDÜLER

"Gültekiye Özmen mücadelemizde yaşayacak" yazılı döviz açan kadınlar, ardından Bağdat Caddesi'ni trafiğe kapatarak bir süre esnek çalışma koşullarını protesto eden sloganlar attı. Ardından basın açıklamasını okuyan Tülay Korkutan, kayıt dışı esnek çalışma koşullarının kadınları öldürdüğüne dikkat çekti. Korkutan, "Özmen iş yerinde hangi şartlarda emek gücünü satıyordu bu ülkenin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı'nın umurunda değildi. İş yerinde can güvenliğini sağlamak için iş güvenliği kurallarına uyulup uyulmaması iş müfettişlerinin, sosyal güvenlik görevlilerinin umurunda değildi. Çünkü onlar Gültekiye'lerin varlığından habersizmiş gibi davranıyor ve çalışma şartlarına dair koşullardan da kendilerini sorumlu görmüyorlar" dedi.

SENDİKALARIN SESSİZLİĞİNE ELEŞTİRİ

Ev işçilerinin, gündelikçi kadınların sayılarının binlerce onbinlerce olduğunu söyleyen Korkutan, gittikçe vahşileşen kapitalist sistem tarafından ev işçilerinin yoksul, eğitimsiz ve mesleksiz bırakıldıklarını üstelik bütün bunların sorumlusu olarak da kendilerinin gösterildiğini vurgulayarak, mesleki standartlar ve hakları bulunmayan gündelikçi kadınların, ev işçilerinin iş yerlerinde her türlü riski göğüslemek, insanlık dışı şartları kabullenmek zorunda kaldıklarını belirtti. Özel istihdam bürolarının kendilerine çözüm gibi sunulduğunu kaydeden Korkutan; özel istihdam bürolarının köle ticareti yaptığını, iş güvenliği ve sosyal hakların bulunmadığına dikkat çekerek "bizler bu gün buradayız çünkü ev işçilerinin, gündelikçi kadınların haklarının verilmesini, işçi olarak kabul edilmesini, ev hizmetlerinin hiç bir şarta bağlı kalmaksızın iş yasası kapsamına alınmasını, iş güvenliğimizin sağlanmasını istiyoruz" diye konuştu. Gültekiye Özmen'İn iş cinayetine kurban gitmesine sendikaların da sessiz kalmasını eleştiren Korkutan "Demek ki sendikalar da ev işçilerini işçi gibi görmüyor" şeklinde konuştu.

Korkutan, "Bizler bu gün buradayız. Çünkü Gültekiye Özmen'in duyulmayan sesi olmak istiyoruz. Bu gün burada bulunan ev işçisi, gündelikçi arkadaşlarımız da aynı risklerle burun buruna çalışıyor, aynı görünmezlikle karşı karşıya bulunuyor. Gültekiye Özmen'in ölümünden en başta Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı sorumludur. Daha ne kadar öleceğiz. Kaç iş cinayeti sizi harekete geçirir? Ev işçileri, gündelikçi kadınlar ne zaman insanca çalışma koşullarına kavuşacak?" diye sordu.

Kaynak: haberlink

20 Aralık 2010 Pazartesi

İnsan olmayan her hayvan ölümü hak eder!

Sokaklar iki gün sonra yeniden kana bulanacak, çünkü “kurban” bayramı yaklaşıyor. Aslında kurbana da gerek yok, sadece İstanbul’da her gün 15-20 bin inek kesiliyor. Dahası da var; kozmetik ürünleri için yapılan vahşi deneylerin, damak tadımız için işkencehaneleri aratmayan çiftliklerde yetiştirilmenin, güzel görünmek için üretilen giysilerin, yalnızlaşmış şehir insanının “sevgi” ihtiyacını giderme zorunluluğunun, sokakların sebepsiz şiddetinin mağduru hep onlar; hayvanlar. Peki neden hayvanları öldürme, onların haklarını elinden alma hakkımız olduğunu düşünüyoruz?

Hayvanlar ve insanlar aynı şekilde ıstırap çeker ve ölürler… Çekilen acı aynı, kan dökülmesi aynı, ölümün kokusu aynı, yaşamın küstahça, acımasızca, zalimce çekip alınışı aynı… Bunun bir parçası olmak zorunda değiliz.

Dick Gregory

Yine de çoğumuz bunun bir parçası olmaktan memnunuz. Her yıl, dini gerekçelerle sokaklardan yükselen kan ve ölüm kokusu da bunun göstergesi değil mi? İki gün sonra sokaklar yeniden kana ve ete kesecek, ama ne katliamdan bahsedilecek, ne de hayvan haklarından. Konuşmalar ya ekonomik krizin vurduğu kurbanlık satışlarıyla ya da daha modern katletme biçimleriyle sınırlı kalacak. Oysa hayvan haklarının en çok çiğnendiği yer, mutfaklar, süpermarketler, alışveriş merkezleri. Hayvanlara karşı suçumuz bununla sınırlı değil. Her yıl dünyada 50 milyon hayvanın kürk için öldürüldüğünü biliyor muydunuz? Sadece İstanbul'da her gün 15-20 bin inek kesildiğinden haberiniz var mı? Gözümüze sürdüğümüz rimel için kaç tavşan kör oldu, kim bilir. Ya biz kassız, yumuşak bir antrikot yiyebilelim diye kaç dana bir milim bile hareket edemeyeceği bir mekânda yetiştiriliyor? Kaç maymun bizi güldürmek için sirklerdeki işkencelerin mağduru? Evcil hayvanlara biçilen, yalnızlaşmış şehir insanının “sevgi” ihtiyacını giderme görevi de cabası. Üstelik hayvan hakları, en adil, eşitlikçi insanların bile kolayca çiğnediği hakların başında geliyor. PETA’nın geçen ay İstanbul’u Hayvan Zulmü Başkenti ilan etmesi boşa değil. Peki neden hayvanları öldürme, haklarını ellerinden alma hakkımız olduğunu düşünüyoruz? Yanıtı felsefeci Peter Singer “Hayvan Özgürleşmesi” kitabında; “tür ayrımcılığı” kavramıyla anlatıyor. “Bizim türümüzden olmamaları, onları köle yapma ve onlara her istediğimizi yapabilme hakkını vermez” diyor Singer, “Bunun erkeklerin kadınlardan güçlü, Almanların diğer ırklardan üstün olduklarını iddia etmekten ne farkı var? Kadın özgürleşmesinde hakları elinde tutanlar erkekler, siyah özgürleşmesinde ise beyazlar. Hayvan özgürleşmesinde daha zor bir durum söz konusu, çünkü burada tüm insanların içinde olduğu bir çıkar ilişkisi bulunuyor. Bu da durumu daha da zorlaştırıyor tabii”.

Haklı. Öyleyse tam da “Kurban Bayramı” arifesinde, hayvanları konuşmaya ne dersiniz? İşte Hayvan Özgürleşmesi İnisiyatifi’nin, PETA Almanya’dan Magdalena Sherk’in, Haytap Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kemal Şenpolat’ın, Kürke Hayır Platformu’ndan Ezgi Aktaş ve veteriner Ozan Berberoğlu’nun anlattıkları. Söz önce Hayvan Özgürleşmesi İnisiyatifi’nde (HÖİ).

- Kimsiniz siz, nasıl bir araya geldiniz?

- İnisiyatif, geçen sene İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) Hasdal toplama kampında gerçekleştirdiği köpek katliamının ardından bir eylem çağrısıyla kendi adını deklare etti. Büyük bir eylem gerçekleştirdik. HÖİ’nin bireyleri buluşturma ve birlikte hareket edebilme noktası daha çok anti-otoriter, anti-kapitalist, anti-hiyerarşik ve özgürlükçü olmasıdır. Herhangi bir iktidar arzusu ve çıkar beslemeyen her samimi birey ve grupla hayvanların özgürlüğü için hareket edebiliriz. Biz buna hayvan özgürlüğü için inisiyatif almak diyoruz.

- Hayvan Özgürlüğü sözüyle tam olarak ne anlatmak istiyorsunuz?

- Hayvanlar, bugün yeryüzündeki her şey gibi kapitalizmin metalaştırma süreçlerinin en şiddetlisini ve zalimini yaşıyor. Et endüstrisi, eğlence ve spor sektöründe kullanımları, sokak hayvanlarının durumu, yabanıl yaşam alanlarının gitgide daraltılması, nesli tükenen hayvanlar... Bu sömürü ve zulüm kültürünün kurbanı olmaktan kurtarılmaları gerekiyor. Bizler özgürlük için mücadele eden insanlar olarak, sosyal adaletin insan haricindeki diğer varlıkları da içine alması gerektiğine inanıyoruz. Hayvanları metaya indirgeyen ve sistematik olarak zulmeden bir kültür, hiçbir koşulda sosyal adalete kavuşamaz. Bu nedenle toplumsal kurtuluş tasavvurlarımız hayvanlar ve tüm gezegen için bir özgürleşme istemini taşıyor.

- 20 ülkede faaliyet gösteren Hayvan Kurtuluş/Özgürleştirme Cephesi (ALF) hayvanları sömüren kişi, fabrika veya şirketlerin korkulu rüyası. ALF aktivistleri laboratuvarlardan, et veya yumurta çiftliklerinden hayvan kurtarma ve sabotaj eylemleriyle büyük ekonomik yıkımlara sebep oluyor. Öyle ki FBI’nın en tehlikeli terör örgütleri listesinde ALF de bulunuyor. ALF’le bağlantınız var mı?

- Aslına bakarsanız, ALF’in örgütlenme tarzı onunla bağlantı kurmayı imkânsız kılar. ALF’ler gayriresmi hücre örgütlenmeleridir. Eğer polis tarafından çözülmediyse bir hücreyi kendisi dışında hiç kimse bilemez. ALF hücreleri birbirinden bağımsız ve habersizdir. Herkes ALF olabilir. Bunun için ne kimseden emir alması ne kimseye sorması ne de diğer bir hücreyle bağlantı kurması gerekiyor. HÖİ, bir ALF hücresi değil. Hasdal eyleminden de anlaşılabileceği gibi kendi görünürlüğü konusunda bir çekincesi yoktur.

- Bizde hayvan hakları dendiğinde genelde sevgi, şefkat üzerinden “kimi” hayvanların korunması algılanıyor. Oysa hayvan özgürlüğü, hayvan haklarına türcülük kavramıyla yaklaşıp, bunun etik açıdan bir gerçeklik olduğunu anlatıyor. Bu kavram üzerinden düşünüp, Türkiye’ye dair bir değerlendirme yaptığınızda nasıl bir tablo çıkıyor?

- Evet. Hayvan hakları veya hayvan özgürlüğü mücadelesi bugün “kimi” hayvanlarla sınırlı bir hayvanseverliğe, etyemezliğe ve hatta zengin elitin boş zamanlarında egolarını yatıştıracağı bir hobi alanına indirgendi. Bizler topyekûn bir sosyal özgürlük ve adalet arzusunu arzulayanlar, hayvanlara yapılan zulmün kaynağının toplumsal tahakküm ve sömürü ilişkilerinden kaynaklandığına inananlar, hayvanlar için özgürlüğün, bu kapitalist uygarlığın topyekûn reddiyle mümkün olabileceğini vurgulamak istiyoruz. Bizler sadece sokak hayvanlarına ve “süs haline getirilmiş evciller”e merhamet duyuyorsak bu, o mücadele ettiğimiz türcü, insan-merkezci ideolojinin batağına düşmüşüz demektir ve bunun hayvanların refahı ve özgürleşmesiyle bir ilgisi yoktur. Bugün ana-akım hayvan hakları hareketi, devlet ve sermaye ekseninde bir çıkar hareketine dönüştü. Hayvanlar için özgürlük istemimizi, sosyal değişim koşulları çerçevesinde ifade etmeye çalışıyoruz. Türkiye, insanların çoğunluğunu ikna edebilmek bir yana, bunları açık bir şekilde dile getirebilmemizin bile çok zor olduğu bir ülke. Bırakın ana-akım ideolojiyi benimsemiş insanları, muhalif ve devrimci insanlara bile hayvanlardan bahsetmek ayrı bir dert. Bu nedenle sosyal mücadeleler içerisinde bunları tartışıyor ve özgürlük fikrini daha da genişletmeye çalışıyoruz.

- Sirkler, hayvanat bahçeleri, et endüstrisi, sokak hayvanlarına yönelik şiddet... Türkiye’de hayvanlara uygulanan şiddetle ilgili elinizde ne gibi bilgiler var?

- Şiddet biçimleri saymakla bitmez. İzmir’de bir insan müsveddesinin bir kediyi tekmeleyerek nasıl katlettiğini izledi herkes. Günlerce tartışıldı. Birden hayvan duyarlılığı patlak verdi. “Hayvan yasası” istiyoruz diye sokaklara döküldüler. Hürriyet’te Ayşe Arman bir mezbaha ziyaretinde duygularını aktararak, o işyerini -zulüm merkezini- akladı. Tüm bu uçucu duyarlılık gösterileri, duyarsızlığın daha da artmasından başka işe yaramadı. Bu yüzden hayvan haklarını bir merhamet meselesinden çıkararak bir tahakküm meselesi olarak algılamalı ve bu türcü eğilimi terk etmeliyiz. Şiddet çok çeşitli. Kentsel dönüşüm ve soylulaştırma projeleriyle İBB, muazzam katliamlara girişiyor, ciddi hak ihlallerine neden oluyor. Daha önce Habitat'a hazırlık sürecinde olduğu gibi, İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti ilan edilmesiyle hayvanlara uygulanan soykırım da korkunç boyutlara ulaştı. “Temiz” ya da “modern” bir İstanbul izlenimi yaratmak için tarifsiz korku ve acılara maruz bırakılarak sokaklarda yaşamaya çalışan hayvanları sokaklardan arındırmak için insanüstü bir efor sarf etti İBB. Rant uğruna yüzlerce insan da mağdur edildi, sokak çocukları tecrit edildi, ama hayvanlar, insanların uyguladığı tahakkümün en alt basamağında yer aldığı için, “geri dönüştürülemeyecek çöp” olarak algılandığından sonuç onlar için çok daha ağır. Mezbahalarda, çiftliklerde, ormanlarda, şehirlerde, barınaklarda, laboratuvarlarda, sirklerde, akvaryumlarda, hayvanat bahçelerinde, yarışlarda ve dövüşlerde, pazarlarda vb. hayvanlara yaşatılan şiddet sürüyor.

- Bu şiddeti teşhir etmek için başlattığınız bir proje var; “Zulmü Görüntüle”...

- Bu bir teşhir ve doğrudan eylem kampanyası. Hayvanlara yapılan zulüm görüntülerini yayımlayarak zulüm yapan firmaları deşifre etme çağrısında bulunuldu. Bunun tıp ve veteriner fakültelerinde ve hayvan endüstrisinde çalışan duyarlı kesimi harekete geçireceğini düşünüyoruz. Ayrıntılı bilgi içinhttp://zulmugoruntule. wordpress.com/ adresine bakılabilir.

- Peki “Kurban Bayramı” yaklaşıyor. Sokaklar işkencehanelere dönecek yakında. Bu konuda bir eylem çalışmanız var mı?

- HÖİ, geçen yıl olduğu gibi bu bayramda da eylem çağrısında bulundu; hayvan katliamını öven pankartların sabote edilmesi, “Kurban Cinayettir!” yazılamaları gibi. Çağrımıza kulak verildi. Beylikdüzü, Esenyurt, Gazi mahallesi, Taksim, Cevizlibağ’daki üstgeçit ve duraklarda asılı kurban pankartları imha edilmiş. Diyanet İşleri Başkanı’nın “Bu sene kurban kesilmeyebilir” açıklaması kafaları karıştı. Yurtdışından getirilen 500 bin hayvan hakkındaki spekülasyonlar da birçok insanı kurban almaktan caydıracak gibi görünüyor. Keza “kurbanlık” fiyatları da birçok insanın kurban kesmekten vazgeçmesine neden olabilir. Bu yapay koşullar dışında bu bayramın bir zulüm olduğunun farkına varıp vazgeçen insanlar olduğunu da biliyoruz. Hiçbir canlı, inanç uğruna gırtlaklarından kesilerek katledilmeyi hak etmiyor. İHH gibi kurumların ülkenin dört yanına astığı, “Kurban paylaşmaktır!” gibi kandırmaca ve zulmü örtbas eden söylemlerin yazılı olduğu pankartları kullanması ciddi bir paradokstur. Bu paradoks deşifre edilmeli. İsrail devletinin İHH’nin yardım gemilerine yaptığı baskında katledilen ve şiddet gören o insanlar ne yaşadılarsa, hayvanlar da benzer bir zalimliği Kurban Bayramı’nda yaşayacak. Hatta daha fazlasını... Kurbanı “paylaşmak” ve bereket olarak lanse ederek zulmü meşrulaştırmaya çalışan herkese, kendilerinin “hayvanlara göre birer İsrail devleti olduğunu” hatırlatacağız.

Esra Açıkgöz
Kaynak: Cumhuriyet Dergi

18 Aralık 2010 Cumartesi

Bergama'nın Türkiye'ye faturası büyük

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, (AİHM) Bergama'da siyanür kullanarak altın madeni aranması nedeniyle Danıştay'ın kararını uygulamayan Türkiye'yi, 1 milyon 817 bin 761 TL tazminat ödemeye mahkum etti.


Türkiye’nin, Danıştay kararını uygulamaması nedeniyle ödediği ceza CHP Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün soru önergesine Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in verdiği yanıt ile ortaya çıktı.

TÜRKİYE ALEYHİNE 3 BAŞVURU YAPILDI


Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Bergama ilçesi sınırları içinde siyanür kullanılarak altın madeni aranması nedeniyle, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne, Türkiye aleyhinde 3 başvurunun yapıldığını belirterek, şöyle dedi: “Bu başvurular sonucunda, Danıştay kararının uygulanmaması bağlamında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6/1. maddesinin ve siyanür yöntemiyle altın aranması çalışmaları bağlamında özel ve aile yaşamına saygı hakkını düzenleyen 8. maddesinin ihlaline karar verildiği, ihlal kararları neticesinde tazminat ve yargılama giderine hükmedildiği, ödemelerin her bir kararın kesinleşmesinden sonra 3 ay içinde Dışişleri Bakanlığı Merkez Saymanlık Müdürlüğü’nce, ödeme günü kurları üzerinden toplam 1 milyon 817 bin 761,01 TL olarak yapıldığı bildirilmiştir.”


HÜKÜMET ALEYHİNE 3 AYRI İHLAL KARARI VERİLDİ
Adalet Bakanı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Bergama Ovacık Altın Madeni’nin, faaliyetlerinin durdurulmasına yönelik yerel mahkeme kararlarına rağmen işletilmeye devam edilmesine ilişkin olarak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin, adil yargılanma hakkını düzenleyen 6/1. inci maddesinin ve özel hayatının korunmasını düzenleyen 8. maddesinin ihlal edildiği gerekçesiyle hükümet aleyhine 3 ayrı ihlal kararı verildiğini bildirdi.

SORUMLU KAMU PERSONELİ BULUNMADI


Adalet Bakanı Sadullah Ergin, AİHM kararları uyarınca yapılan ödemeleri takiben Adalet, İçişleri, Sağlık, Çevre ve Orman, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlıklarıyla yapılan yazışmalar neticesinde, Borçlar Kanunu 41 ve devamı maddeleri uyarınca, aleyhine dava açabilecek kusurlu ve sorumlu kamu personeli bulunmadığı bildirildiğinden, rücu konusunda herhangi bir işlem yapılmadığını ifade etti.

Adalet Bakanı, konuya ilişkin olarak Hazine aleyhinde, iç hukukta açılmış herhangi bir tazminat davasına kayıtlarda rastlanmadığını söyledi.


Kaynak: Radikal

17 Aralık 2010 Cuma

Anneler Dikkat: Göçmen Kadınların da Hakları Var!

23 sivil toplum örgütü, "Anneler Dikkat" başlıklı bir yazıda annelere evlerinde çalıştıracakları göçmen kadınlara düşük ücret ödemeleri, pasaportlarına ve maaşlarının bir bölümüne el koymaları gibi uyarılarda bulunan anneyiz.biz sitesi hakkında suç duyurusunda bulunacak.

23 sivil toplum örgütü, Hürriyet Aile grubuna bağlı “anneyiz.biz” sitesinde yer alan ve annelere evlerinde çalıştıracakları göçmen kadınlara ilişkin ırkçı ve ayrımcı uyarılarda bulunan bir yazıyla ilgili suç duyurusunda bulunmaya hazırlanıyor.

Ev işçiliğinin ve gündelikçiliğin görünmeyen emek olmaktan çıkıp, iş tanımının yapılmasını, göçmen ev işçisi kadınlara çalışma izni verilmesini isteyen sivil toplum örgütleri, ister göçmen ister Türkiyeli olsun tüm ev işçilerinin can güvenliğinin sağlanmasını, sağlık ve emeklilik haklarının verilmesini de talep ediyor.

Sivil toplum örgütlerinin temsilcileri, bu taleplerini destekleyen ve konuyla ilgilenen tüm kadın örgütlerini, sendika, dernek, sivil toplum kuruluşları ile karma örgütlerdeki kadınları suç duyurularına ve basın açıklamalarına imzacı olmaya çağırıyor.

Pasaportuna ve maaşına el koyun

Hürriyet Aile grubuna bağlı “anneyiz.biz” sitesinde yer alan “Anneler Dikkat” başlıklı yazıda, “Kadın göçmen ev işçilerinin hemen pasaportuna el koyun”, “Yabancı yatılı yardımcılara maksimum 500 lira ödeyin”, “İlk üç ay maaşının yüzde 20’sine el koyun”, “Ülkemizde işsizlik varken başka ülkelere kaçan milli sermayemize kısmen engel olun” gibi ifadeler de var.

Sivil toplum örgütleri, bu ifadelerin hem göçmen kadınların hem de ev işçilerinin temel hak ve özgürlüklerinin ihlali yönünde teşvik edici hem de ayrımcılığı ve yabancı düşmanlığını cesaretlendirici olduğunu belirtiyor.

Sivil toplum örgütleri, 18 Aralık Cumartesi günü saat 14.00’te Taksim Tramvay durağında bir basın açıklaması yaptıktan sonra 23 Aralık Perşembe günü de Sultan Ahmet Adliyesi’nde suç duyurusunda bulunacak.

Basın açıklamasına ve suç duyurusuna katılan sivil toplum örgütleri şöyle:

Ev İşçileri Derneği Girişimi, İmece Gündelikçi Kadınlar Birliği, İmece Kadın Dayanışma Derneği, Göçmen Dayanışma Ağı, Sosyalist Feminist Kolektif, Amargi Kadın Kooperatifi, Amargi İzmir, Türkiye Homenet (Ev-eksenli Çalışan Kadınlar Dayanışma Ağı), Emekçi Hareket Partili Kadınlar, İstanbul LGBTT Sivil Toplum Girişimi, Yeryüzüne Özgürlük Derneği, İstanbul Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Şubeler Platformu'ndan Kadınlar, Sosyalist Kadın Meclisleri, Kadın Emeği Kolektifi, Sosyalist Demokrasi Partisi üyesi kadınlar, Emek Partili Kadınlar, Petrol-İş Kadın Dergisi, Kaos GL, Kadın Dayanışma Vakfı, Sosyalist Partili Kadınlar, Emeklisen Aksaray 3 Nolu Şubeden Kadınlar, Halkevci Kadınlar, Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP) üyesi kadınlar.

Kaynak: Bianet

14 Aralık 2010 Salı

Kaz Dağı'nda Altın Tekellerini Durdurun

Kanadalı Alamos Gold firması, Kaz Dağı’nın Çanakkale bölgesindeki sondaj çalışmalarında sona yaklaşıldığını bildirerek 2013 yılında altın üretimine başlayacaklarını açıkladı. Çanakkale Çevre Platformu Dönem Sözcüsü Hicri Nalbant ise firmanın liç havuzunu nereye kuracağını kamuoyundan sır gibi sakladığını vurgulayarak “Atık barajlarıyla oluşacak siyanür tehdidinden İstanbul hatta Ankara’daki tüketiciler de etkilenecektir. Tüm yurttaşları mücadeleye çağırıyoruz” dedi.


Kazdağı ayaklanıyor…

Merkezi Kanada’da olan Alamos şirketinin Çanakkale’nin Çan ilçesi Etili Köyü’nde şantiyesi bulunan Kuzey Biga ve Doğu Biga Madencilik Şirketi’nin temsilcisi Mevlüt Alsan, 2013 yılında altın üretimine geçeceklerini bildirdi. Çanakkale Ticaret ve Sanayi Odası’nın (ÇTSO) toplantısında konuşan Alsan’ın sözleri, bürokratları da şaşırttı. Çevre Orman İl Müdür Vekili Ali Osman Kaymakçı, üretim izni ile ilgili müdürlüğüne ulaştırılmış bir başvuru olmadığını bildirdi. Firma temsilcisinin açıklamaları, çevrecilerin de tepkisine neden oldu. Çanakkale Çevre Platformu Dönem Sözcüsü Nalbant, altın üretimi yapacak firmanın temsilcisinin, liç havuzunun yerini sır gibi kamuoyundan sakladığını anımsattı. Kendilerine ulaşan bilgilere göre atık barajlarının Nalbant, “Kamuoyu artık uyanmalı. Bugüne kadar sondaj alanlarını gösterip halkı uyutanlar, ÇTSO toplantısındaki sözleriyle suçüstü yakalanmışlardır” dedi.

‘Altın tekellerini durdurun’

Altın tekellerini durdurmak için tüketicilere de önemli görevler düştüğünü belirten Nalbant, “Altın üretimi sadece bizim bulunduğumuz bölgeyi ilgilendirmiyor. Atık barajlarıyla oluşacak siyanür tehdidinden İstanbul hatta Ankara’daki tüketiciler de etkilenecektir. Eylemsellik çağrılarımıza İstanbullu yurttaşlarımız da destek vermelidir” diye konuştu.

Kaynak: Cumhuriyet

13 Aralık 2010 Pazartesi

Medrano Sirki Protestosunda Arbede ve Loç Vadisi Direnişiyle Dayanışma



Hayvan Özgürlüğü İnisiyatifi ve Direnişin Ritimleri, hayvanlara uygulanan işkence ve zulmü protesto etmek için Maçka Küçük Çiftlik Parkı'nda bulunan Medrano Sirki'nin önünde eylemdeydi. Protesto eylemi sırasında sirk girişine doğru yürüyüşe geçen eylemcilere sirk görevlileri saldırdı. Saldırıya karşılık veren eylemciler slogan ve ritimleri arttırarak sirkin önünden gitmemeye ve hayvan zulmünü teşhir etmeye kararlı olduklarını gösterdiler.

Eylemde "Sirkler eğlence değil işkencedir. İnsana, hayvana, gezegene özgürlük" yazılı pankart açan kara ve kara/yeşil bayraklı eylemciler, "Sirklere gitme işkenceyi engelle", "Sirkleri kapatın hayvanları bırakın", "Katil Medrano yeryüzünden defol", "Zulme Karşı Doğrudan Eylem!", sloganları attı. Eylemciler sirklerin, insanların gözlerinden ırak hayvanlara uyguladığı zulüm ve işkenceyi teşhir etmek için hazırladıkları 10 litrelik kırmızı boyaları Medrano sirkinin önüne dökmesi üzerine sirk çalışanları aralarında yeniden gerginlik tırmandı. yumruklaşmaların başlamasıyla arbedeye dönüşen eylemde; polislerin, eylemcilerden bir kaçının sirk çalışanlarınca içeriye çekilip darp edilmesine uzunca bir süre seyirci kalması dikkat çekerken, yaralanmalardan sonra sivil polislerin araya girmesiyle gerginlik yatıştı.

Basın açıklamasında, hayvanlara yönelik zulüm ve işkenceyi eğlence olarak sunmakla suçladıkları sirki protesto için toplandıkları söylendi. Sirklerin hayvanlara yapılan zulüm, zorlama, tutsaklık ve işkence merkezli olduğu ifade eden eylemciler açıklamalarında, "Bu ticarethaneler, eğlenceyi değil, zulmü ve işkenceyi pazarlar. Çivili sopa, kırbaç, elektro şok çubuğu, kanca gibi işkence aletleri kullanılarak bir eğitim sürecine zorlanan, ardından işe yaramayacak hale gelene kadar kullanıp atılan, öldürülen, açlıkla ve kırbaçla terbiye edilen hayvanlar, parlak albenili, ışıltılı gözüken kıyafetler ve süslerle donatılıp eğlence sektörünün kölesi haline getiriliyor" dedi. Eylemde ayrıca polisin geçen hafta bir öğrenciye saldırarak bebeğini katletmesine gönderme yapmak üzere bazı eylemciler hamile kılığına girdi, bazıları ise "Hamileyim, Eylemdeyim" dövizleri taşıdılar.

Açıklama devam ederken yerdeki kırmızı boyaları su dökerek temizleyen sirk görevlileri, süpürge ile boyaları hayvanseverlere atması üzerine yeniden gerginlik yaşandı. Durumu attıkları sloganlarla ve hayvanların nakliyesi için kullanılan tırların ve sirk tabelasının üstüne yazılama yaparak bir süre daha protesto eden eylemciler daha sonra eylemlerine son vererek, Salı Pazarı'nda bulunan Orya Enerji'nin önünde Loç Vadililerin HES'lere karşı 4 gündür sürdürdüğü oturma eylemiyle dayanışmak üzere sirkin önünden ayrıldı. Orya Enerji'nin önüne kadar yürüyen eylemciler doğayı yok eden Orya Enerji'ye karşı Loç Vadisi halkının yanlarında olduklarını ifade ettiler. Bir süre Direnişin Ritimleri'nin çalmasının ardından oturma eylemi Pazartesi yeniden başlamak üzere sona erdi.


Eylemde okunan bildiri:

İstanbullular, 9 Eylül'den bu yana 137 yıldır sömürüyle, kölelikle ve hayvanlara uyguladığı şiddetle ayakta duran Medrano Sirki'nin sunduğu gösteriler ile kahkahaya boğuluyor, heyecanlanıyor, eğleniyor.

Bugün burada hayvanlara olan zulmü ve işkenceyi eğlence olarak pazarlayan tüm hayvanlı sirkleri protesto etmek, bu zulüm merkezlerindeki sömürüyü teşhir etmek amacıyla toplandık.

Sirkler, hayvanlara yapılan zulüm, zorlama, tutsaklık ve işkence merkezidir. Bu ticarethaneler, eğlenceyi değil, zulmü ve işkenceyi pazarlar. Çivili sopa, kırbaç, elektroşok çubuğu, kanca gibi işkence aletleri kullanılarak bir eğitim sürecine zorlanan, ardından işe yaramayacak hale gelene kadar kullanılıp atılan, öldürülen, açlıkla ve dayakla terbiye edilen bu hayvanlar; parlak, albenili, ışıltılı gözüken kıyafetler ve süslerle donatılıp eğlence sektörünün kölesi haline getiriliyor.

Hayvan Özgürlüğü İnisiyatifi olarak özgürlük için, insanın insana uyguladığı; insanın hayvana uyguladığı ve gezegen üzerinde kurduğu tüm tahakküme karşı herkesi direnişe çağırıyoruz.

Özgürlüğün bir parçası, hayvan özgürlüğü için;

Bu işkencehanelerin ayakta kalmasına seyirci kalmayın, işkencehanelere destek olmayın, bu zulmün devam ettirilmesine ortak olmayın, çocuklarınıza eğlence olarak zulmü izlettirmeyin.

Hayvan Özgürlügü İnisiyatifi
hayvanozgurluguinisiyatifi@gmail.com

Fotoğraf albümü: http://picasaweb.google.com/hayvanozgurluguinisiyatifi/MedranoSirki111210#

VİDEO (ATV)

VİDEO (SHOW TV) Online izle

İklim Değişikliğindeki Rolümüz 'Binde Dört' Demek Türkiye'yi Kurtarır mı?

Dünyanın geleceğini belirleyecek olan İklim Zirvesi Meksika'nın Cancun kentinde sessiz sedasız tamamlandı. Cancun’da konuşma yapan Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Türkiye’nin iklim değişikliği ile mücadele konusundaki vurdumduymazlığını bir kez daha gözler önüne serdi.


Geçen yıl Danimarka’nın Kopenhag kentinde yapılan zirveye ABD Başkanı Barack Obama’nın dahil olduğu 101 dünya lideri katılınca İklim Zirvesi günlerce konuşulmuştu. Ancak liderler bir uzlaşmaya varmak yerine kavga edip toplantıdan ayrılmıştı. Bu yılki zirve liderler dalaşına sahne olmadı ancak iklim değişikliği konusunda da herhangi bir umut verici gelişme yaşanmadı. Cancun’da konuşma yapan Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu da, Türkiye’nin iklim değişikliği ile mücadele konusundaki vurdumduymazlığını bir kez daha gözler önüne serdi.

Dünyanın ısındığı, iklimlerin değiştiği bir gerçek. Bunun önüne geçmek için dünya ülkelerinin ortak hareket etmesi de ayrı bir gerçek. Ancak buna özellikle sera gazı salımlarında büyük rol oynayan gelişmiş ülkeleri ikna etmek oldukça zor. 2012’ye kadar geçerli olan Kyoto Protokolü’e taraf olan ülkelerin farklı sorumlulukları var. Dünya ülkeleri gelişmişlik düzeylerine göre iki ayrı listede yer alıyor. Geçen yıl Kopenhag’da ve bu yıl da Cancun’da Kyoto sonrasında neler yapılması gerektiği ile ilgili ortak bir mutabakata varılmaya çalışılıyor. Ancak şu ana kadar bu gerçekleşmedi. Çünkü ülkeler herhangi bir taahhüt altına girmek istemiyor.

Türkiye ise iklim değişikliği ile mücadele konusunda ulusal ve de uluslararası hedeflerini açıklamak yerine sürekli olarak beklentilerini dile getiriyor. Eroğlu’nun zirvenin bitmesine bir gün kala Cancun’da yaptığı konuşma ise bunun kanıtı:


“2012 sonrasına yönelik rejim kapsayıcı, adil ve dengeli olmalıdır. Bununla birlikte bu süreç bize bazı esneklikler de sağlamalıdır. Bu bizim uzun vadeli ve adil bir anlaşmaya ulaşmamız için tek yoldur. Bununla birlikte, uzun dönemli azaltım ve uyum faaliyetlerinde ekonomik ve sosyal kalkınma konuları başta olmak üzere ulusal ve bölgesel şartlar da göz önünde bulundurulmalıdır. Gelişmiş ülkelerin tarihsel sorumlulukları dikkate alındığında, sera gazı emisyonlarının azaltılması için finansman ve teknoloji transferinde öncülük etmeleri gerekmektedir. Taraf ülkelerin sözleşme kapsamında sınıflandırılmasında dikkat edilen kriterlerin günümüz gerçeklerini ve ihtiyaçlarını yansıtmadığına inanıyoruz. Bu sebeple, bu konunun tartışılması gerektiğini düşünüyoruz. Aslında, Türkiye’nin tarihi küresel sera gazı emisyonları arasındaki payı sadece ve sadece binde dörttür. Türkiye hızlı bir büyüme süreci içerisindedir. Bu süreç, enerji ihtiyacı talebini önemli ölçüde artırmaktadır. Elektrik enerjisi ihtiyacındaki yıllık ortalama artış hâlihazırda yüzde yedi mertebesindedir. Kalkınma sürecinde ülkemizin uzun vadeli enerji ihtiyacının artması öngörülmektedir. Bu sebeple, ülkemizin herhangi bir yıl baz alınarak emisyon azaltım hedefi alması gerçekçi değildir.”

Eroğlu, dünyanın ısınmasında Türkiye’nin rolünün çok az olduğunu anlatıyor. Tarih içinde Türkiye’yi Çin ve ABD’nin atmosfere saldığı sera gazı miktarı ile kıyaslıyor. Halbuki gelişmekte olan Türkiye son yıllarda Avrupa’daki en çok sera gazı salım yapan ülkelerin başında geliyor. 1990’lar seviyesine göre sera gazı salım miktarı yüzde 111 arttı. Bu durumda Türkiye’nin iklim değişikliğinde rolü ‘çok küçük, binde dört’ demek gerçeği yansıtmıyor.

Serkan Ocak


Kaynak:
Radikal

10 Aralık 2010 Cuma

Eylem: Sirkler Hayvanlar İçin Eğlence Değil İşkencedir!

Boykot çağrımıza kulak veren ve destekleyen, hayvanlı sirklerde yaşanan zulmün teşhiri için harekete geçen tüm birey ve aktivist gruplara teşekkürlerimizle...



Tarih: 11 Aralık 2010, Cumartesi, saat 12:30 - 14:00
Yer: Medrano Sirki önü, Maçka Küçükçiftlik Parkı, Kadırgalar Yokuşu, Dolmabahçe



Eylemin çağrıcısı olan Hayvan Özgürlüğü İnisiyatifi'nin çağrı metni:

İstanbullular, 9 Eylül'den bu yana 137 yıldır sömürüyle, kölelikle ve hayvanlara uyguladığı şiddetle ayakta duran Medrano Sirki'nin sunduğu gösteriler ile kahkahaya boğuluyor, heyecanlanıyor, eğleniyor. Peki kimse sirklerde ne olup bittiğinden haberdar mı? Ateşle çevrelenmiş bir çemberden atlayan kaplan, iki ayağı üzerinde dans eden fil, üzerine süslü kıyafetler giydirilmiş ve çeşitli akrobatik hareketlerle kalabalığı eğlendiren köpekler bu hareketleri isteyerek mi yapıyor, sizce bu hayvanlar gerçekten mutlu mu? Eğitim esnasında bakıcısını öldüren ya da sirkten kaçıp cinnet geçirirmişçesine kalabalığın arasına dalarak, kendisini izlemek için gelen insanları ezip geçen filin bu davranışı niye yaptığını hiç düşündünüz mü?

Birçok insan, bu "eğlence" dünyasının tozpembe olduğunu düşünerek çocuklarını, arkadaşlarını, eşini, dostunu yanına alıp kâh eğleneceği kâh heyecanlanacağı kâh güleceği bir eğlence gösterisine gittiğini zannediyor. İki ayağı üzerinde neşeyle (!) danseden ayı, tek bir kırbaç hamlesi ile ip gibi dizilen aslanlar, bisiklete binen "insan kılığına sokulmuş" maymun doğal hayatında da tüm bunların hepsini yapmaya can atıyor mu dersiniz? Hayır, yapmıyor, yapmak isteyeceğini de düşünmüyoruz. Aksine, neden ve nasıl bu hareketleri yapıyorlar diye düşündüğümüzde ortaya iğrenç, dayanılmaz bir tablo ortaya çıkıyor. Bu yüzden sizlere, insanlara ışıl ışıl, renkli, eğlenceli bir dünya olarak pazarlanan sirklerin gerçek yüzünü anlatmak istiyoruz:

Hayvanların kullanıldığı sirkler, hiçbir zaman mutluluğun, eğlencenin sergilendiği yerler olmadı, olamayacak da. Çünkü, sirklerdeki hayvanlar, doğal yaşam alanlarından koparılarak hapsediliyor, insanların eğlendirilmesi için akılalmaz işkencelerle, dayakla, açlıkla terbiye edilerek zorla sahneye çıkarılıyor. Her anı zulümle dolu olan, zorlu bir eğitim sürecinin ardından ölene kadar ya da işe yaramayacak hale gelene kadar köleliğe mahkum edilen bu hayvanlar, parlak, albenili, ışıltılı gözüken insan kıyafetleriyle ve süslerle donatılıp eğlence sektörüne kazandırılıyor (!). Sirk sahiplerinin izni dışında hiçbir gereksinimleri karşılanmayan bu tutsak hayvanlar, doğal yaşam ortamlarına kıyasla binlerce kat dar alanlarda, asla istedikleri gibi hareket edemeyecekleri kafeslerde tutuluyor. Doğalarına hiçbir şekilde uymayan bir ortamda, çok kısıtlı temel gereksinimleri sağlanarak sadece yaşamalarına izin veriliyor. Bu mahrumiyet nedeniyle de hapsedildikleri dar kafeslerde, kendi etraflarında, sürekli dairesel dönme hareketleri, kafa sallama gibi anormal davranışlar sergiliyorlar. İstenildiği gibi eğitilmeleri için aç bırakılıyorlar; bir parça fıstık ya da meyve sayesinde, öğrendikleri hareketleri, seyirci önünde zorluk çıkarmadan, daha kolay yapmaları için. Verilen komutu uygulamamak için direnen ya da hareketleri yapmayı reddeden hayvanlar ise ekstradan dayak ve işkenceyle, açlıkla ve susuzlukla cezalandırılıyor ki yabanıl dirençleri kırılsın diye...

Eğitimlerde çivili sopa, kırbaç, elektroşok çubuğu, kanca gibi işkence aletleri kullanılarak hayvanlara "yabanıl" oldukları unutturulmaya çalışılıyor, bu iğrenç sürece ve süresiz tutsaklığa adapte olmaları için son derece acımasız muamelelere maruz bırakılıyorlar. Bir zamanlar tıpkı köle insanlar gibi "mal" statüsünde olan ve üstlerinden para kazanılan bu tutsak hayvanlar, şiddet dolu eğitimleri esnasında bile tıbbî yardımdan yoksun bırakılıyor; çünkü sirklerde kâr daha önemli. Eğitimde, gösteride ve hatta uyurken bile uğradıkları şiddetin, vücutlarında açtığı yaralar basit müdahalelerle geçiştirilerek bir sonraki gösteriye hazırlanıyorlar. Sirkler, şehirden şehre, ülkeden ülkeye gezdikleri için bu hayvanların, suya, yiyeceğe, doğal ihtiyaçlara erişimleri de bir hayli kısıtlı durumda. Yılın büyük bir kısmını nakledilerek geçirdiklerinden kötü hava koşullarından da oldukça etkileniyorlar, ama bu, dayaksız, işkencesiz bir zaman dilimi olduğu için onlara göre bulunmaz bir fırsat belki de. Sürekli dayağa, işkenceye ve açlığa maruz bırakıldıkları ve kafes içerisinde sürekli hapsedildikleri ya da çok kısa zincirlerle bağlandıkları için daima stres ve acı içerisinde yaşamaya mahkûmdur sirk hayvanları.

Sirkler, hayvanlara yapılan zulüm, zorlama ve tutsaklık nedeniyle birer işkence merkezidir. Bu ticarethaneler, aslında eğlenceyi değil, zulmü ve işkenceyi pazarlar. Zorlamayla, işkenceyle, şiddetle eğitilen hayvanlar, zorunlu çalışma sisteminde, cinnetin eşiğinde olan toplumun kargaşasında ufalanan, yaşamayı, gülmeyi unutmuş insanları eğlendirmek için adeta "tüketilecek" mal muamelesi görür. Tutsaklıklarından ölümlerine kadar acı, işkence ve ağır stresle yaşamaya mahkûm edilen bu hayvanların insanları eğlendirmek için tüm bunlara maruz bırakılması hiçbir şekilde kabul edilemez. Bu yüzden "eğlenceli" diye reklamları yapılan sirklere halen gitmek isteyip istemediğinizi sorgulamanız gerekiyor.

Sirklerdeki tutsak hayvanlar,

- Bir zamanlar doğada özgürce ve insandan uzak, insan boyunduruğu olmadan yaşamlarını sürdüren canlılardı.

- Acıyı, eziyeti, sömürüyü insanlarla eşit düzeyde hisseder, psikolojik baskıyı ise katbekat fazla hisseder.

- İnsanları eğlendirme gibi bir ihtiyaçları olmadığı gibi insan tarafından kendilerine böyle bir vazife de yüklenemez. Sirklerdeki tutsaklık, işkence, dayak, açlık vb. durumlar kendi iradelerinin dışında ve bir çıkar uğruna onlara uygulanmaktadır.

- Gösterilerde sergiledikleri metazori hareketleri isteyerek öğrenmez.

Bu yüzden BU ZALİM SEKTÖRE DESTEK OLMAYIN! Hayvanlı sirklere gitmeyin. Mümkün olduğunca çevrenizdeki insanları sirk gerçeği konusunda bilgilendirin ki onlar da zulümden kazanç sağlayan bu işkencehanelerin ayakta kalmasına ve sirklerdeki bu zulmün devam ettirilmesine ortak olmasın…

Hayvan Özgürlüğü İnisiyatifi
hayvanozgurluguinisiyatifi@gmail.com
http://www.facebook.com/pages/Yasam-Savunuculari/176170942395290

Ayrıca aşağıdaki sirk programındaki “gösteriler” öncesinde broşür dağıtma
http://www.biletix.com/static.htm?page=sp23

Broşürü online okumak için:
http://issuu.com/internationala/docs/flyertyke-rv1

Broşürü indirip dağıtabilirsiniz, yaygınlaştırabilirsiniz:
http://www.archive.org/download/SirklerHerkesIcinEglenceDegildir/flyertyke-rv1.pdf