30 Eylül 2014 Salı

ÇHD: Güvenlik Güçleri Sınırda Haksız Müdahalelerde Bulundu

ÇHD iktidarı ve kamu idaresini Suruç’ta yaşanan ihlaller konusunda uyardı. Kobanêli ailelerin hijyen malzemesi, kışlık gereçler gibi acil ihtiyaçları olduğunu duyurdu.


Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Suruç/Kobanê Sınır Hattında Yaşanan Hak İhlalleri ve Acil İhtiyaçlar Raporu’nda, sınır politikasının bu şekilde sürdürülmesinin geniş kitleler için ciddi ve hayati riskler taşıdığını bildirdi.

ÇHD’nin 26-28 Eylül’de yaptığı gözlemlerin aktarıldığı raporda, Suruç ilçe merkezi ve çevresine yayılmış Kobanêli ailelerin hijyen malzemesi, kışlık gereçler gibi acil ihtiyaçları olduğu vurgulandı.

Raporda, sınır hattında kolluk güçlerinin haksız ve ölüm tehlikesine yol açan müdahalelerde bulunduğu tespiti de yer aldı.

Suruç

Raporda öne çıkan noktalar şunlar:

* Suruç’da, Kobanê çevresinde IŞİD’in eline geçen köylerden ve bir kısmı Kobanê merkezden göçen aileler zor koşullarda topluca kalmaktadırlar. Temel hijyen maddeleri, kışın yaklaşması ile birlikte önem kazanan battaniye, kışlık giyim malzemesi vb. ihtiyaçlar önem kazanmıştır. Göç İdaresi’nin ilçe merkezinde kayıt yaptığı gözlemlenmiştir

* Sınırdan IŞİD taraftarlarının geçişini engelleme hedefli eylemelere Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) tarafından zaman zaman müdahalelerde bulunuldu.

* 27.09.2014 itibari ile IŞİD tarafından silahlı saldırıda bulunuldu, araçlarda hasar meydana gelirken, bir kişi ayağından yaralandı. Türkiye tarafından sınırın Türkiye tarafına yapılan saldırıyla ilişkin herhangi bir tepki ve karşılık verilmedi.

Kobanê

* Kobanê içinde halkın kadın/erkek yaşlı/genç silahlanarak savunma hazırlığı içerisinde olduğu, genel yakınmanın ise IŞİD saldırıları karşısında, herhangi bir fiili destek gelmemesi yönünde olduğu görüldü.

* Kobanê merkezde gıda gibi sorunlar ikincil planda.

* Kantonun güney, batı ve doğusunun IŞİD işgali altında olduğu kuzeyinin Türkiye sınırları ve bu sınır hattında mayınlı arazi olduğu gözetildiğinde, IŞİD’ın şehir merkezine girmesi halinde bir katliam yaşanma riski yüksek.

* 26.09.2014’te sınırı aşarak Kobanê içine giren ve sayısı iki bine yaklaşan kitlenin kısa bir süre sonra Türkiye’ye dönüşü TSK tarafından engellendi. Mayınlı arazide mayınsız dar bir şeritte bulunan kitlenin üzerine, kitlenin paniğe kapılarak mayınlı araziye yayılma tehlikesi bulunmasına rağmen gaz bombası atıldı.

Bu açık alanda saatlerce bekletilen kitle Yumurtalık bölgesine yönlendirildi, uzun bir yürüyüşün sonrasında alana varıldı.

Kitle burada yine saatlerce bekletildi. Bu nedenle çıkan tartışma ve gerginlik üzerine alanda çocuklar, yaşlılar düzensiz biçimde araç ve hayvanlar olmasına ve yine alanın mayınlı olmasına rağmen jandarma tarafından yoğun gaz atışında bulunuldu.

* Türkiye’ye girişler gruplar halinde gece yarısına kadar sürdü, girişler esnasında kimlik tespiti yapılan kişilere kötü muamelede bulunuldu, hakaret edildi, tutanaksız bir şekilde dijital ve yazılı eşyalara el kondu. Avukatların yaptığı itirazlara rağmen bu eşyalar iade edilmediği gibi tutanak altına da alınmadı.

Kaynak: Bianet

Mahkeme, devletin kolunu koparttığı Veli Saçılık için yine karar veremedi

Burdur Cezaevi operasyonunda iş makinesiyle kolu koparılan Saçılık’a, “operasyonunu masrafı” için 13 yıl önce açılan tazminat davasının bugünkü duruşmasında da karar çıkmadı.



Burdur Cezaevi operasyonunda kolu koparılan Veli Saçılık’a 13 yıl önce açılan tazminat davasında bugün de karar çıkmadı.

Saçılık’tan, devletin operasyonunda, operasyon kapsamında görevli olan iş makinesinin kolunu koparmasının ardından açılan davada, iş makinesinin yıktığı duvarın masrafını ödemesi isteniyor.

Duruşma salonuna abluka

Burdur 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde bugün görülen duruşmayla ilgili bianet’e konuşan avukat Senem Doğanoğlu, zaten hukuka uygun bir süreç yürümediğini, mahkemenin 2011’de ellerine ulaşan bir dosyanın beklenmesine karar vererek duruşmayı 9 Aralık’a bıraktığını söyledi.

Doğanoğlu, bugünkü duruşma öncesi yaşananları da şöyle anlattı:

“Duruşmaya 30 kişi beraber geldik, adliyeye daha varmadan aracımız iki sivil polis tarafından durduruldu. ‘İçeri girilmesinin yasak olduğunu, sadece avukatların ve beş kişinin adliyeye alınacağını söylediler. Savcıyla görüştük ancak o da ‘Koridor güvenliğni sağlayamayacağını’ gerekçe gösterip insanları adliye binasına sokmadı. Duruşma salonuna KESK, Eğitim Sen ve Büro Emekçileri Sendikası temsilcileri girebildi.”

“Mahkeme Burdur Asliye Ceza Mahkemesi’nde 2008’de kararı çıkmış dosyanın beklenmesini istedi. ancak o dosya bu mahkemeye 2011’de gelmiş olduğundan beklenmesine gerek olmadığını söyledik. Davanın reddinin istedik.”

“Bugün ifade veren, cezaevi operasyonuna maruz kalmış olan dönemin mahpusları da isyan olmadığını, hapishaneye operasyon düzenlendiğini söyledi.”

“Ama mahkeme taleplerimizi kabul etmedi, bir gerekçe de göstermedi, karar da vermedi.”

“Davada mahpuslarla birlikte iki de vefat eden sanığın ailesi yargılanıyor. Artık bir karar çıkmasını bekliyoruz.”

200 bin TL masraf!

Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün aralarında Veli Saçılık’ın da olduğu 61 kişiye 19 Ocak 2001’de açtığı tazminat davası, 13 yıl sonra görülmeye başlandı.

Davada, o dönem tutuklu veya hükümlü olan 61 kişiden, 5 Temmuz 2000’de Burdur Cezaevi’ne yapılan operasyonda yıkılan duvarların, su basan hapishanenin zararını ödemesi isteniyor.

Operasyonda, hapishane duvarını yıkarak koğuşa giren iş makinesi Saçılık’ın kolunu koparmıştı. Saçılık’ın kolunu, yanındaki arkadaşları görevlilere teslim etti ancak hastanede kol bulunamadı. Saçılık’ın kolu, operasyondan bir gün sonra Burdur’da bir sokakta bulundu.

Maliye Bakanlığı, hapishanenin zararının 2000 yılında 31 bin TL olduğunu ileri sürerek, Saçılık ve arkadaşlarının bu parayı faiziyle ödemesini talep ediyor. Saçılık, miktarın, faiziyle hesaplandığında 200 bin TL’ye varabileceğini tahmin ediyor.

Tazminatı da geri istediler

Saçılık, bildiri dağıttığı gerekçesiyle gözaltına alınmış ve örgüt üyeliği suçlamasıyla tutuklanmıştı. Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde işkence gördüğünü de anlatan Saçılık önce Ulucanlar, sonra da TDKP davasından hükümlü olarak Burdur Cezaevi’nde kaldı.

19 Aralık Katliamı öncesi 5 Temmuz 2000’de Burdur Cezaevi’ne yapılan operasyonda koğuşa dozerle girildi, dozer Saçılık’ın kolunu kopardı. Kolu ertesi gün sokakta, bir köpeğin ağzında bulundu. Saçılık’a “isyan ettiği” gerekçesiyle dava açıldı.

Cezası tamamlandıktan sonra kopan kolu için tazminat davası açan Saçılık Antalya 1. İdare mahkemesinin 2005 yılında verdiği kararla yaklaşık 250 bin lira maddi ve manevi tazminat aldı.

Karara Adalet Bakanlığı itiraz etti. Danıştay 10. Dairesinde görülen dava 26. Haziran 2013’te sonuçlandı. Danıştay kopan kolu ve uğradığı işkence nedeniyle Antalya 1. İdare Mahkemesinin verdiği kararı iptal etti ve faizleriyle birlikte Veli Saçılık’tan yaklaşık 700 bin lirayı geri vermesini istedi. İptalin gerekçesi, Saçılık’ın jandarmaya taş atarak karşı koymasıydı.

AİHM

Davalarını 3. maddenin (Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tâbi tutulamaz) ihlâli nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşıyan tutuklular, AİHM'in 2011 yılında verdiği karar sonucu Türkiye’nin suçlu bulunduğu ve kendilerine tazminat ödeneceği haberini aldı.

Veli Saçılık yönündeyse, haklı bulunduğu tescil edilmekle beraber o dönemde iç hukukta tazminat davası henüz sürmekte olduğundan bir tazminat kararı açıklanması Danıştay kararının açıklanmasından sonraya ertelendi. Bu karar Saçılık’ın aleyhine çıktığından, AİHM'in Türkiye'yi yüklü bir tazminata mahkum etmesi bekleniyor. (AS)

* Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Veli Saçılık’ın öyküsünü anlattı.

Kaynak: Bianet

Homofobik Ülkeler Olimpiyatlara Ev Sahipliği Yapamayacak

Soçi Kış Olimpiyatlarından sonra eleştirilen Uluslarası Olimpiyat Komitesi, Olimpiyat Oyunları’na ev sahipliği yapan ülkelerle yaptığı sözleşmeye ayrımcılık karşıtı bir madde eklediğini açıkladı.


Uluslarası Olimpiyat Komitesi (UOK), Olimpiyat Oyunları’na ev sahipliği yapan ülkelerle yaptığı sözleşmeye ayrımcılık karşıtı bir madde ekledi.

2014 Kış Olimpiyatlarının eşcinsellik karşıtı yasal düzenlemelere sahip Rusya’nın Soçi ilinde düzenlenmesi eleştirilere neden olmuş, boykot çağrıları yapılmıştı. Ayrımcı yasaları olan ülkelerin Olimpiyatlara ev sahipliği yapmaması gerektiğine yönelik başlatılan All Out imza kampanyası başarıya ulaştı ve Komite bundan sonra oyunlara ev sahipliği yapacak ülkelerle imzalanacak anlaşmanın bir parçası olarak ayrımcılık karşıtı bir sözleşme yapacağını duyurdu.

Agence Press’in haberine göre, UOK sözcüsü Mark Adams ev sahibi ülkelerle yapılacak sözleşmenin Olimpiyat ilkelerinin tüm ayrımcılık biçimlerinin Olimpiyatların ruhuna aykırı olduğunu hatırlatan 6. Maddenin ekleneceğini söyledi.

All Out kuruşçularından Andre Banks “Bu karar gelecekte Olimpiyatlara ev sahipliği yapacak tüm ülkere, LGBTİ’lere yönelik ayrımcılık dahil, hiçbir hak ihlaline müsamaha gösterilmeyeceğini göstermiş oldu. Bu, sadece Rusya’da değil, tüm dünyada birçok ülkede ayrımcılıkla karşı karşıya kalan LGBTİ’ler için özellikle önemli bir an. Bu değişikliğin uygulanması için ve Soçi’nin tekrarının yaşanmaması için çalışmaya devam edeceğiz” dedi.

Ne olmuştu?

2014 Kış Olimpiyatlarının Rusya’da yapılacağının açıklaması tüm dünyada tepkiye neden olmuştu. LGBTİ örgütleri kararı protesto ederken, Rusya İçişleri Bakanlığı, 2014 Sochi Kış Olimpiyatları’na katılan eşcinsel sporcuların ve izleyicilerin “LGBTİ propogandası”nı yasaklayan yasa kapsamında tutuklanabileceğini duyurmuş, UOK’un buna tepki gösteren LGBTİ’lere cevabı “Kendinizi açık etmeyin” olmuştu.

Soçi Olimpiyatları nedeniyle birçok eylem yapıldı.

Kanada Çeşitlilik ve Dahil Etme Enstitüsü, hazırladığı bir videoyla “Olimpiyat Oyunları her zaman biraz geydi. Böyle kalması için mücadele edelim” dedi.

All Out “Aşk her zaman kazanır” başlıklı videoda Olimpiyat Komitesi’ne ayrımcılık karşıtı ilkelerini hatırlattı.

İskoçyalı bira yapımcıları, Rusya Devlet Başkanı Vladamir Putin’e “Hello My Name is Vladamir” adlı bir kasa pro-gey bira yolladı.

LGBTİ sporcular Rusya’nın homofobi karşıtı yasalarına tepki gösterdi.

Norveç Sağlık Bakanı Bent Hoeie oyunlara kocasıyla, ABD de açılışa üç eşcinsel temsilcisiyle katıldı.

Tepkiler üzerine Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Uluslararası Olimpiyat Komitesi Başkanı Thomas Bach’a “Olimpiyat Oyunlarına katılacak sporcular, destekçileri ve ziyaretçilerin etnik köken, ırk ve cinsel yönelimine bakmaksızın kendilerini rahat hissetmeleri için elimizden geleni yapacağız. Bunun altını çizmek isterim” demişti.

Kaynak: Bianet

28 Eylül 2014 Pazar

CUMARTESİ ANNELERİ/İNSANLARI: Evlat Acısını Biliyorum, Barış İstiyorum

Cumartesi Anneleri / İnsanları 496. haftalarında lisedeyken gözaltına alınıp kaybedilen Hüseyin Morsümbül'ün akıbetini sordu. Anne Morsümbül mektubunda "evlat acısını biliyorum, barış istiyorum" dedi.


Cumartesi Anneleri/İnsanları Galatasaray Meydanı'ndaki 496. haftalarında 12 Eylül darbesinin ardından lise öğrencisiyken gözaltında kaybedilen Hüseyin Morsümbül için toplandı.

Anne Fatma Morsümbül'ün adalet talebini yinelediği mektubunu Cumartesi İnsanları'ndan Nur Sürer okurken aile adına konuşan kardeş Şahin Morsümbül söz aldı.

"Hüseyin'e sahip çıkmak"

Fatma Morsümbül hastanede olduğu için Galatasaray MEydanı'nda olamadığını belirttiği mektubunda "Yılarca Galatasaray'a oğlum Hüseyin ile buluşmanın hayaliyle geldim. Bizi söküp atmak istediler, copladılar, yerlerde sürükleyip gözaltına aldılar, vazgeçmedik" dedi.

"Galatasaray'a sahip çıkmak Hüseyin'e sahip çıkmaktı. Ben hastanedeyim ama çocuklarım, torunlarım Galatasaray'da."

"Altı çocuklu, kendi halinde bir aileydik. Darbe sonrası askerler ve polisler basın yaptı. Lise öğrencisi oğlumun gözleri ve elleri bağlandı. 'İfadesini alıp beş dakika sonra geri getireceğiz' diye götürdüler. Bir daha göremedik.

"Hüseyin en büyük oğlumdu. Aklım fikrim hep ondaydı, sonraki eş çocuğuma annelik yapamadım. Çocuklarım birbirini büyüttüler.

"Ekin bu ortamda büyüdü, ağabeyinin adını alarak dağa gitti. Bir kaç yıl sonra çatışmada öldürüldü. Ölü bedenine işkence yaptılar.

"İki oğlumu bu kirli rant savaşında kaybettim. Evlat acısını biliyorum. Bu acıyı başka anneler yaşamasın diye barış istiyorum."

Anne Fatma Morsümbül oğlunu gözaltına aldığını belirttiği yüzbaşı Durmuş Coşkun Kıvrak ile Kenan Evren'in yargılanması talebini yineledi. Hüseyin Morsümbül'ün kardeşi Şahin Morsümbül ise ağabeyi kaybedildiğinde on yaşında olduğunu, gece baskınlarının psikolojik olarak onları yıprattığını anlattı.

Hüseyin Morsümbül nasıl kaybedildi?

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon adına yapılan açıklamayı Cumartesi İnsanları'ndna Sebla Arcan okudu. Açıklamada Hüseyin Morsümbül'ün kaybedilişi şöyle aktarıldı:

"12 Eylül askeri darbesinden 6 gün sonra 18 Eylül 1980 akşamı, Morsümbül ailesinin Bingöl’deki evi Yüzbaşı Durmuş Coşkun Kıvrak komutasındaki asker ve polisler tarafından basıldı. Ailenin lise öğrencisi oğlu Hüseyin gözaltına alındı.

“ 'Oğlumu nereye götürüyorsunuz?' diyen annesine 'ifadesini alıp bırakacağız' denildi. Hüseyin, elleri ve gözü bağlı bir şekilde askeri araca bindirilerek Bingöl Askeri Tugay Komutanlığı’na götürüldü.

"Onu soran ailesine Hüseyin’in yüksek güvenlik önlemleri ile korunan taburdan kaçtığı söylendi. Hüseyin’in anne ve babası gözaltına alındı. Baba Hanifi Morsümbül ağır işkence gördü. Olaydan 5-6 gün sonra anne Fatma ve baba Hanifi Morsümbül’ün askeri savcılık tarafından ifadesi alındı. Ama Hüseyin’in kaybedilmesi ile ilgili hiçbir işlem yapılmadı, dosya bile açılmadı. Hüseyin’den bir daha haber alınamadı.

"Olaydan dört yıl sonra, o dönem tugayda asker olduğunu, vicdan azabı çektiğini söyleyen bir kişi Morsümbül ailesine telefonla ulaştı. Hüseyin’in işkencede öldürüldüğünü ve battaniyeye sarılarak Genç ilçesine doğru götürüldüğünü söyledi.

“ 'Dava açarsanız tanıklık yaparım' dedi.Hüseyin’in akıbeti konusunda hiçbir şey yapmayan devlet, 2003 yılında onu askerliğini yapmamış diye vatandaşlıktan çıkardı."

Sorumlular

Açıklamada Hüseyin Morsümbül'ün kaybedilmesinden sorumlu tuttukları kişiler sıralanarak Morsümbül'ü gözaltında kaybetme suçundan yargılanmaları istendi.

"Hüseyin Morsümbül’ün kaybedilmesinden doğrudan sorumlu tuttuğumuz; Emekli Albay Durmuş Coşkun Kıvrak’ın, Hüseyin’i işkence ile sorgulayan diğer askeri unsurların ve 12 Eylül cuntasının baş aktörü Kenan Evren’in “Hüseyin Morsümbül’ü gözaltında kaybetme suçundan yargılanmasını istiyoruz.

"Hüseyin Morsümbül’ü kaybeden, akıbetini soruşturmayarak karanlıkta bırakan tüm asker ve sivil görevlilerin, yargılanmasını istiyoruz."

Kaynak: Bianet

27 Eylül 2014 Cumartesi

Kobanê Sınırında Nöbetle Dayanışma, Halk Sınırdan Kobanê'ye Geçti

IŞİD'in Kobanê'ye saldırısının ardından sınırda nöbet tutan halka çeşitli parti ve sivil toplum örgütleri de destek için katıldı.


IŞİD'in Kobanê'ye saldırısının ardından 10 gündür sınırda nöbet tutan halka çeşitli parti ve sivil toplum örgütleri de destek için katıldı.

HDP öncülüğünde Türkiye'deki çeşitli sivil toplum örgütlerinden oluşan yaklaşık 800 kişi, dün 15 otobüsle öğleden sonra Kobanê sınırındaki Urfa'nın Suruç İlçesi'ne geldi.


Gelen grup içinden bir heyet Kobanê’yi ziyaret etti. Mürşit Pınar Sınır Kapısı’ndan Kobanê’ye geçen heyet üyeleri Kobanê Kantonu Başbakanı Enver Müslüm ve Kanton bakanlarıyla görüştükten sonra geri döndü.

HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, yaptığı açıklamada “Kobanê ve Rojava devrimi mutlaka kazanacak. Çünkü biz oradaki savaşçılarda, siyasetçilerde ve halkta müthiş bir kararlılık ve direniş ruhunu gördük. Oradaki arkadaşlar, halkımızın sınır hattında başlattığı direnişin çok anlamlı olduğunu ve kendilerine güç verdiğini belirterek, selamlarını iletti" dedi.

Heyette şu isimler vardı: HDP Milletvekilleri Ertuğrul Kürkçü, Levent Tüzel, HDP MYK ve PM üyeleri, HDK bileşeni partilerin eş genel başkanları ESP Genel Başkanı Sultan Ulusoy, SYKP Eş Genel Başkanı Tuncay Yılmaz, EMEP Genel Başkanı Selma Gürkan, SDP Genel Başkanı Rıdvan Turan, YSGP Eş Sözcüsü Sevil Turan ile ÖDP Eş Genel Başkanı Bilge Seçkin Çetinkaya, EHP Genel Başkanı Sibel Uzun ve Halkevleri Genel Başkan Yardımcısı Samut Karabulut.

CHP heyeti de Kobanê'ye gitti


Öte yandan CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba'nın da aralarında bulunduğu CHP heyeti de Kobanê'ye geçerek PYD ve Kanton yetkilileri ile görüştü. Milletvekili Mahmut Tanay, Kantona ilişkin gözlemlerini bir rapor haline getirerek kamuoyu ile paylaşacaklarını aktardı.

10 gündür sınırda nöbet tutan halk, insan zinciri ile IŞİD'in saldırısını protesto etmeye devam ediyor.

Halk Sınırdan Kobanê'ye Geçti

bianet'e konuşan HDP milletvekili Ertuğrul Kürkçü, Kobanê'de dünden itibaren IŞİD'in saldırılarının yoğunlaştığını bu yüzden halkın dayanışma amacıyla sınırı geçerek Kobanê'ye gittiğini söyledi.


IŞİD'in Kobanê'de saldılarını yoğunlaştırması nedeniyle birçok kişi dayanışma amacıyla sınırı geçerek Kobanê'ye geçti. Aralarında milletvekillerinin olduğu bir heyet de Mürşitpınar sınır kapısında Kobanê'ye geçmek için bekliyor.

bianet'e konuşan HDP milletvekili Ertuğrul Kürkçü, Kobanê'de dünden itibaren IŞİD'in saldırılarının yoğunlaştığını bu yüzden halkın dayanışma amacıyla sınırı geçerek Kobanê'ye gittiğini söyledi.

"Dün de Kobanê'yi bir heyetle ziyaret ettik. Kobanê'de IŞİD saldırılarının yoğunluğunda artış var. Şehre yönelik sadırlarda şiddetlenme var. Durum biraz gergin, havan atışları oluyor.

"Bu nedenle Türkiye sınırındaki halk oradakilerle dayanışmak için sınırı geçiyor. Gitmek görmek, varlıklarını hissettirmek istiyorlar. Zaten birçoğunun akrabalık bağı da mevcut.

"Türkiye tarafındaki sınırda güvenlik güçlerinin kitle üzerindeki baskısı hafifledi. İki gündür herhangi bir saldırı olmadı. Şu anda Kobanê'ye geçiler de yarı yarıya serbest gibi. Kobanê'de yaşayan Suriyeli Kürtlerin geri dönüşlerine izin veriliyor. Destek olmak için gitmek isteyenlerin de bir bölümü tel örgülerden geçiyor. Biz de sınırda bekliyoruz, heyet olarak Kobanê'ye geçip son durumu öğrenmek istiyoruz."

Kürkçü ile birlikte heyette HDP vekilleri İbrahim Ayhan, İbrahim Binici, Diyarbakır Barosu'ndan Meral Danış Beştaş, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Fırat Anlı da bulunuyor.

Salih Müslim'den çağrı

ANHA'ya göre PYD Eşbaşkanı Salih Müslim, uluslararası kuruluş ve kamuoyuna çağrı yaparak, Kobanê'de IŞİD eliyle bir katliamın önüne geçilmesini istedi.

YPG üç cephedeki süren savaşta 24 saat içinde 14 YGP'linin ve 35 IŞİD üyesinin öldüğünü açıkladı.

Kaynak: Bianet

Başkan, Oruç Baba Parkı'na Tekke Yapılmayacağını Açıkladı

Mahallelinin Oruç Baba parkına tekke ihyasına karşı verdiği mücadele sonucunda Fatih Belediye Başkanı Demir, parka gelerek "Burası park olarak kalacak" dedi.


İstanbul Şehremini'ndeki Oruç Baba parkına tekke ihyasına karşı verilen mücadele sonucunda Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, parka gelerek "Burası park olarak kalacak" dedi.

Şu anda parkta belediye ekipleri iş makineleri ile bekliyor, çevik kuvvetin gelmesiyle birlikte inşaata başlayan vakfın parktan gönderilerek parkın halka açılması bekleniyor.

Geylani İlim Kültür ve Eğitim Vakfı, halkın park olarak kullandığı Oruç Baba Parkı'nda Ümmi Sinan Tekkesi'nin yeniden inşa etmek istiyor.

Mahalleli ise 3. İdare Mahkemesi'ne Vakıflar Genel Müdürlüğünü'nün 10 yıllığına Geylani Vakfı ile imzaladığı 10 yıllık tahsis ve kira protokolünün iptali için dava açtı.

Mahkeme süreci devam ederken Geylani Vakfı, arsaya "İstanbul 4 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 1675 Sayılı Kararıyla, TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı Türk ve İslam Eserleri Müzesi Sorumluluğunda Arkeolojik Kazı Sahasıdır. Girmek Yasaktır" yazılı bir tabela koyarak parka girişi kapattı.

Geçtiğimiz hafta parkın çevresini demir perdeyle çevreleme işlemi zabıta ekipleri tarafından, izinlerin eksik olduğu gerekçesiyle durdurulmuştu.

Dün akşam da Ümmü Sinan Tekkesi'nin kalıntılarının çıkarılması için arkeologlar olmadan başlatılan kazı çalışması üzerine mahalleli eylem yaptı.

Mahalle sakinlerinden Ayşe Yılmaz, sabah saatlerinde Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir'in parka gelerek "Ben olduğum müddetçe bu parka hiçbir şey yapılamayacak. Siz de parka gireceksiniz" dediğini aktardı.

Ayşe Yılmaz, "Mustafa Demir, halkın buradaki mücadelesini görünce arada kaldı ve bizim tarafımıza dönmek zorunda kaldı. 9 Ekim'de de duruşmamız var. Protokolü iptal ettirmeyi umuyoruz" dedi.

2 bin 348 metrekarelik park alanı ekim 2013'te Geylani İlim Kültür ve Eğitim Vakfı'na tahsis edilmişti.

Kaynak: Bianet

BM Kararı Dink Davası’na Hayırlı Olsun!

BM İnsan Hakları Konseyi, üye devletleri gazeteci cinayetleri ve saldırılarına karşı daha etkili mücadele vermeye çağıran bir kararı kabul etti; yedi mekanizma önerdi. İmzacı Türkiye, Dink cinayetini sekiz yıldır aydınlatamadı.


BM İnsan Hakları Konseyi, 28. oturumunda, gazetecilerin güvenliğine vurgu yapan ve gazetecilere yönelik saldırılarda cezasızlıkla mücadele etmenin önemine vurgu yapan bir kararı kabul etti.

17 Eylül’de kabul edilen ve henüz kamuoyuna yansıyan kararda Türkiye’nin de imzası var.

Kararda, ister çatışma ortamında isterse barış dönemlerinde olsun, gazeteciler ve medya profesyonellerine yönelik her türlü işkence, yargısız infaz, zorunlu kaybettirme, keyfi tutuklama, taciz ve yıldırma eylemlerini kınıyor.

Bu gibi durumların cezasız bırakılmasını “kesin bir dille” kınayan Konsey, vakaların büyük çoğunluğuyla cezasız kalmasını ve tekrarlanma ihtimallerini besleyebilmesini “derin endişeyle” karşılıyor.

BM: Yeni strateji ve pratikler geliştirin

Karar, üye devletlere bu suçlarla mücadelede yeni stratejiler geliştirmeleri ve BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin kaleme aldığı raporda sıralanan pozitif uygulamalara da başvurulmalarını da öngörüyor.

Önerilen altı pozitif uygulama

Bu uygulamalar arasında, özel soruşturma birimleri veya bağımsızlık komisyonlarının kurulması, uzman bir savcının görevlendirilmesi, özel soruşturma ve kovuşturma yöntemlerine dair protokol geliştirilmesi, savcı ve yargıçların gazetecilerin güvenliğiyle ilgili eğitilmesi, gazetecilere yönelik tehdit ve saldırılarla ilgili teyit edilmiş bilgilerin toplandığı bir veri tabanı oluşturmak gibi bir bilgi topluma mekanizmasının geliştirilmesi, tehdit altındaki gazetecilerin derhal korunmaları için acil uyarı mekanizmasının ortaya konulması bulunuyor.

“Uluslararası işbirliği gerekli”

BM Genel Kurulu’nun 68/163 sayılı kararında, 2 Kasım gününü, gazetecilere karşı işlenen suçlarda Cezasızlıkla Mücadele Günü ilan etmesinin memnuniyetle karşılandığı kararda, “uluslararası düzeyde, özellikle de teknik destek bakımından, gazeteci güvenliğinin sağlanması için işbirliğine ihtiyaç duyulduğuna da yer verildi.

Ayrıca, üye devlet ve tüm taraflar BM Eylem Planı’nın hayata geçirme çabalarını ortaklaştırmaya davet edildi.

Dink cinayeti sekiz yıldır aydınlatılmadı

19 Ocak 2007’de işlenen Hrant Dink cinayeti, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye’yi mahkum eden kararına, Cumhurbaşkanlığı’na bağlı Devlet Denetleme Kurulu ve Başbakanlığa bağlı Teftiş Kurulu raporlarına rağmen, soruşturması da İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın önünde hala açıksa da sekiz yıldır aydınlatılmış değil.

Dink cinayeti davasını olumlu etkileyebilecek ve cinayette rolü olabilecek kamu görevlilerinin yargılanmasının yolunu açacak bir adım 4. Yargı Paketi’nin kabul edildiği 11 Nisan 2013’ten sonra atılabilirdi.

Kanunlaşan ilgili düzenlemeye göre, “Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararların etkin soruşturma yapılmadan verildiğinin AİHM'in kesinleşmiş kararıyla tespit edilmesi durumunda, üç ay içinde yeniden soruşturma açılacak” idi. Ancak aradan geçen bir buçuk yılda kayda değer bir gelişme yaşanmadı.

Kaynak: Bianet

26 Eylül 2014 Cuma

Türkiye, yeni cezaevi ve adliyelerle adalet aramaya devam ediyor

Adalet Bakanlığı, önümüzdeki beş yılı kapsayan planlama uyarınca 207 cezaevi, 103 adliye yapılacağını açıkladı.


Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun cezaevleri ve adliyelerle ilgili soru önergesini cevapladı.

10 yılda 180 adliye

Bozdağ’ın cevabı özetle şöyle:

“Ülkemizde bulunan ceza infaz kurumu ve tutukevleriyle ilgili işletim maliyetlerinin düşürülmesi, çağdaş infaz anlayışı doğrultusunda yenilerinin yapılması amacıyla kapatma çalışmalarının devam ettiği, bu kapsamda uluslararası normlara uymayan ve fizikî şartları ve kapasiteleri itibarıyla eğitim ve iyileştirmenin kısıtlı yapıldığı ya da hiç yapılamadığı küçük ilçe ceza infaz kurumlarının bir kısmının kapatıldığı;

Kapatılan ceza infaz kurumlarının yerine sağlıklı, güvenlikli, mekanik, elektronik donanımlı ve rehabilitasyon işlemlerine daha elverişli, çağdaş infaz anlayışına uygun yeni ceza infaz kurumlarının yapılması zorunluluk arz ettiği, bu nedenle önümüzdeki 5 yılı kapsayan planlama uyarınca 207 yeni ceza infaz kurumu yapımının planlandığı;

2014 yılı Ocak ayı itibarıyla 668 binada yargı hizmeti verildiği,

2003-2013 yılları arasında 180 adalet hizmet binası ve 81 ceza infaz kurumu inşaatının tamamlandığı,

34 adalet hizmet binası ile 41 ceza infaz kurumunun inşaatının devam ettiği,

12 adalet hizmet binası ile 11 ceza infaz kurumu yapımının ihale aşamasında,

57 adalet hizmet binası ile 24 ceza infaz kurumu binasının proje çalışmalarının devam ettiği;”

700 SEGBİS sistemi

“Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) Pilot Projesi kapsamında ceza mahkemeleri ve savcılıklar ile ceza ve infaz kurumlarında sorgu, ifade veya savunma alma; mağdur, şikâyetçi, katılan, tanık ve bilirkişi gibi ilgili kişileri dinleme; duruşma ve gerekli görülen sair soruşturma ve kovuşturma işlemlerini yerine getirirken video kaydı alınmasının ve bu işlemlerin yapılmasında video konferans yönteminin kullanılmasının hedeflendiği;

2012 yılında bazı ceza mahkemeleriyle ceza ve infaz kurumlarına SEGBİS kurulması için hazırlanan projenin, Kalkınma Bakanlığınca kabul edilerek 2012 yılı Yatırım Programına alındığı;

Projenin hayata geçirilebilmesi bakımından 9 Ağustos 2012’de ihale yapıldığı ve 12 Eylül 2012 tarihinde yüklenici firma ile sözleşme imzalandığı;

proje kapsamında ceza mahkemeleri duruşma salonuna 700 adet, ceza ve infaz kurumlarına 443 adet sistem kurulduğu;”

Avrupa’yla entegrasyon

“Çevrimiçi Veri Değişimi Yoluyla e-Adalet İletişimi (e-Justice Communication via Online Data Exchange) Projesi kapsamında, Ülkelerin yargı sistemleri arasında entegrasyonun amaçlandığı;

Projenin Türkiye, Almanya, Avusturya, Belçika, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Fransa, Yunanistan, İtalya, Malta, Hollanda, Portekiz, Romanya, İspanya, Macaristan ve Belçika'nın da dahil olduğu 16 ülkeyle birlikte yürütüldüğü bilgilerinize sunulur.”

Kaynak: Bianet

25 Eylül 2014 Perşembe

"Doğa, Karadeniz Sahil Yolundan İntikamını Alıyor"

Avukat Okumuşoğlu, "Kazandığımız davalara kaynaklık eden bilirkişi 'dünyanın hiçbir yerinde böyle bir yol yapılamaz' demişti. İşte görüyoruz. Karadeniz intikamını alıyor" dedi.


Karadenizlilerin yıllarca yapılmasına karşı mücadele ettiği Karadeniz Sahil Yolu'nun Giresun bölümünde dün fırtına ve dev dalgalar nedeniyle ciddi zararlar oluştu. Sahile vuran dev dalgalar, onlarca aracı sürükledi, park ve işyerlerine zarar verdi.

Sahil yoluna karşı onlarca davanın avukatlığını üstlenen avukat Yakup Şekip Okumuşoğlu, "Kazandığımız davalara kaynaklık eden bilirkişi 'dünyanın hiçbir yerinde böyle bir yol yapılamaz' demişti. İşte görüyoruz. Karadeniz intikamını alıyor" dedi.

Sinop'tan başlayıp Sarp Sınır Kapısı'nda sona eren 604 kilometrelik şeridi kapsayan Karadeniz Sahil Yolu'nun amacı yolu güvenli ve kısa hale getirerek ticareti ve turizimi artırmak olarak gösterildi.

Karadenizliler ise denizi doldurarak ekolojik sistemi bozan ve halkın denizle olan bağlantısını kesen bu yolu hiçbir zaman istemedi ve onlarca dava açtı.

"Alternatif yol önerdik, parayı seçtiler"


Avukat Okumuşoğlu, karadenizin güneyinden geçen alternatif yol önerilerinin de kabul edilmediğini söyledi.

"Davalarda danıştaydan gelen bilirkişi raporunda dünyanın hiçbir yerinde böyle bir yol olmadığını, olamayacağını, yolun akan suların önünden bariyer oluşturacağını bunun da gelecekte ciddi sorunlar oluşturabileceğini söylemişti.

"Bizler de akademisyenlerin oluşturduğu raporlar ile alternatif yolları sunmuştuk. Bu raporlara göre Karadeniz için en uygun yol projesinin şehrin güneyinden tünellerle ve viyadüklerle geçecek bir yol olması gerektiği belirtilmişti. Bunları önerdik ancak en çok para nereden kazanılacaksa o şekilde oluşturuldu.

"İklim değişikliğiyle o yol kalmayacak"

"Doğa hıncını alıyor ve almaya devam edecek. Küresel iklim değişikliği nedeniyle bilim insanları denizlerin yükseleceğini, kıyı kentlerinin sular altında kalacağını söylüyor. Bunlar  Türkiye'de de yaşanacak. O yol su altında kalacak ve kullanılamayacak.

"Ünye yolunda 'denizden taş çıkabilir' diye bir levha vardı. Düşünebiliyor musunuz? Küçük küçük taşlarla doldurdukları denizde dalga vurdukça taşlar arabalara çarpıyordu, insanlar yaralanıyordu. O levhayı dalga geçildi diye kaldırdılar herhalde."

"Davaları kazandık, uygulamadılar"

Okumuşoğlu, sahil yolunun Arhavi ve Fındıklı gibi bölümlerinden davaları kazanmış olmalarına rağmen bu kararların uygulanmadığını söyledi.

"600 kilometrelik yolu 10-20 kilometrelik projelerle yaptıkları için her bölüme tek tek dava açmak gerekiyordu. Yani toptan sahil projesine dava açamıyorduk.

"Bizler kendi yaşadığımız bölgelerde Fındıklı, Arhavi bölümlerine birçok dava açtık. Hepsini de kazandık. Ancak artık iş işten geçmişti. Deniz dolmuş, üstünden arabalar geçmeye başlamıştı. Hukuk devletinin bu kararları uygulayıp orayı eski haline getirmesi gerekiyordu."

Kaynak: Bianet

SİZ: Erdoğan'ın Konuşması Alkışlanmadı Çünkü...

Sivil İklim Zirvesi'nden Dr. Nuran Talu, Önder Algedik ve Özgür Gürbüz BM İklim Zirvesi'ni değerlendirdi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın taahhütlerini yetersiz buldu.


Türkiye'den Sivil İklim Zirvesi (SİZ) New York'taki İklim Zirvesi’ni ve Türkiye’nin görüşleriyle ilgili "BM İklim Zirvesi’deki yeni taahhütler umut verdi ama Erdoğan’ın konuşması beklentilerden uzaktı" dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, New York'ta Birleşmiş Milletler (BM) 69. Genel Kurulu kapsamında düzenlenen BM İklim Zirvesi'nin açılış toplantısına katıldı.

Erdoğan, Türkiye’nin 2011-2023 yıllarını kapsayan İklim Değişikliği Eylem Planı doğrultusunda çalışmalarını sürdüreceğini belirterek “Bu dönemde yenilenebilir enerjinin toplam enerji üretimindeki payını yüzde 30’a yükseltmeyi ve ekonomimizin enerji yoğunluğunu yüzde 20 azaltmayı hedefliyoruz. Yine bu dönemde enerji verimliliğini artırmayı ve orman alanlarımızı 1,3 milyon hektar genişletmeyi öngörüyoruz” dedi.

Sivil İklim Zirvesi kurucuları Dr. Nuran Talu, Önder Algedik, Özgür Gürbüz, BM İklim Zirvesi’ni ve Türkiye’nin açıklamasını değerlendirdi.

Dr. Talu: 3. havaalanı için kesilen ağaçlar

Türkiye’deki liderlere, ekosistemin, doğal peyzajın ve ormanların korunmasının iklim değişikliğinin etkilerine uyum kapasitesinin arttıracağını birileri anlatmalı.

İstanbul’daki 3. havaalanı için kesilen 2 milyon ağacın iklim değişikliğini körüklediğini artık öğrenmeli ve bu gibi projelerden vazgeçmeliyiz.

Algedik: Emisyon azalmadı

Cumhurbaşkanı’nın sözleri Türkiye seragazı emisyonlarını yüzde 21 oranında azalttı şeklinde yorumlandı. Öncelikle Türkiye’nin, 1990-2012 yılları arasında emisyonlarını azaltmadığını aksine yüzde 133,4 oranında arttırdı. Bahsedilen, artıştan indirimdir.  Benzer bir sorun karbon yoğunluğunun yarı yarıya azaltıldığı söyleminde de var.

Gürbüz: Fırtınalar artıyor ama...

İklim değişikliğiyle mücadele için Fransa gibi ülkelerin mali desteği arttırması, Avrupa Birliği’nin 2030’a kadar seragazı emisyonlarını 1990’a göre yüzde 40 azaltacağını taahhüt etmesi, ormansızlaştırmanın 2030’a kadar durdurulacağına dair imzalanan deklarasyon, Paris için bir umut ışığı ama yeterli değil.

Küresel iklim değişikliğinin etkisini, artan ve şiddetlenen iklim olaylarıyla her geçen gün daha fazla görüyoruz, Türkiye’de kuraklık, seller ve fırtınalar her geçen gün şiddetleniyor. Türkiye petrol, doğalgaz ve kömüre bağımlılığını azaltırsa hem ekonomik çıkar elde edecek hem de iklim değişikliğini önleyecek ama bu fırsatı görmemekte direniyoruz. (NV)

* Sivil İklim Zirvesi: Küresel Denge Derneği ve Tüvik-Der tarafından başlatılan bir sivil toplum girişimidir. İlk  zirve Kasım 2013’de 50’ye yakın örgütün katılımı ile Ankara’da düzenlendi. Daha fazla detay için tıklayınız.

Kaynak: Bianet

23 Eylül 2014 Salı

Hasta Mahkûm Yedi Saat Ring Aracında Bekletildi

Hasta mahkum Zeliha Bulut, götürüldüğü hastanede sabah 09:00’dan 16:00’ya kadar hastane bahçesindeki ring aracı içinde bekletildi. O saatte servisler kapandığı için muayene olamadan geri döndü.


Ankara Sincan Kapalı Kadın Hapishane'sinde hükümlü bulunan Zeliha Bulut, sağlık raporu almak için götürüldüğü hastane bahçesinde park edilmiş ring aracının içinde yedi saat bekletildi.

Bulut, yazar Adil Okay’a yazdığı mektubunda, hasta mahpuslar listesinde olduğu için sağlık raporu almak üzere hastaneye sevk edildiğini anlattı.

“Saat 9:00’da oradaydık, 16:00’ya kadar hastane bahçesindeki ring aracının içinde bekletildim. Ringden çıkarılınca nörolojiye götürüldüm. Asker kelepçeyi açmadı. Zaten saatlerce ringde, o sıcakta havasızlıkta ter içinde kalmışım, dakikalarca askerle tartıştık.”

“Sonunda doktora da söyledim. Ancak o vakitte bölümler kapatıldığı için gerisin geri ringe!”

Askerin yanında jinekolog muayenesi

Askerlerin muayene esnasında kelepçelerini açmadığını söyleyen Bulut, doktorların bu durum karşısında tepkisiz ve pasif kaldığını anlattı.

“O günden sonra gittiğim tüm bölümlerde aynı sorunu yaşadım. Asker kelepçeyi açmamak için diretiyor. Doktorlar pasif davranıyor.”

“Kadın Doğum bölümündeki kadın içler acısıydı. Özel bir muayene ve askerlerin arasında sorularına yanıt vermemi bekliyor. Ben de bir kadın olarak askerlerin arasında beni muayene etme girişimini gayri insani bulduğumu, etik olmadığını, ayrıca muayene olma talebimi iletim. Zar-zor asker çıktı muayene oldum. Yani her adımı bıkkınlık yaratmak ve gelmeyelim diye hep özel uygulama!”

Ailesiyle görüşemiyor

Zeliha Bulut mektubunda sevk talebinin de kabul edilmediğini anlattı:

“Bakırköy veya Gebze’ye sevk edilmek için dilekçe verdim. İlkin disiplin cezasını gerekçe gösterdiler, ikincisinde de bu suç grubuna göre yer yoktur yanıtını verdiler. Oysa Gebze’de arkadaşlar kalıyor ve bana yer var, dediler”

Bulut, ailesinin maddi sıkıntılar nedeniyle görüşüne gelemediğini, babasının artık yolculuk yapacak durumda olmadığını yazıyor.

Müebbet hapis mahkumu

Zeliha Bulut 2012 yılında yargılandığı Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde “Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasına önlemeye teşebbüs” suçunu düzenleyen TCK 309/1. maddesi uyarınca, müebbet hapis cezasına çarptırıldı.

Türkiye İşçi Köylü Komünist Ordusu (TİKKO) üyesi olmakla suçlanan Bulut, dokuz yıldır hapiste ve şizofreni hastası.

İnsan Hakları Derneği (İHD), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (THİV), Mazlum-Der ve Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği’nin (CİSST) ortak yürüttüğü bir çalışmanın verilerine göre, Bulut, “Ağır hastalık nedeni ile derhal tahliye edilmesi gereken hasta mahpuslar”  arasında yer alıyor.

Kaynak: Bianet

Zonguldak ve Aydın'da Madenciler Sokakta

Zonguldak’ta 500 madenci, 29’unun işten çıkarılması karşısında üretimi durdurdu, yaklaşık 1500 madenci Valiliğe yürüdü. 138 madencinin işsiz kaldığı Aydın’da polis protestoculara saldırdı.

* Fotoğraf: Ferdi Akıllı / AA

Zonguldak’ın Ereğli İlçesi’ne bağlı Kandilli Beldesi’ndeki özel maden ocağında çalışan yaklaşık 500 maden işçisi, “iş gücü fazlalığı” gerekçe gösterilerek 29 arkadaşlarının işten çıkarılmasına karşı üretimi durdurdu. İşçiler, 40 kilometre yürüyerek Zonguldak Valiliği’nin önüne kadar yürüyüşe geçti. İlk olarak Madenci Anıtı’nda toplanan 200 maden işçisi burada Ereğli Kandilli’den gelecek Hema işçilerini beklemeye başladı.

Ancak HEMA’dan gelen yaklaşık 400 işçi otobüslerle gelmek yerine yürümeyi tercih edince sabah saat 07.30’da Kandilli’de başlayan yürüyüş akşam saatlerinde Valilik binası önünde sona erdi.

“Hani işçi atılmayacaktı”

Yürüyüş yaklaşık 1500 işçinin katılımıyla son buldu. İşçiler, ellerinde “Hani işçi atılmayacaktı, yüz karası değil kömür karası böyle kazanılır ekmek parası, işçi atılmasına son, erkek söz veriri adam tutar, yeter artık, öfkeliyiz” yazılı dövizler taşıyordu.

Zonguldak’ta yayın yapan Halkın Sesi gazetesine ait site, Zonguldaklı taşeron madencilerin de Kozlu’dan itibaren işçi arkadaşlarına yürüyerek destek verdiklerini yazdı. 40 kilometre yürüdükleri için yorgunluktan ayakları şişen bazı maden işçileri ayakkabılarını çıkararak yalınayak yürüdüğü gözlendi.

Gökyeşil: Ha işsiz, ha göçük altında

Maden ocağında dört yıldır çalışan iki çocuk babası Sertan Gökyeşil ise içinde bulunduğu güvensiz şartlara isyan ediyordu: "Ha işsiz kalmışsın, ha göçükte kalmışsın aynı. İki çocuğumuz var. İşsiz kalsak da bakamayacağız, göçükte kalsak zaten bakamayacağız".

Zonguldak’taki madenci eyleminde konuşan Genel Maden İşçileri Sendikası (GMİS) Genel Başkan Eyüp Alabaş, “Eğer hala sesimizi duymayanlar varsa gerekirse sesimizi duyurabilecek mesafeye kadar gider onların kulaklarına bağırırız” dedi.

GMİS Armutçuk Şube Başkanı İsa Mutlu da, iş huzuru ve iş barışı içinde çalışmak istediklerini ifade etti; "her gün işten atılacağız korkusuyla iş güvenliğine aykırı şekilde yer altında çalışmak istemiyoruz” dedi.

Bugüne nasıl gelindi?

Hattat Holding’e bağlı HEMA Kömür İşletmeleri, 2005’te Türkiye Taşkömürü Kurumu’ndan (TTK) ihale ile kiraladığı sahada üretim yapıyordu. HEMA, Haziran başında sözleşmede belirtilen kuyularda ekonomik değer taşıyan kömür kalmadığı gerekçesiyle, yeni galerilerde hazırlık çalışması yapmak için ek süre istedi. TTK, daha önce toplam 39 ay ek süre verdiği gerekçesiyle talebi reddetti; 17 numaralı panoda da belirlenen eksikliklerin Çalışma Bakanlığı müfettişlerince incelenmesi için üretimi durdurdu. Üretim, incelemenin ardından, bir ay sonra bu panoda üretime devam edilebilecekti.

Ancak firma, TTK ile yaşadığı uyuşmazlık sonucu iş gücü fazlalığını gerekçe göstererek daha önce 16 işçiyi, 19 Eylül’de de 13 işçiyi çıkardı. Tebligatın yapılmasıyla ocaktaki madenciler işi durdurdu. Gece vardiyasından çıkan ve gündüz vardiyası için ocağa gelen yaklaşık 500 işçi, maden ocağından Zonguldak’a doğru yürüyüşe geçti.

Aydın’da 138 işsiz

Türk Maden İşçileri Sendikası Yatağan ve Havalisi Şube Başkanı Süleyman Girgin, Torba Kanun ile Türkiye genelinde 6 bine yakın madencinin işsiz kaldığını bildirdi. Girgin, Aydın Linyit Madencilik Şirketi’nin yakında kapatılacağını, bu nedenle 22 Eylül itibarıyla 138 işçinin çıkışının verildiğini belirtti.

İşten çıkarıldıkları için Çalışma ve İş Kurumu Müdürlüğü'ne doğru yürüyüşe geçen işçilere polis saldırdı. “Bir işçi, ambulansla Aydın Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı. Müdahaleyi protesto eden bazı işçiler, Adnan Menderes Bulvarı girişinde oturma eylemi yaptı.

Kaynak: Bianet

22 Eylül 2014 Pazartesi

Kadınlar Öldürülen Göçmen İşçi İçin Kurtuluş Son Durak'taydı

Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu ve Sınır Tanımayan Kadınlar, öldürülen göçmen işçi Jesca Nankabirwa için Kurtuluş Son Durak’tan Pangaltı’ya yürüdü.



Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu ve Sınır Tanımayan Kadınlar, tecavüz edilip öldürülen göçmen işçi Jesca Nankabirwa için Kurtuluş Son Durak’tan Pangaltı’ya yürüdü.

Uganda’lı Jesca Nankabirwa yaklaşık bir yıldır Türkiye'de yaşıyordu. Sultangazi'de bir tekstil fabrikasında aylık 900 liraya çalışarak memleketindeki iki çocuğunun masraflarını karşılıyordu. Nankabirwa, 6 Eylül’de günü kaybolduktan dört gün sonra arkadaşlarının çabaları ile Yenibosna Hastanesi'nin morgunda bulundu. Şimdilik savcılık raporlarına 'şüpheli ölüm' olarak geçti. Yakalanan kişi, ifadesi alındıktan sonra delil yetersizliğinden serbest bırakıldı.

Zanlının serbest bırakılmasına tepki gösteren kadınlar, Türkiye’de yaşayan göçmen kadınların cinsel şiddete ve sömürüye uğradığında başvurabileceği, sivil ve çok dilli bir kriz merkezi kurulması, sınır dışı edilme korkusu olmadan sağlık, barınma ve hukuki destek sağlayan koruma mekanizmalarının oluşturulması gerektiğini belirtti.

Özgül Kaplan’ın okuduğu basın açıklamasında “Biz Türkiyeli kadınlar, göçmen kadınların yanındayız ve erkeklerin göçmen kadınlara karşı işledikleri suçları tüm kadınlara karşı işlenmiş sayıyoruz. Başta Jesca'nın davası olmak üzere bundan sonra göçmen kadınların maruz kaldığı her türlü cinsel şiddetin takipçisi olacağız ve bunu yapanları teşhir edeceğiz” ifadelerine yer verildi.

Kaynak: Bianet

Suruç Sınırında Asker ve Polis Müdahalesi

Suruç sınır hattında kurulan çadır önünde toplanarak, Kobane'ye geçmek isteyenlere polis ve asker müdahale etti. Müdahale sebebiyle kapanan geçişler üç saat sonra yeniden başladı.


Suruç İlçesi'ndeki sınır hattında kurulan çadır önünde toplanarak, Kobane'ye geçmek isteyenlere polis ve asker biber gazı ve tazyikli suyla saldırdı.

DİHA’nın haberine göre sabah saatlerinde sınıra gelen askeri yetkililerin "Sadece Suriye'den gelecek vatandaşlara izin vereceğiz. Suriyelilerin geri dönüşüne izin vermeyeceğiz" anonsu sınırda bekleyenlerin tepkisine yol açtı. Rojavalılar ailelerini Urfa’ya bıraktıktan sonra Kobane’ye geri dönmek istiyor.

Vekiller sınırda oturma eyleminde

Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) ise Mürşitpınar’da direniş çadırı kurdu.


Müdahalenin durdurulmasını HDP’li vekiller İbrahim Ayhan, Aysel Tuğluk, Gülser Yıldırım ve İbrahim Binici ise sınır tellerinin altında oturma eylemi başlattı.

Mobil geçiş kapısı kuruldu

Polis ve askerin sınırı boşaltma çabasına direnenlere destek için gelenlerle kalabalık altı bin kişiye yaklaştı ancak müdahale devam etti. Devam eden çatışma sebebiyle sınır hattı yaklaşık üç saat boyunca kapatıldıktan sonra Yumurtalık Köyü'ne kurulan mobil geçiş kapısından yeniden açıldı.

HDP'li vekil hastaneye kaldırıldı


Yoğun biber gazı müdahalesinde aralarında HDP milletvekilleri İbrahim Ayhan, İbrahim Binici ve Aysel Tuğluk ile Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Gültan Kışanak da gazdan etkilendi.

İMC TV’nin haberine göre HDP Bitlis Milletvekili Hüsamettin Zenderlioğlu ise yaralanarak hastaneye kaldırıldı.

Çok sayıda kişi biber gazlı saldırıdan etkilendi.

Cuma günü Urfa'nın Suruç ilçesine bağlı Oylum Mahallesi sınır hattında IŞİD saldırısından korunmak için Turkiye' ye geçmeyi bekleyen Kobaneli Kürtlerin geçişine izin verilmişti.

Bu haberde Yüksekova Haber, DİHA ve İMC TV’den yararlandık.

Kaynak: Bianet

21 Eylül 2014 Pazar

CUMARTESİ ANNELERİ/İNSANLARI: Öyle Bir Ülkede Yaşıyoruz ki Aileleri Kemiklere Razı Ettiler

Cumartesi Anneleri/İnsanları, 495. oturmalarında 20 yıl önce kaybedilen Kenan Bilgin’i andı. Şilili sanatçı Maria José Contreras ve antropolog Marcial Godoy Şili'deki kayıplara karşı mücadeleyi anlattı.


Cumartesi Anneleri/İnsanları, Galatasaray Meydanı’ndaki 495. oturmalarını gözaltında kaybedilen Kenan Bilgin’e adadı.

Bilgin’in en sevdiği parçalardan biriyle başlayan oturmada, gözaltında işkence gördüğüne tanık olan 10 kişiden Özer Akdemir’in Bilgin için yazdığı şiir okundu.

Hafızayı Harekete Geçirmek: Kadınların Tanıklığı sergisi ve atölyelerinin katılımcıları da Cumartesi İnsanları’yla oturdu. Şili’de zorla kaybedilemelere karşı mücadele veren performans sanatçısı Maria José Contreras ve antropolog Marcial Godoy, Şili’de diktatörlüğe karşı demokrasi mücadelesinde kayıp yakınlarının oynadığı rolün önemine dikkat çekti.

Kenan Bilgin’e ne oldu?

Kenan Bilgin, 12 Eylül 1994’te Ankara Dikmen’de gözaltına alınarak Terörle Mücadele Şubesi’ne götürüldü ve işkence gördü. Aynı operasyonda gözaltına alınan 10 kişi, yazılı bir açıklamayla bunu doğruladı.

Cavit Nacitarhan, şubede Bilgin ile yüzleştirildiğini, avukat Murat Demir 3 Ekim 1994’te Bilgin’I emniyette gördüğünü açıkladı.

Bilgin’den haber alamayan ailesinin başvurusu üzerine, savcı Selahattin Kemaloğlu tanıkları dinledi, ifadeler zapta geçti. Ancak Kemaloğlu Ankara’dan sürüldü. Soruşturmayı devralan savcı Özden Tönük, tanık ifadelerinin yalan olduğunu söyleyerek dosyayı kapattı. Ardından terfi ederek Yargıtay üyesi oldu.

Kenan Bilgin’in gözaltına alındığı yetkililerce reddedilmeye devam edince, aile AİHM’e başvurdu. AİHM 2001’de Bilgin’I gözaltında kaybetmekten Türkiye’yi suçlu buldu.

Bilgin’in failleri cezasız kalırken, AİHM kararını haberleştiren Türkiyeli gazeteciler yargılandı, ceza aldı.

Şili’deki kayıp mücadelesinden dayanışma mesajı


* Sağdan sola: Marcial Godoy, Maria José Contreras, Ayşe Gül Altınay.

495. oturmada Şili’li Contreras, darbenin 40. yılında “Görmek istememek” başlıklı bir performans gerçekleştirdiklerini, kaybedilen 1200 kişiyi temsilen 1200 kişinin 11 dakika boyunca sokakta yere yatarak bir insan zinciri oluşturduklarını anlattı. “Bu insanların hala kayıp olduğunu hatırlatmak için şehrin merkezinde bir yara, bir iz oluşturmak istedik. 11 dakika boyunca şehirde hayat durdu” diye konuştu.

Antropolog Godoy ise darbe sırasında 6 yaşında olduğunu, annesinin kaybedildiğini, bir süre ondan haber alamadıktan sonra annesinin aralarına geri döndüğünü anlattı. “Burada size destek olmak ve sizden güç alarak Şili’ye dönmek için bulunuyoruz” dedi.

“20 yıl oldu ama biz bu dosyayı kapatmayacağız”

Oturmada söz alan milletvekili Levent Tüzel, devletin sermaye işbirliğiyle katliamlarına devam ettiğini söyledi, “Hesap sormaya devam edeceğiz” dedi.

Bilgin ailesi adına söz alan İrfan Bilgin, “Burada resmini tuttuğumuz insanların hikayeleri, kaybedilme nedenleri ve kaybedenler aynı” derken şöyle konuştu:

“Kenan Bilgin’in kaybedilmesinin 20. yılındayız ama bizim için zaman aşımı yok. Biz bu dosyaları kapatmıyoruz. 20 yıl önce yakınlarımızı sağ istiyoruz, diyorduk. Ama öyle bir ülkede yaşıyoruz ki aileleri kemiklere razı ettiler.

“Biz Ağar’a şunu söyletebildik: ‘Ben bir tuğla çekersem herkes altında kalır’. Şimdi bizim bu tuğlayı çektirmemizin zamanı geldi!”

Kenan Bilgin’in gözaltına alındığına ve işkence gördüğüne tanık olan Nacitarhan, Bilgin’i gözaltında gördüğünü, yan hücreden işkence sonrası inlemelerini duyduğunu anlattı. “20 yıldır tanığım ama kendi katilleri için Tanık Koruma Programı çıkaranlar, bizim tanıklıklarımızı dinlemedi. Bizi sadece AİHM dinledi be Türkiye’yi cezalandırdı. Biz bu tanıklığı yapmaya devam edeceğiz” dedi.

Bilgin ailesinin avukatı Kamil Tekin ise verdikleri hukuki mücadeleyi anlattı. AİHM kararına rağmen faillerin cezasız kaldığını vurguladı.

Kaybedenler terfi etti

Cumartesi İnsanları adına Berra Gazioğlu’nun okuduğu açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Kenan Bilgin’in akıbetini soruşturan savcı Ankara’dan uzaklaştırılıp gözdağı verilirken, gerçeği örtbas eden savcı terfi edilerek Yargıtay üyesi oldu.

“Kenan’ın kaybedildii Ankara Emniyeti’nin müdürü Orhan Taşanlar terfi edip vali oldu.

“Kenan Bilgin’in kaybedilişinin 20. Yılında, AİHM’in mahkumiyet kararı verdiği Bilgin dosyasının yeniden iç hukukta etkin bir biçimde soruşturulmasını istiyoruz. Bu soruşturmaların yalnız cellatları değil, bu iklimi yaratan yerelden ulusala tüm yapıları hedeflemesini istiyoruz.”

Kaynak: Bianet

19 Eylül 2014 Cuma

Polis: Gaz Fişeği Birini Öldürecekse de Umursamıyordum

Gezi direnişi sırasında gaz fişeğiyle vurularak hayatını kaybeden Berkin Elvan ile ilgili soruşturma üç ay savcısız kaldı, iddianame hala yok. İfade veren polislerden biri, gaz fişeğinin birini öldürebileceğini, bunu umursamadığını söyledi.


Berkin Elvan gaz fişeğiyle vurulalı 460 gün oldu, sorumlu polislerin kimliği halen belirlenmedi, olayla ilgili dava açılmadı.

Ölümüyle ilgili soruşturmanın savcısı başka kente atanınca, makamı üç ay boş kaldı.

Soruşturmada hiçbir işlem yapılmamasına tepki gösteren Elvan ailesi bugün tekrar savcılığa başvurdu, sorumluların yargı önüne çıkarılmasını istedi.

Üç aydır savcı yok

Berkin Elvan Gezi direnişi sırasında, 16 Haziran 2013’te gaz fişeğiyle vuruldu, 269 gün yoğun bakımda kaldıktan sonra 15 yaşındayken hayatını kaybetti. Öldürülmesiyle ilgili soruşturmayı yürüten Savcı Faruk Bildirici’nin 12 Haziran'da Antalya'ya atanmasından sonra hiçbir işlem yapılmadı. Soruşturma üç ay savcısız kaldı.

Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın yeni makamına atanmasının ardından Berkin Elvan’ın babası Sami Elvan ve avukatı Evrim Deniz Karatana bugün savcılığa başvurdu. Dilekçede neden halen iddianame hazırlanıp dava açılmadığını sordular ve bir önce gerekli işlemlerin yapılmasını talep ettiler.

Eşkalleri tespit edildi

Başvuru dilekçesinde şu hususlar dile getirildi:

“25 Haziran 2013’te yaptığımız suç duyurusu ile başlayan soruşturmada yaklaşık bir yıl sonra, 5 Mayıs 2014 tarihinde bilirkişi raporu ile suçun failleri tespit edildi.”

“8 Mayıs 2014’te Savcılığınıza sunduğumuz dilekçe ile ayrıntılı değerlendirmeler ve talepler ile öncelikli olarak eşkalleri tespit edilen faillerin, İstanbul Valiliği İl Emniyet Müdürlüğü’ne sorularak kimliklerinin tespitini istedik.”

“Söz konusu dilekçemizin ardından Savcılıkça herhangi bir işlem yapılmadığı gibi, dosya Savcısı Faruk Bildirici 12 Haziran 2014’teki HSYK kararnamesi ile Antalya Hakimliği’ne atandı. O tarihten bu yana, üç aydır dosyada hiçbir işlem yapılmadı.”

“Dilekçedeki taleplerimizin ivedilikle yerine getirilerek, soruşturmanın tamamlanması ve şüpheliler hakkında kamu davası açılması gerekiyor. Savcılığınızın derhal Bilirkişi Raporu ve Görev Emirleriyle sabitlenmiş şüpheli eşkallerini Emniyet Müdürlüğü’ne göndererek açık kimliklerinin dosyaya celbini talep etmesi zorunludur.”

Biri komiser dört polis

Avukat Karatana’nın savcılığa Mayıs ayında verdiği ancak işleme konmayan dilekçedeki talepler ise şöyle:

“Tanık beyanları, hastane epikriz raporları ve otopsi tutanağının açıkça gösterdiği gibi maktul Berkin Elvan; Emniyet Genel Müdürlüğü envanterinde bulunan ve İstanbul Valiliği İl Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü’ne bağlı polis memurları tarafından kullanılan ZET silahından çıkan gaz kapsülü ile başından vurularak 269 gün süren koma halinin ardından yaşamını yitirmiştir. Dört polis memurundan oluşan fail grubunda, bir adet grubu sevk ve idare eden Komiser Yardımcısı, bir adet silah kullanan personele fişek temin eden polis memuru, iki adet gaz silahı (ZET) kullanan polis memuru bulunmaktadır.”

Dilekçede, eşkali tespit edilen polislerden birinin ifadesi de yer aldı. Gaz fişeği atan polis “Ben gaz kapsülünü kontrolsüz atıyordum, bir insana çarparak yaralayabilir yahut öldürebilir, bunun için hedef almıyordum, özel bir gayret veya kast gütmüyordum ama insanlara çarparak yaralayıp öldürecekse de bunu umursamıyordum” dedi.

Dilekçede bu ifadenin ardından “nitelikli halle kasten öldürme” suçundan müebbet hapis cezasına hükmedilmesi talebiyle kamu davası açılması gerektiği ifade edildi.

Kaynak: Bianet

2014’te 39 Çocuk İşçi Cinayeti Yaşandı

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’ne göre 2014’te en az 39 çocuk işçi iş cinayetinde hayatını kaybetti. Çocukların en küçüğü altı yaşındaydı. En çok iş cinayeti tarım işkolunda görüldü.


İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, 17 Eylül itibarıyla 2014 yılında en az 39 çocuk çalışırken yaşamını yitirdiğini açıkladı.

İşçi Sağlığı ve Güvenliği Meclisi’nin yazılı, görsel, dijital basından takip edebildiğimiz, emek-meslek örgütlerinden gelen bilgiler ve işçiler, işçi yakınlarının bildirimleri ışığında tespit ettiği bilgilere göre iş cinayetinde hayatını kaybeden en küçük çocuk işçi altı yaşında.

Çocuk işçilerin çoğu tarım işkolunda çalışıyordu, trafik ve servis kazaları iş cinayetinin baş nedenlerini oluşturdu.

İş kolları

* 23 çocuk işçi tarım,

* 5 çocuk işçi inşaat,

* 2 çocuk işçi ticaret,

* 2 çocuk işçi konaklama,

* 2 çocuk işçi genel işler,

* 1 çocuk işçi kimya,

* 1 çocuk işçi tekstil,

* 1 çocuk işçi gıda,

* 1 çocuk işçi metal,

* 1 çocuk işçi de taşımacılık işkolundaki iş cinayetlerinde hayatını kaybetti.

Ölüm nedenleri

* 13 çocuk işçi trafik ve servis kazası nedeniyle,

* 5 çocuk işçi düşme nedeniyle,

* 5 çocuk işçi ezilme ve göçükten dolayı,

* 5 çocuk işçi zehirlenme ve boğulma nedeniyle,

* 5 çocuk işçi yıldırım düşmesi gibi diğer nedenlerden dolayı,

* 4 çocuk işçi elektrik çarpması nedeniyle,

* 1 çocuk işçi patlama ve yanma nedeniyle,

* 1 çocuk işçi ise nesne düşmesi ve çarpması nedeniyle hayatını kaybetti.

Yaşlar

Çocuk işçilerin yedisi kız, 32’si oğlan çocuğuydu. İş cinayetinde hayatını kaybeden en küçük çocuk işçi 6, en büyüğü ise 17 yaşındaydı.

* 6 yaşında bir çocuk işçi,

* 10 yaşında bir çocuk işçi,

* 12 yaşında bir çocuk işçi,

* 13 yaşında yedi çocuk işçi,

* 14 yaşında üç çocuk işçi,

* 15 yaşında altı çocuk işçi,

* 16 yaşında on iki çocuk işçi,

* 17 yaşında sekiz çocuk işçi iş cinayetinde hayatını kaybetti.

Çocuk işçi cinayetlerinin yaşandığı iller

Çocuk işçi cinayetleri en çok Adana’da görüldü. 25 ilde çocuk işçi cinayeti yaşandı.

Çocuk işçi cinayetlerinin beşi Adana’da; üçü Urfa’da yaşandı. Ankara, Bursa, Düzce, Antep, Hatay, İstanbul, Konya ve Mardin illerinin her birinde iki çocuk işçi cinayeti görüldü.  Ağrı, Denizli, Erzurum, Eskişehir, Karaman, Kilis, Kocaeli, Malatya, Muğla, Osmaniye, Rize, Samsun, Şırnak, Tokat ve Muş’tan oluşan 15 ilde bir çocuk işçi cinayeti yaşandı.

Aylar

Çocuk işçi cinayeti en çok Temmuz ve Ağustos aylarında görüldü. Bu aylarda 18 çocuk işçi hayatını kaybetti.

Ocak ve Şubat aylarında beşer çocuk işçi, Mart ayında üç, Nisan ayında dört, Mayıs ve Eylül aylarında ise ikişer çocuk işçi cinayeti yaşandı.

39 çocuk işçi

17 Eylül itibarıyla 2014 yılında iş cinayetlerinde yaşamını yitiren çocuk işçilerin isimleri:

 Bedirhan Ok, İsmail Gür, Seda Nur Tatar, Çetin Akdoğan, Zehra Alda, Ayşe Alda, Oğuzhan Çalışkan, Emin Halastar, E.P., Kübra Yaşatır, Süleyman Sertan Buluş, Nacin Freyş, Hale Çelik, Sedat Yalçın, Furkan Çavuş, Osman Özen, Ali Saltık, Barış Ergin, Yasir Geylani, Yılmaz İdareci, Hamitcan Aslan, F. Y., Sebahat Ö., İbrahim Can Duran, Resul Yılmaz, Hüseyin Demir, Ali Fırat Belder, Ahmet Güneysu, Seyrani Köstü, Emre Aksüt, Abdul Hakim, Yavuzhan Gemici, Mehmet Öztürk, Serdar Özdemir, Osman Avcı, İbrahim Bozkurt, Yücel Arı, Samir Muhammed ve Berkan Altay.

Kaynak: Bianet

18 Eylül 2014 Perşembe

MECİDİYEKÖY’DE İŞ CİNAYETİ / ÇHD: “Torunlar”a Beş Değil 200 Yıl Ceza

ÇHD, Mecidiyeköy’de 10 işçinin hayatını kaybettiği iş cinayetinin sorumlularının en fazla beş yıl ceza öngörülen “tedbirsizlik” ile değil, her işçi için ayrı cezanın verilebileceği “olası kastla ölüme sebebiyet vermekten” yargılanmasını istedi.


Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şubesi Başkanı Güray Dağ, Torun Center’daki iş cinayetinde 10 işçinin ölmesiyle ilgili sorumlular hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na bugün suç duyurusu yaptı.

İstanbul Mecidiyeköy’deki Ali Sami Yen arazisine yapılan inşaattaki asansörün 6 Eylül akşamı 32. kattan düşmesi sonucu Ali Hıdır Genç, İsmail Sarıtaş, Bilal Bal, Cengiz Bilgi, Murat Usta, Menderes Meşe, Vahdet Biçer, Cengiz Tatoğlu, Ferdi Kara ve Tahir Kara isimli işçiler hayatını kaybetmişti.

Olayın kaza değiş iş cinayeti olduğunu ifade eden avukat Dağ, dilekçesinde şu isimlerin “Olası kastla ölüme sebebiyet vermek” suçundan yargılanmasını istedi:

Aziz Torun ve Torunlar Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı’nın diğer hissedarları, Torun Yapı Sanayi ve Ticaret  A.Ş. hissedarları, Torunlar  Gıda  Sanayi ve Ticaret A.Ş hissedarları, Geda-Major Limited Şirketi, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, SGK Başkanı Yadigar Gökalp İlhan, Sosyal Güvenlik İl Müdürü Murat Göktaş, Çalışma Bakanlığı İş Teftiş Müdürü Mehmet Tezel, İstanbul Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürü ve diğer yetkililer.

Beş yıl mı, 200 yıl mı?

Dilekçede, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 22. maddesi gereğince bir kazadan bahsedilebilmesi için sonucun öngörülememesi gerektiği belirtildi:

“Ancak gerçekleşmesi muhtemel olumsuz sonuç öngörülebiliyorsa kaza değil, TCK 21/2. maddesi uyarınca ‘olası kast’ sözkonusu olur.”

“Soruşturmayı, dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu ölüme sebebiyet vermek suçundan yürütmek sorumluların cezalandırılması değil, ödüllendirilmesi anlamına gelir. Zira, bu suçtan verilmesi muhtemel ceza beş yılı dahi bulmaz, sorumlular cezaevine girmeyebilir.”

“Oysa olay ‘olası kast’ olarak değerlendirildiğinde, sorumlulara, ölen her bir işçi için ayrı ceza verileceğinden, şüphelilerin alması muhtemel ceza 200 yılı bulabilir.”

Neden “olası kast”?

“6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun 4 ve devamındaki maddelere göre işveren, çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlü.”

“Ancak bu olayda işverenlerin ‘maliyet artırıcı’ ve ‘iş yavaşlatıcı’ olarak gördüğü iş güvenliği tedbirleri bilinçli olarak alınmadı, denetimler yeterince yapılmadı. Bu durum, ceza hukukunda  ‘olası kast’ olarak nitelendirilir.”

“İşyerindeki iki asansörden birinin hiç çalışmadığı, bu nedenle sık sık arıza yapsa da düşen asansörün kullanıldığı anlaşılıyor. Bu asansörün olaydan birkaç gün önce de yüksekten düştüğü ve ancak 9. katta durabildiği, buna rağmen asansörün bakım ve onarımının tam olarak yapılmadığı görülüyor.”

“Ayrıca, asansörün günlük bakımı periyodik olarak yapılmamış, işçilerin, asansörün arızalı olduğu yönündeki uyarıları dikkate alınmamış ve asansör, hiç sorun yokmuşçasına kullanılmış, ayrıca asansörün eğitimli nezaretçiler tarafından kullanılması da sözkonusu olmamıştır.”

Çalışma Bakanlığı

“Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve bu bakanlığa bağlı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı ve İl Müdürlüğü ile yine bakanlığa bağlı İş Teftiş Kurulu Başkanlığı ve bu başkanlığın İstanbul Grup Başkanlığı ile sözkonusu inşaat için 24 saat kesintisiz çalışma izni veren Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü yetkilerinin de olaydaki sorumluluğu büyük. Denetimler eksiksiz ve gereği gibi yapılsaydı, gerekli iş güvenliği tedbirleri alınmadığı için inşaatın durdurulması ve iş cinayetinin önüne geçilmesi mümkün olabilirdi.”

“Dolayısıyla, inşaatı denetlemekle görevli kamu görevlileri ve onların bağlı bulunduğu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının olaydaki sorumluluğu, işveren Torunlar inşaatla aynı boyutta olduğundan soruşturmadaki sorumlulukları “olası kastla ölüme sebebiyet verme’ olarak değerlendirilmeli.”

Kaynak: Bianet

Diyarbakır’da Kürtçe Eğitim Veren Okul Yeniden Kapatıldı

Bağlar ilçesindeki Kürtçe eğitim veren okulu polis tazyikli su ve gaz bombası kullanarak bir kez daha mühürledi.

Diyarbakır’da Kürtçe eğitim veren Ferzad Kemanger İlkokulu ikinci kez mühürlendi.

Pazartesi günü savcılık tarafından mühürlenen ancak çocuklarının Kürtçe eğitim görmesini isteyen velilerce tekrar açılan okulun dün akşam yeniden mühürlenmek istenmesi üzerine halk tepki gösterdi.

Polisin okul bahçesine girmesinin ardından yaşanan tartışmaların sonunda polis tazyikli su ve gaz bombası kullandı ve kapıyı mühürledi.

Polisin saldırısı üzerine başlayan çatışmalar mühürlenme işleminden sonra da devam etti.

Yüksekova ve Cizre'deki okullar da kapatıldı.

KJK’den boykot çağrısı

Kürdistan Kadınlar Topluluğu (Komalên Jinên Kurdistan-KJK) Koordinasyonu da bir açıklama yaparak Diyarbakır, Cizre ve Yükekova’da açılan Kürtçe eğitim veren okulların kapatılmasını kınadı.

“Bu topraklarda yaşayan halkların çocukları Türk çocukları kadar anadillerinde parasız eğitim görme hakları vardır. Bunun engellenmesi böylesi bir süreçte ancak hükümetin çözümsüzlükte ısrarının ispatıdır” denilen açıklamada boykot çağrısı da yapıldı.

“Türkiye’de anadilinde eğitim görme hakkı elinden alınmış olan herkesi Kürt halkının yanında, halkımızın kendi imkânları ile yaptığı okulları sahiplenmeye, bu okullar açılıncaya kadar tüm mekânları okula dönüştürmeye ve başlatılan sömürgeci eğitimi boykot eylemini derinleştirerek yükseltmeye çağırıyoruz.”

KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanlığı da dün yaptığı açıklamada, AKP Hükümeti'nin anadili yasağına tepki göstererek halkı Kürtçe eğitim yasağını tanımama ve Kürtçe okulları sahiplenerek yeniden açmaya, boykotu derinleştirmeye çağırmıştı.

Ne olmuştu?

Diyarbakır’ın Bağlar, Hakkari'nin Yüksekova ve Şırnak'ın Cizre ilçelerinde, Kürdi-Der ve Eğitim Sen’in de aralarında bulunduğu sivil toplum kuruluşlarının desteğiyle Kürtçe eğitim vermek amacıyla açılan üç okul; Ferzad Kemanger İlkokulu, Üveyş Ana İlköğretim Okulu ve Bêrîvan İlköğretim Okulu 15 Eylül’de faaliyete başladı.

Üç okulda dün İçişleri Bakanlığı’nın talimatıyla mühürlendi.

Cizre'de engellenen eğitim boş bir sınıfta, Yüksekova'da ve Diyarbakır’daki okullar ise okulun mührünün veliler tarafından sökülmesi sonrası tekrar başlamıştı.

Kaynak: Bianet

Kısırkaya Barınağı Hem Tecrit Ediyor Hem Merayı Yokediyor

Sarıyer Kısırkaya’da inşası süren ve davalık olan dev hayvan barınağının, mera alanına yapıldığı ortaya çıktı. Kaliteli kaba yem açığı 14,3 milyon ton olan Türkiye, 2012'den beri samanı yurtdışından alıyor.


Sarıyer Kısırkaya’da inşası süren ve davalık olan dev hayvan barınağının, mera alanına yapıldığı ortaya çıktı.

İstanbul Ziraat Mühendisleri Odası 15 Eylül’de yaptığı açıklamada, kentsel dönüşümün meralara girdiğini söylemiş, Anayasanın devlete tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılması ve tahribini önlemesi görevi verildiğini hatırlatmıştı.

Hayvan Haklarını Koruma ve Geliştirme Derneği ise Sarıyer Kısırkaya'da söz konusu mecra alanında 20 bin köpek kapasitelik dev hayvan barınağının Hayvanların Korunmasına Dair Uygulama Yönetmeliği’nin 22. maddesindeki "arazi seçiminde dikkat edilmesi gereken hususlar"ı karşılamadığı ve diğer ilgili mevzuat maddelerine aykırı olduğu gerekçesi ile yürütmesinin durdurulması için dava açmıştı.

20 yıllık ot geliri karşılığında mera alanı barınak oldu

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) İstanbul Valiliği’ne 18 Ekim 2012 tarihli başvurusunda, “kedi ve köpeklerin insan, çevre ve hayvan sağlığı yönünden oluşturduğu risklerle birlikte ‘kuduz’ hastalığı başta olmak üzere salgın hastalıkların önlenmesi için” Kısırkaya’daki mera vasıflı arazinin tamamı olan 72 hektarlık alanın tahsis amacının değiştirilerek Hazine adına tescilinin yapılması talep edildi.

Valilik, 31 Ekim 2012’de İstanbul Defterdarlığı Avrupa Yakası Milli Emlak Dairesi Başkanlığı’na talebi bildirdi. 30 Ocak 2013 tarihli cevapta söz konusu arazinin Hazine adına tescilinde bir sakınca bulunmadığı belirtildi.

16 Mayıs 2013 tarihli İstanbul Valiliği İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü’nün Hüseyin Avni Mutlu imzalı belgesinde ise “tahsis amacı değiştirilen meradan elde edilecek 20 yıllık ot geliri hesap alınarak İl Mera Komisyonu tarafından tespit edilen ücretin Merkez Saymanlık Müdürlüğü Mera Gelir Hesabına yatırılmasının” ardından meranın hazine adına tescil edileceği belirtildi.

“Dev barınak tecrit alanı olacak”

Hayvan hakları savunucuları, tüm tepkilere rağmen inşası süren barınakla ilgili yürütmenin durdurulması için Haziran 2014’te İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) dava açmış, Eylül başında İstanbul 6. İdare Mahkemesi İBB’den ilk savunmasını istemişti.

Hayvan Haklarını Koruma ve Geliştirme Derneği, dava dilekçesinde arazi ve bölge şartları açısından, böyle bir tesis kurulmasının beklenen sonuçları doğurmayacağı, tam tersine hayvanların yaşamsal ihtiyaçlarının karşılanamayacağı bir tecrit alanına dönüşeceği belirtmişti.

Hayvan hakları savunucuları, 20 bin köpeğin barındırılması planlanan barınak alanının ulaşım kolaylığı olmayan bir yerde olması nedeniyle denetimden de uzak kalacağı söylerken, 50 köpek kapasiteli hayvan bakımevlerinde dahi işkenceden, ölüme birçok hak ihlali yaşandığını hatırlatmıştı.

Mera alanları yüzde 67 azaldı

Meraların tahribini önleme Anayasa’nın Tarım, hayvancılık ve bu üretim dallarında çalışanların korunması başlıklı 45. maddesinde yer almasına rağmen, mera ve otlakların inşaat sektörü lehine işgali 2004, 2005, 2007, 2008 ve 2011’de kanunlarda yapılan değişikliklerle arttı.

Torba yasayla, 6552 sayılı kanun 4342 sayılı Mera Kanunu’nun 14. maddesinin birinci fıkrasına bir bent eklendi. Böylece Bakanlar Kurulunca kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı olarak ilan edilen yerlerin tahsis amacı değiştirilebilecek; yani mera amacı dışında kullanılabilecek. Yapılan bu eklemenin gerekçesi ise "Mevzuata uyum sağlamak".

İstanbul Ziraat Mühendisleri Odası 14 Eylül’de konuya ilişkin yaptığı açıklamada “Bundan böyle meralarımızda hayvanlarımızın otlatılması yerine binalar yükselecek” demiş, şu verileri paylaşmıştı:

* Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşunda mera, yaylak ve kışlak alanı 44 milyon hektar yani ülke yüzölçümünün yüzde 56’sı; bugün 14,6 milyon hektara gerilemiş yani ülke yüzölçümünün yüzde 19’una. Bu da mera alanlarının yüzde 66,8’inin yokolduğu anlamına geliyor.

* Türkiye’nin yıllık kaba yem ihtiyacı 50 milyon ton. Kaliteli kaba yem açığı 14,3 milyon ton. Türkiye 2012 yılında tarihinde ilk kez samanı yurt dışından almaya başladı.

Kaynak: Bianet

17 Eylül 2014 Çarşamba

3. Havalimanı Planları Yargıda

TMMOB’a bağlı üç meslek odası 3. havalimanı planlarının hukuka aykırı olduğunu vurgulayıp yaratacağı zararlara dikkat çekerek planların iptali istemiyle dava açtı.


Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’ne (TMMOB) bağlı üç meslek odası 3. havalimanı planlarını yargıya taşıdı.

Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi ve İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi 3. havalimanının yüm Marmara bölgesinin doğa ve ekolojik yapı ve dengesini yok edeceği, İstanbul Çevre Düzeni Planı, evrensel şehircilik plan ve ilkeleri ile kamu yararına aykırı olduğunu söyledi.

Meslek odaları 12 Eylül’de bu planların iptali istemiyle dava açtı.

Konuyla ilgili bugün Mimarlar Odası’nda yapılan basın toplantısına Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Sami Yılmaztürk, İnşaat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Sekreteri Rezan Bulut, Şehir Plancıları Odası Yönetim Kurulu Üyesi Akif Burak Atlar ve Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi ÇED Denetim Kurulu Sekreteri Mücella Yapıcı katıldı.

3. havalimanı süreci

Mücella Yapıcı planların iptali sistemiyle açtıkları davada Çevre Etki Değerlendirme Raporları, çevre düzenleme planı gibi belgelerden yola çıktıklarını söyledi. Yapıcı 3. havalimanı süreci, yaratacağı tahribatı ve dava gerekçelerini açıkladı.

Yapıcı, baştan hukuka aykırı doğduğunu belirttiği “İstanbul Yeni Havalimanı Projesi”nin yok hükmünde ihale kararı, dava sürecinden kaçırılmış ÇED raporu ve ÇED olumlu kararı ile plansız olarak hukuka aykırı şekilde başlatıldığını anlattı:

* 13 Ağustos 2012’de Resmi Gazete’de yayınlanan Bakanlar Kurulu kararıyla “afet riski” gerekçesiyle havalimanı sınırlarını da barındıran alan “Rezerv Alan” ilan edilerek, acele kamulaştırma kararı alındı.

* Planlama sürecinden sonra başlaması gereken proje ve uygulamaların Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) süreci Mart 2013’te başladı.

* Planların askıya çıkmasından bir yıl önce, ÇED raporunun teslim tarihi de tamamlanmadan 3 Mayıs 2013’te ihale yapıldı.

* Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 21 Mayıs 2013’te projeye ÇED olumlu raporu verdi.

* İstanbul 4. İdare Mahkemesi ÇED olumlu raporu hakkında 21 Nisan 2014’te yürütmeyi durdurma kararı aldı. Ancak yargı süreci devam ederken yeni bir ÇED raporu hazırlandı.

* 7 Haziran 2014’te 3. havalimanının temel atma töreni yapıldı.

* Planlar 17 Haziran 2014’te askıya çıktı.

Planlar

Yapıcı, 3. havalimanına ilişkin olan ve 1/100000 ölçekli Çevre Düzeni Planı Değişikliği ve 1/5000 Ölçekli Nazım İmar Planı ve 1/1000 Ölçekli Uygulama İmar Planları hakkında şu bilgileri verdi:

* 1/100000 ölçekli Çevre Düzeni Planı Değişikliği 2009 tarihli İstanbul Çevre Düzeni paftasından çıkarılan bir kopya üzerine sadece plan onama sınırı çizilerek askıya çıkarıldı. Bunda kapsadığı alanın büyüklüğü adı altında getirilen fonksiyonların yer seçimi açısından gerek İstanbul gerekse Marmara bölgesinin ekolojik sürdürülebilirliği açısından taşıdığı yaşamsal risk ve öneme karşın hiçbir gerekçe ve rapora dayandırılmadan ve asgari gösterim tekniklerine dahi uyulmadı.

Tehlikeler

Yapıcı, 3. havalimanını kapsayan planların İstanbul ve Marmara bölgesinde yaratacağı tahribata dikkat çekti:

* Tüm ormanları, sulak alanları, tarımsal alanları, ekolojik koridorları, yeraltı ve yerüstü tüm su ve doğal kaynakları, flora ve faunayı, yaşamı yok edecek.

* Yarattığı tahribat geri dönülemez yaşamsal zararlara neden olacak.

İklim değişikliği

* Taşıyacağı yapılaşma ve yollarla birlikte geçirimsiz, betonlaşmış cansız alan oluşturup ekolojik olarak bir boşluk oluşturacak mikro klima etkisi yaratıp iklim değişikliğini hızlandıracak. Bu değişiklikler;

* Aşırı hava olayları, sık ve yoğun yağış,

* Deniz seviyesinde artış

* Yağış sıklığı ve şiddetinde değişim,

* Yağıştaki değişimin insan sağlığına tehdidi,

* İçme suyunda sıkıntılar,

* Orman yangınlarının sıklaşması ve uzun sürmesi,

* Tarımsal üretimde değişiklik,

* Biyolojik çeşitliliğin azalması,

* Kentsel ısı adası etkisi…

İstanbul’a 3. havalimanı lazım mı?

Şehir Plancıları Odası’ndan Akif Burak Atlar da İStanbul’daki mevcut havalimanlarınınyolcu kapasitelerini sıralayarak İStanbul’un yeni bir havalimanına ihtiyacı olmadığını anlattı:

“2012 yılında Atatürk Havalimanı’nın yolcu kapasitesi yılda 45 milyon iken Sabiha Gökçen Havalimanı’nın yolcu kapasitesi 25 milyon.

“Sabiha Gökçen Havalimanı’na yapılacak ek inşaatlarla 2015 yılında kapasitesi 70 milyona çıkacak. İstanbul’un havalimanlarında toplam yolcu taşıma kapasitesi 115 milyon olacak.”

Kaynak: Bianet

12 Eylül 2014 Cuma

Bugün 12 EYLÜL!


12 Eylül darbe döneminde, insanlar devletçe kırılırken onbinlerce sokak hayvanı da özel izin ve talimatlarla imha edildi... Hayatını kaybeden, hayatı karartılan, zindanlarda çürütülen tüm canlıları, insan-hayvan demeden anıyoruz!..


11 Eylül 2014 Perşembe

Lice’de Kürtçe Eğitime İzin Yok, Asker Yolları Kesti

Diyarbakır’ın Lice ilçesinde Kürtçe eğitim verilmesi için yapılan okula askerlerin zırhlı araçlarla gelmesi üzerine köylüler tepki göstererek köyün girişini tuttu, askerler köye giden yolları kapattı.


Diyarbakır’ın Lice ilçesinde Kürtçe eğitim verilmek amacıyla yapılmakta olan okula askerlerin gelmesi üzerine köylülerle askerler arasında çatışma yaşandı.

Çatışmanın ardından askerler geri çekilerek köyle bağlantılı yolları kapattı, köylüler de askerlerin geçişini engellemek üzere köyün girişinde toplandı.

Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Lice Eşbaşkanı Harun Erkuş sabah erken saatlerde Lice’nin Kerwas (Yalaza) köyüne askerlerin zırhlı araçlarla müdahale etmek istediğini, okula 500 metre kala köylülerin tepki gösterdiğini ve çatışma yaşandığını öğrendiklerini anlattı.

ANF olayın Kürtçe eğitimin verilecek okulda incelemelerde bulunan Kaymakamlık ve İlçe Tapu Kadastro personelinin askerler eşliğinde köye gelmesi üzerine çıktığını yazdı.

Yollar kapatıldı

Harun Erkuş Diyarbakır-Lice yolunun ve Lice’den köylere doğru gelen yolun da toma ve zırhlı araçlarla kapatıldığını söyledi.

Lice’nin köylerinde de ilçe merkezinde de bir gerilim olduğunu bildirdi.

Erkuş okulun temel amacının anadilinde eğitim olduğunu söyleyerek yaşanmakta olan demokratik süreci hatırlattı.

“Kürt halkının birinci taleplerinden biri anadilinde eğitimdir. Çözüme en yakın olduğumuz süreçte neden anadilinde eğitime yönelik saldırılar oluyor? Bu tahammülsüzlüğe anlam vermek mümkün değil.”

Kürtçe eğitim

Kürdi-Der Diyarbakır Şube Başkanı Selahattin Gültekin de olayı basından öğrendiğini, Lice’deki okulun dün birçok sivil toplum kuruluşunun (STK) biraraya gelerek yaptığı açıklamada sözünü ettiği üç okuldan biri olmadığını söyledi.

“Biz Diyarbakır, Cizre ve Yüksekova’daki üç okuldan bahsettik. Lice’deki okulla ilgili bilgimiz yok.”

Dün Diyarbakır’da toplanan STK’lar anadilinde eğitime dikkat çekmek için yeni eğitim öğretim yılını bir hafta boyunca boykot etme çağrısında bulunmuş, üç yerde Kürtçe eğitim verecek okulların açılacağını duyurmuştu.

Kaynak: Bianet

Uluslararası Hayvan Hakları Konferansı'ndayız


Bugün başlayan ve 14 Eylül'e kadar sürecek olan, Lüksemburg'daki Uluslararası Hayvan Hakları Konferansı'ndayız. Dünyanın her tarafından gelen aktivistler eylem ve söylem deneyimlerini paylaşacak.

Yeryüzüne Özgürlük Derneği olarak, Türkiye'deki hayvan hakları/özgürlüğü hareketine dair bir sunum yapacağız ve aktivistlerle deneyim paylaşımı yapacağız. Uluslararası konferansın üçüncü gününde ise derneğimizden Güray Tezcan ise "Rahatsız Veganlar: Tüketici Veganlık Eleştirisi" adlı atölyeyi düzenleyecek.

10 Eylül 2014 Çarşamba

İş Cinayeti Davalarında Kamu Görevlilerine Bakanlık Koruması

Çalışma Bakanı Çelik, Soma'da 2 müfettiş ile kamu çalışanlarına soruşturma izni vermedi. Diğer iş cinayeti davalarında da bakanlıklar, TTK, vali, AFAD ve belediye başkanına izin vermemişti.


Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, 301 işçinin yaşamını yitirdiği Soma'daki madeni inceleyip olumlu rapor veren 2 müfettiş ile kamu çalışanlarına soruşturma izni vermedi.

Davutpaşa patlaması, Van Bayram oteli, Kozlu maden cinayetinde de bakanlıklar, TTK, vali, AFAD ve belediye başkanının soruşturulmasına izin vermemişti. Bu kararlar Danıştay'a taşınmıştı.

Adalet Arayan İşçi Aileleri'nin gönüllü hukukçularından Erbay Yucak, "Devlet iş cinayetlerini bitirme konsunda samimiyse, bunu ispat etsin. Neden yargılamaya izin vermiyor? O zaman bu iş cinayetleri nasıl duracak?" dedi.

İşte bakanlıkların kamu görevlilerinin soruşturmasına izin vermediği bazı örnekler:

Belediye başkanına izin yok

Davutpaşa'da kaçak maytap atölyesindeki patlamada 2008 yılında 21 kişi ölmüş, 115 kişi de yaralanmıştı. İçişleri Bakanlığı, Zeytinburnu Belediye Başkanı Murat Aydın'ın yargılanmasına izin vermemişti. Ancak Danıştay kararı ile soruşturma izni çıkmıştı. Sonunda da söz konusu kişi beraat etti.

TTK'ya izin yok

2013'te Zonguldak Kozlu madeninde sekiz işçinin ölümüyle sonuçlanan metan gazı patlamasında savcılık Türkiye Taş Kömürü'nün (TTK) Genel Müdürü Rıfat Dağdelen ve 5 yönetim kurulu üyesi hakkında soruşturma izni istedi. Enerji Bakanlığı izin vermedi. Bu karar şu anda Danıştay'da.

Valiye, AFAD'a izin yok

Van’da 9 Kasım 2011’de meydana gelen artçı depremde yıkılan Bayram Oteli davasında İçişleri Bakanlığı, dönemin Van Valisi Münir Karaloğlu ve Afet Acil Durum Müdürü Cafer Giyik ile Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkan Vekili Ejder Kaya hakkında soruşturma izni vermemişti. Hayatını kaybeden gazeteci Cem Emir, Selahattin Yılmaz ve Önal Erol’un aileleri, kararı Danıştay'a taşıdı. Üstelik ailelerin bireysel başvurusunda Anayasa Mahkemesi, Van Valisi ve AFAD yetkililerinin yargılanması için “soruşturma izni”ne karar vermişti.

"Hükümet samimiyse, ispat etsin"

Avukat Erbay Yucak, yukarıda sayılan tüm davalarda olduğu gibi Bakanlığın Soma'da da soruşturmaya izin vermemesinin suçluları korumak anlamına geleceğini söyledi.

"Hükümet iş cinayetlerini durdurma konusunda samimiyse, bunu ispat etsin. Bakanın tutumu yanlıştır. Maddi gerçekler yargılamada ortaya çıkar. Bakanlık bu gerçeklerin ortaya çımasına yardımcı olmuyorsa bunun anlamı bellidir.

"Bakanlıklar, bütün sorumluların yargılanması tercihlerini ortaya koymadıkça denetim görevini ihmal edenin yanına yaptıkları kar kalıyor. Peki o zaman bu iş cinayetleri nasıl duracak?"

Kaynak: Bianet

BEDAŞ İşçileri SGK Beyoğlu'nu İşgal Etti

Beyoğlu SGK binasını işgal eden BEDAŞ işçileri Torun Center'da 10 işçinin iş cinayetinde ölmesini ve BEDAŞ Avcılar işletmesinden 26 arkadaşlarının işten atılmasını protesto etti.


DİSK Enerji-Sen üyesi enerji işçileri Torun İnşaat iş cinayetinde yaşamını yitiren 10 işçi ve iş güvenliği talep ettikleri için BEDAŞ Avcılar İşletmesinden işten atılan 26 işçi için SGK Beyoğlu Sosyal Güvenlik Merkezi binasını işgal edip iş cinayetlerini protesto etti.

Protestonun ardından DİSK Genel Başkanı Ali Duman, DİSK Yönetim Kurulu üyeleri ve işçiler dahil 15 kişi gözaltına alındı. İşten atılan işçiler ise 29 gün önce başladıkları direnişi Avcılar BEDAŞ işletmesinin önünde sürüyor.

“İş güvenliği malzemesi istiyoruz”


Taşeronluk sistemini ve güvencesiz çalışma koşullarını da protesto eden işçiler, “iş kazası değil bu bir cinayet”, “çalışırken ölmek istemiyoruz” sloganları attıktan sonra basın açıklaması yaptılar.

“Bu ülkede işçiler çalışırken hayatlarını kaybediyorlar. Bugün burada sermaye teslim edilen iş güvenliği uygulamasını, iş cinayetlerini, Çalışma Bakanlığı başta olmak üzere bütün sorumluları protesto etmek için varız. Enerji sektöründe ve BEDAŞ’ta 26 tane işçi bundan bir ay önce iş güvenliği,  porselen, tornavida, pense, yalıtılmış ayakkabı, yanmaz yelek istedikleri için işten atıldılar.”

“Bülent Arınç, ‘Hayret ediyoruz Türkiye’de neler yaşanıyor. Yasa bile çıkarttık neler oluyor’ demiş. Onların sırça köşklerinden, yalılarından bizi görmüyorlar. Burada işçiler sermayenin altında köle gibi çalıştırılıyor. İşte atılmakla tehdit ediliyorlar. İşte Türkiye’nin gerçeği bu.”

“İş güvenliği malzemesi istediğimizde bir tane müfettiş gelip kontrol bile yapmıyor ama burada bir protesto olduğunda devlet gördüğünüz gibi çevik otobüslerini kapıya getiriyor. Ölümden daha da kötüsü her gün işsizlikle terbiye edilmeye çalışıyoruz. Bugün gözaltına alsalar da yarın yine geleceğiz. İş cinayetlerinde hayatını kaybeden tüm işçi arkadaşlarımıza sözümüz olsun.”

Çerkezoğlu: “Hükümet, işveren ve sermaye sorumlu”


DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu ise bianet'e yaptığı açıklamada:

 “Yaşanan iş cinayetlerinin gerçek sorumlusu hükümettir. Bütün bu sistemi bir çalışma rejimi olarak inşa eden ve iş cinayetlerini engellemek için hiçbir adım atmayan devlet politikalarıdır. Yıllardır sürdürülen devlet politikalarıyla, taşeronlaşmayla ve güvencesizlikle bugün her yerde işçiler ölüyor. Devlet yalnızca bir iş güvenliği uzmanını ya da şirketin bir alt düzey yöneticisini gözaltına alıp, göstermelik cezalar vererek bu işin faturasını kapatamaz. Bu işin diğer sorumlularıysa işçileri insanlık dışı koşullarda çalıştıran işverenlerdir, sermaye sahipleridir.”

“İşçi sağlığı ve güvenliği alanı piyasaya açıldı. Bundan vazgeçilmeli taşeron çalıştırma yasaklanmalı ve güvencesiz çalışma ortadan kaldırılmalı.”

Kaynak: Bianet

* Fotoğraflar: Melike Futtu

BELTAŞ İşçileri 13 Gündür Grevde

BELTAŞ işçilerinin üç yıldır süren sendika ve taşeron karşıtı mücadelesinin ardından bu kez 239 işçinin işten atılmasıyla grev süreci başladı. Grevin 13. günündeki işçiler hem eli sopalı sivillerin hem de polisin saldırısına uğradı.


Beşiktaş'taki park ve bahçelerin düzenlenme işlerini yürüten BELTAŞ işçileri, işleri ve sendikal hakları için tekrar direnişe geçti.

Sendikal haklarını mahkeme kararıyla kazanan ve Beşiktaş Belediye’siyle Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerine başlayan 239 işçi bu kez de işten çıkarıldı. Bunun üzerine grev kararı aldılar.

13 gündür grevde olan işçiler Beşiktaş’taki Abbasağa Parkı’nda da sürekli olarak oturuyor ve neden direndiklerini anlatıyorlar.

Geçen Pazar günü Beşiktaş Belediyesi’nin parkları temizlemek için tuttuğunu söylediği, kim olduğu bilinmeyen ve ellerinde sopalar olan kişilerin, ardından da çevik kuvvet polisinin saldırısına uğradılar.

Belediye ise durumdan işçileri ve işçilerin üyesi olduğu Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na (DİSK) bağlı Genel-İş sendikasını sorumlu tutuyor.

Kaynak: Bianet

* Haberin detayları için tıklayın.

9 Eylül 2014 Salı

Halkalı’da Direnen İşçiler 14 Maddelik Talep Listesini Kabul Ettirdi

Çalışma koşullarının ve yemeklerin düzeltilmesi ve maaşlarının düzenli yatırılması için dün eylel yapan Halkalı Temapark Mesa Blokları şantiyesi işçileri, taleplerini kabul ettirdi. Taraflar yeni anlaşma imzaladı.


Halkalı Temapark Mesa Blokları şantiyesinde çalışan işçilerin çalışma koşullarının düzeltilmesi, yemeklerin düzeltilmesi ve maaşların düzenli yatırılması gibi taleplerle dün gerçekleştirdikleri eylem bugün başarıya ulaştı.

Yaklaşık 3 bin 500 işçinin çalıştığı inşaatta TEM’i kapatan işçiler, koğuşların insani koşullarda olmaması, yemeklerden kurt çıkması gibi pratik sorunların yanı sıra maaşlarını da düzenli alamadıklarını açıklamışlardı.

14 maddelik anlaşma

İşçilerin kendi aralarında oluşturdukları 10 kişilik bir komite bugün avukatlar ile masaya oturarak 14 maddelik isteklerini dile getirdi. Çift taraflı olarak kabul edilen anlaşmanın maddeleri bugünden itibaren yerine getirilmeye başlandı.

bianet’e konuşan inşaat işçisi Cengiz Bilici işçi arkadaşlarının taleplerini şu şekilde dile getirdi:

- Şantiye alanında bulunan yatakhanelerin düzeltilmesi

- Yemekhanenin insan onura yakışır hale gelmesi

- Maaşlarının düzenli yatırılması

- SSK’larının doğru bir şekilde yatırılması

- Şantiye alanına iki adet bilgisayar konularak işçilerin kendi maaş ve SSK takiplerini yapabilmeleri

- Şantiye alanında bulunan kantinin fiyat listesinin piyasaya uygun olarak düzenlenmesi

- Taşeronların, işçilere sattığı iş güvenliği malzemelerinin (baret, önlük, çizme vb.) parasını işten ayrılan işçilere geri verilmesi

- Asansör, yük taşıma araçları gibi makinelerin sıkı bir şekilde güvenliğinin sağlanması

Koğuşa buzdolabı geldi

Bilici, dün gerçekleştirdikleri eylemin ardından yemeklerin daha düzgün çıktığını, odalarına buzdolabı ve elbise dolabı geldiğini de sözlerine ekledi.

Kaynak: Bianet