31 Mayıs 2013 Cuma

Taksim Gezi Parkı'ndaki devlet şiddetine karşı İngilizce çağrı / Solidarity Call Against State Violence in Gezi Park, Istanbul

International Human Rights Organizations and Dear Friends, Comrades, Press Members from all over the world;

This is an urgent call from human rights defenders, activists, NGOs, professional chambers, grassroots, neighbourhood associations and Istanbulites.


Since the 27th of May,Istanbulites from all social and political backgrounds and ages and from all over the city had been continuing a peaceful resistance in Gezi Park, the city's most central public park, soon to be demolished due to a renewal project. According to the project, decades old trees in the park will be cut down and a big mall in the replica of the once Ottoman Artillery Barracks (Topçu Kışlası) will be erected:


http://www.bianet.org/english/english/147016-demonstrators-plant-trees-against-destruction-in-taksim-gezi-park

The police intervened in the park 3 times, each more violent than the other:

The first intervention was in the morning of May 28th, a crowd of about 50 protestors were tear gased
directly on their faces:

http://stream.aljazeera.com/story/201305302148-0022796

To give solidarity to the protestors, hundreds arrived in the evening and the occupation movement got larger. Right afterwards, the second intervention came early in the morning of May 30th at 5 am, the riot police set fire to the tents and tear gas and pepper sprays were used incessantly, causing serious injuries:

http://www.youtube.com/watch?v=suEVcTIpzxA&list=UUNwGZGYteEB64ywTGCn0w2g&index=2

http://www.hurriyetdailynews.com/protester-to-undergo-surgery-after-morning-police-intervention-at-taksim-park--.aspx?pageID=238&nID=47878&NewsCatID=341

Against this inhumanity and extreme violence , the reaction was the occupation of the park, this time by thousands.

And this morning proved to be the culmination of violence and barbarism that no words can describe, with an unproportional use of force. The exit of the park was blocked, the group was thus locked in the park and was taken under the crossfire of tear gas and pepper bombs, choked to death.The only way was by breaking the walls and many were wounded:

http://www.hurriyetdailynews.com/protester-to-undergo-surgery-after-morning-police-intervention-at-taksim-park--.aspx?pageID=238&nID=47878&NewsCatID=341.

At the moment brutal interventions against protestors continue, after the press call, while the group was leaving, it was pepper sprayed and tear gased once more!
At the moment, some of the group is in Divan Hotel at Elmadag.

Literally, almost all parts of Taksim (where Gezi Park is) is tear gassed and pepper gas sprayed especially the streets around Taksim are under clouds of gas

Dear friends, we need nothing else to add, the scenes talk themselves.

The resistance for democracy and human rights will not be terminated; we are determined to continue our struggle against a government determined to crush each and every oppositon, a government that can not tolerate even a peaceful opposition for saving trees. The Turkish government, has violated all international human rights conventions and mechanisms it is a party to.

Your valuable support and solidarity will indeed fortify our determination and resistance. Please share it, name it and shame it and blame it so that this insanity and brutality practiced against human rights defenders can be terminated through intrnational pressure.

CALL TO THE INTERNATIONAL OLYMPIC COMMITEE

This is also a call to the IOC to take Turkey out of its list of 2020.

If Olympics means friendship, if Olympic Games mean peace and companionship, these videos are enough proof of how the government violates the ideals of Olympics. Having Istanbul on the list will be tantamount to pepper gasing these ideals.

In the name of solidarity and friendship

Urban Movements Istanbul / Habitat International Coalition

18 Mayıs 2013 Cumartesi

Hayvan Deneyi Yapmak İstemeyen Öğrencilere Vicdani Ret Hakkı

ABD'nin Connecticut eyaletinde Teşrih Tercihi Yasası (Dissection Choice Act) ismi verilen bir düzenleme gündemde. Eğer düzenleme yasalaşırsa, dileyen üniversite veya lise öğrencileri, okul müfredatlarında hayvan deneyi / dirikesim yapmaları zorunlu olduğu halde vicdani retlerini açıklayarak alternatif araştırma yöntemleri talep etme hakkına kavuşacak. 

Care2'da yer alan Alicia Graef imzalı habere göre, an itibariyle hayvan deneylerine karşı rahatsızlıklarını dile getiren öğrenciler veya öğretim görevlileri hem ait oldukları kurumdan hem de öğrenci / öğretim görevlisi arkadaşlarından psikolojik baskıya maruz kalıyor. 


Yeryüzüne Özgürlük Derneği olarak bizler, bu baskıyı tahakkümün birliği (unity of oppression) kavramıyla yorumluyoruz. Hayvana yönelik tahakkümü reddedenler, kendilerini tahakküm altında buluyorlar. Birbirinden beslenen farklı tahakküm biçimleri (hayvanlara yönelik tahakküm, bilim ve uygarlığın despotlaşarak ötekine karşı tahakkümü vs), tercih hakkı ve özgürlüğe açık kapı bırakmamak için birleşmiş durumda. Dogmalara karşı, dinin skolastikliğine karşı imajıyla 19. ve 20. YY'da dünyanın saygınlığını kazanan aydınlanma ve bilim, bugün bizzat kendisi dogmatikleştiğini ve ilerlemeyi / pozitivist bakış açısını bir zorunluluk haline getirerek, "medeni"yi bir iltifat, "ilkel" ve "vahşi" sözcüklerini ise bir aşağılama haline getirdiğini görmek durumundadır.

Türkiye'deki çeşitli üniversite veya liselerde mezuniyet ve not için hayvanlara zulmetmeye mecbur bırakılan öğrencileri de bu vicdani ret hakları için örgütlenmeye ve ses yükseltmeye çağırıyoruz. Bir öğrenci, hayvanlara insan faydası için zulmetmeye hakkımız olmadığına kanaat getirerek, acı çekme veya kana dayanıklı olmadığı için veya alternatif araştırma yöntemlerinin bilimsel açıdan daha yararlı olduğu düşüncesi ile hayvanlı çalışmalara / dirikesime karşı vicdani reddini açıklayabilir.

Savaş karşıtlarının dünyaya yaydıkları gelecek tablosunu biz de başka bir açıdan yorumlamak istiyoruz: "Bir laboratuvar düşünün ki doğal yaşamlarından koparılarak deney lerde kurban edilmek üzere kurbağalar getirilmiş; kesmek isteyen yok." Savaşta insanın insana uyguladığı şiddetin, teşrih masasında insanın kurbağaya uyguladığı şiddetten fazla farkı yok. Fark varsa, o da savaşa asker olarak katılanların zaman zaman kendi rızaları ile orada bulunabilme ihtimali; bir kurbağanın kendine eziyet edilmesine ise rıza göstermesinin imkanı yoktur.

Connecticut eyaletinin bu düzenlemeyi yasalaştırarak bilimsel araştırmalarda vicdani reddi tanıyan 17. örnek (Care2 haberine göre ABD'nin 16 eyaleti buna benzer hakları araştırmacılara tanımış.) olmasını sağlamak için bir imza kampanyası da başlatıldı:

Geçtiğimiz haftalarda hayvan deneyleri ve ona alternatifler hakkında yaptığımız detaylı haber için tıklayın.

Kapitalist şirket LC Waikiki'ye Açık Mektup

2012 1 Mayıs'ında bazı kapitalist şirketlere anarşistlerce yapılan saldırılarla alakalı olarak yargılandığımız davada, bazı bankalar ile birlikte birkaç kapitalist şirket de intikam peşine düşmüştü. Bu şirketlere geçtiğimiz celsede yenileri eklendi; LC Waikiki de bunlardan birisiydi. Olayın üstünden bir sene geçmesine rağmen LC Waikiki de, McDonald's, Starbucks ve diğer şirketler gibi 1 Mayıs 2012 günü şiddete maruz kaldığını iddia ederek mallarına gelen zararın karşılanmasını, üye ve aktivistlerimizin de içinde bulunduğu 46 kişinin şirket mallarına zarar verdikleri gerekçesi ile cezalandırılmasını istedi.

LC Waikiki ismi size masum bir isim gibi gelebilir ama bu ve benzeri şirketler, ticarî kaygıları uğruna, düzenli olarak, yılda binlerce insanı sömürüp harcarken bir dakika bile rahatsızlık hissetmezler. Aşağıda, LC Waikiki'ye yazılmış bir mektubu okuyacaksınız. LC Waikiki ve benzeri şirketler, zorunlu çalışma sisteminin içine atıp sırtından geçindiği insanların hayatlarına mal olan haksız fiiller yapan kapitalist şirketlerdir. LC Waikiki'nin iki camının kırılması, yasalar nezdinde ve toplum tarafından "suç" olarak tanımlanır ve devlet tarafından infaz memurluğu yapılıp insanlar yaklaşık 30 yıl hapis cezası ile yargılanırken, bu şirketin hiçbir yaptığı şiddet olarak dahi tanımlanmamakta, bu şirket ve benzerleri dünyanın dört bir yanında servetlerine servet katmaya devam etmektedir.

Cansız bir nesneye yapılan bir saldırı eğer şiddet ise sormak istiyoruz; yüzlerce insanın ölümüne sebep olmak, o insanları öğütmek, katletmek şiddet değil de nedir? Böyle bir adaletsizliğin adalet diye yutturulması nasıl bir iki yüzlülüktür?..


LC Waikiki’ye Açık Mektup



 - NURAN GÜLENÇ -

Bangladeş’te Rana Plaza’da meydana gelen 8 katlı binanın çökmesi ve 1.127 işçinin ölümü ile sonuçlanan faciadan sonra iki yazı kaleme aldım. Birinci yazım “markalar işçi öldürmeye devam ediyor” başlığı ile bu siteden, 30 Nisan 2013 tarihinde yayımlandı. İkincisi ise “Bangladeş’te işçi ölümlerinin ardından” başlığı ile  11 Mayıs’da yayımlandı. İlk yazımın yayınlanmasından sonra yapmış olduğunuz basın açıklamasına cevaben bu açık mektubu kaleme alıyorum.

Rana Plaza enkazından çıkan LCWaikiki etiketlerinin dünya basınında yer almasına rağmen, elime ulaşan ve Sendika.Org sitesinde de yayımlanan açıklamanızda  Rana Plaza’da üretim yaptırmadığınızı, binada var olan mağazalarda “satış” yapıldığınızı  ifade etmişsiniz. Diyelim ki, haklısınız ortada üretim yok, sadece satış var! Öncelikle sormak istiyorum, satışın yapıldığı mağazalar  o faciada çökmedi mi, mağaza çalışanları  o enkazın altında kalmadı mı?

Aynı zamanda, açıklamanızda “kurumsal yönetim ilkelerini benimsemiş ve şeffaf bir şirket olarak LCWakiki tüm çalışmalarını çevre, iş sağlığı ve güvenliği politikalarını gözeterek gerçekleştirmektedir” diyorsunuz. O halde size yine 2010 yılında Bangladeş’te üretim yaptırdığınız Garib&Garib adlı firmayı hatırlatmak istiyorum.

25 Şubat 2010 yılında, Garib&Garib adlı fabrikada çıkan yangında, pencereleri demirli ve yangın çıkış kapalı olması nedeniyle 21 işçi yanarak can verdi. 50’yi aşkın işçi yaralandı. Yoksa orada da mı üretim yaptırmıyordunuz?

Şimdi size sormak istiyorum, 2010 yılında, Garib&Garib’te üretim yaptırdığınız tescillendiği halde, yangında feci şekilde can veren ve yaralanan işçiler ve aileleri için ne yaptınız?

Ben söyleyeyim, kocaman bir hiç yaptınız. Temiz Giysi Kampanyası ve ITGLWF’in (Uluslararası Teksti Hazır Giyim ve Deri  İşçileri Federasyonu) çağrılarından somut bir sonuç çıkmadı. İnsanlar yandı ve siz seyrettiniz. Ardından da sırtınızı döndünüz ve gittiniz. Başka yerlerde can güvenliğini sağlamadığınız işçileri ucuza çalıştırarak üretime devam ettiniz.

Garib&Garib’de üretime başlamadan önce hangi denetimleri yaptırdınız? Çünkü Garip&Garip fabrikasında 2009 yılında da bir yangın çıkmış ve  bazı markalar o işyerinde kronik bir işçi sağlığı güvenliği problemi olduğu gerekçesi ile çalışmayı durdururken, siz hangi denetimlere güvenip çalışmaya devam ettiniz? Bunları kamuoyu ile paylaşabilecek misiniz? Şeffaflıktan bahseden LCWaikiki, tedarik zincirini (üretim yapılan yerleri) bizlere açacak mı? Tedarik zincirindeki denetim sonuçlarını bizlerle paylaşacak mı?

Şimdi Rana Plaza’da iddianıza göre “üretim yaptırmamış” olmanız sizi aklıyor mu?

Ardı arkası kesilmeyen işçi ölümlerinin ardından, Rana Plaza faciası hepimiz için bardağı taşıran son damla oldu. Uluslararası işçi hakları savunucusu örgütler, sendikalar, Temiz Giysi Kampanyası Bangladeş’te ölümleri durdurmak için bir “Yangın ve Bina Güvenliği Anlaşması” hazırladılar. Bugüne kadar 30’u aşkın marka, bu anlaşmayı imzalayacağını açıkladı. Bu anlaşma ile markalar tüketicilerinin taleplerini dikkate alarak işçi örgütleri ile işbirliği yapacaklarını, ölümlerin durması için çalışmalar başlatacaklarını açıklamış oldular.

Şimdi size soruyorum, işçi ölümlerinin durdurulması için üretim yaptırdığınız yerlerde bir sorumluluk alacak mısınız, tüketicilerinize/ kamuoyuna göğsünüzü gere gere “artık bende ölümlerin durdurulması için elimi taşın altına koyacağım” diyebilecek misiniz, Bangladeş’te üretim yapan diğer Türk markalarına örnek olacak bir adım atacak mısınız? Yoksa Garib&Garib fabrikasında yaşanan facianın ardından olduğu gibi köşenize sinip, bu fırtınadan da hasar görmeden kurtulmak için dua mı edeceksiniz? Ama bu sefer kolay olmayacak…

Şimdi tüketicileriniz sizden bir adım atmanızı bekliyor.

(*) Nuran Gülenç, Temiz Giysi Kampanyası (Clean Clothes Campaign) Türkiye Koordinatörü

** http://www.sendika.org/2013/05/lcwaikikiye-acik-mektup-nuran-gulenc/


Kaynak: Başka Haber

14 Mayıs 2013 Salı

HALK İÇİN EZİYET, ADALET İÇİN HEZİMET!


YAŞAMA DÜŞMAN OLAN DEVLETE KARŞI MÜCADELEYE
ve DAYANIŞMAYA ÇAĞIRIYORUZ!


“Norm” kelimesinin tam bir saldırı aracı haline dönüştüğü günlerden geçiyoruz. Hükûmet, toplumun egemenlerinin de desteğini alarak kendi normlarını belirliyor; bu normların dışında kalanlar ise bizzat devletin şiddet ve baskısının nesnesi haline getiriliyor. 1 Mayıs gibi günlerde ise devletin, tepkisini dile getirmek için sokağa çıkan her insana savaş açtığı, can sıkıntısı içerisinde olduğu çok bariz olan polisin su tabancası kullanırmış gibi insanların üzerine vücuda çok ciddi zararlar verebilen tazyikli suyu ve kimyasal biber gazını boca etmesi artık şaşırmadığımız sahneler... Adliye önünde, Taksim Meydanı’nda, çocukların oynadığı futbol maçında ya da barışçıl bir eylemde sıkılan biber gazı artık olmazsa olmazlarımızdan... Egemenler, sevdikleri iktidarlarını canları pahasına korumak için her tür zorbalığı uygulamaktan çekinmiyor. Türkiye, gaz cumhuriyeti haline gelirken polisin şiddeti nedeni ile hayatlarını kaybeden insanlar, her zaman kusurlu olarak ana haber bültenlerine taşınıyor. Her ne kadar bu akıl almaz şiddeti normalleştiren ve onaylayan toplumun egemen kesimleri bu şuursuzluğu yadırgamasa da, birebir şiddete maruz bırakılan ve sözümüzü sokakta söylemekten sakınmayan insanlar olarak, yaklaşık bir aydır saçmalama konusunda sınır tanımayan devletin faşizan söylem ve eylemlerine, özellikle son 1 Mayıs öncesi ve sonrasında yaşananlarla birlikte artık katlanamadığımızı söylemek istiyoruz.

Hükûmet geçtiğimiz bu 1 Mayıs’ta da elinde bulundurduğu tüm erki, iktidarı kendisine karşı her gün yükselerek büyüyen tepkileri susturmak ve bu yönde toplumsal hareketler tarafından üretilen ve örgütlenen her türlü meşru ve haklı girişimi, başta polis şiddeti olmak üzere elinde bulundurduğu ve kendi lehine dönüştürdüğü yargı erkini de kullanarak, daha en başından sindirmek için elinden geleni yapmıştır, yapmaya da devam etmektedir. Hükûmet bunun için âdeta bir savaş veriyor; sokaklara, hatta hastanelere, okullara atılan gaz bombaları ile hayat durduruluyor; hakkını arayan, hak ihlallerine ses çıkaran tüm kesimler polis cobundan nasibini alıyor; yıllar süren davalarla adliye koridorlarında ömürler geçiyor, yazılmak bilmeyen iddianameler ve günü gelmek bilmeyen duruşma tarihleri arasında insanlar, cezaevleri denilen zindanlarda her türlü hak ve özgürlükten uzak bir şekilde tecrit ediliyor.

Özellikle bu 1 Mayıs, devletin ve ona benzer egemen güçlerin, kendisini ispat etme sahnesi haline dönüştürülmüştür. 1 Mayıs, her ne kadar adına “bayram” denilip devlet tarafından bir lütufmuşçasına resmî tatil ilan edilse de, bu sene de devletin yine birçok hak ihlaline imza attığı, devlet terörünün doruğa ulaştığı bir gün olarak hafızalarımıza kazınmıştır.

“HALK İÇİN EMNİYET, ADALET İÇİN HİZMET!” mi, 
“HALK İÇİN EZİYET, ADALET İÇİN HEZİMET!” mi?

Polis, onlarca insana öldüresiye şiddet uygulayarak hastanelik etmiş, insanlar tedavileri bitmeden yangından mal kaçırırcasına gözaltına alınmak istenmiştir. 1 Mayıs ve akabinde uygulanan sistemli şiddet ve tırmanan devlet terörü, devlet tarafından düşman bellenen “marjinal” grupların bertarafı için şart ve meşru bir tedbir gibi kamuoyuna yansıtılsa da bizler, sokakta tepkisini dile getiren insanlar olarak darbe zamanlarını aratmayacak sıkıyönetim önlemlerinin neden alındığını çok iyi biliyor ve 1 Mayıs’tan bu yana yaşadığımız süreci endişe ve öfke ile izliyoruz.

Başta Taksim olmak üzere tüm İstanbul sokakları, köprüleri ve ulaşım araçları ile birlikte adına “devlet” denilen, dışı dolu, içi boş ve icraatı hepimizin malumu olan ancak hiçbir şekilde vücut bulamayan, bulamayacak bir melanet yapısı tarafından işgal edilmiş, insanlar ve hayvanlar saatlerce kimyasal gaza maruz bırakılmış, silah dipçiğiyle ezilen, gaz bombası fişeğiyle yarılan başlar, hükûmetin bir 1 Mayıs İşçi “Bayramı”nı daha başarı ile kotardığı ve kutladığı bir güzelleme şeklinde basına servis edilmiştir. Hükûmet, yere göğe sığdıramadığı ileri demokrasisini ve 1 Mayıs’la ilgili sağladığını iddia ettiği başarıyı, elindeki polis gücü ile, binlerce insanı sokak aralarında sıkıştırarak, gazlayarak, coplayarak ve her türlü şiddete maruz bırakarak birçok temel hak ve özgürlüğün içini bir kez daha boşaltarak elde etmiştir. Böylelikle tüm muhalif kesimlere gözdağı verme tutkusunu bir kez daha fiiliyata döken hükûmet, bir de utanmadan teşekkür beklediğini beyan etmiştir.

2012 1 Mayısı’nda bazı kapitalist kurum ve kuruluşlara, sermaye gruplarına yönelik gerçekleştirilen saldırılarla ilgili dernek üyelerimizin ve aktivistlerimizin de 30 yıla kadar hapis cezası ile yargılandığı davanın iddianamesindeki düzmece senaryoda olduğu gibi suçlulaştırılan insanlara, ismine “adalet sarayı” denilen heyula alışveriş merkezlerini andıran adliyelerde ve gündelik, özel hayatımızda her türlü baskı ve sindirme politikası uygulanırken, “vatandaş” diye tanımlanan insanlara gaz yağdıran, psikolojikten fizikseline her türlü şiddeti uygulayan, her türlü zorbalığı hak olarak görerek elindeki güç ile insanlara, canlılara zulüm olarak yönelten devlet ve devlet adamları, kendi yazıp oynadıkları ve adına “hukuk” dedikleri senaryolarla her türlü kirli ilişki ağını örmekten kendilerini alamamakta, her açıdan adı “şiddet” olan bu eylemler güvenlik tedbiri olarak tanımlanmakta ve yitip giden insanlar, sömürülenler, tüketilenler, marjinalize edilenler devlet için hiçbir anlam ifade etmemektedir. Yaşayan bir canlının hayatı, varlığı ile yokluğu incecik bir çizgi üzerinde olan bir yapıdan daha değersiz kılınmaktadır. Adalet, suç, şiddet gibi tanımların bu vesile ile bir kez daha tartışılması gerektiğini düşünüyoruz.

Kendisini ayrımcılıkla, şiddetle, baskı ve tahakkümle var eden bu yapı, cezaevlerinde çürüttüğü, ölüm döşeğinde olan yüzlerce hasta tutsağı tahliye etmekten, sokağa çıkıp tepkisini dile getirenlerden, beraber özgürleşebileceğini düşünenlerden öcü gibi korkmaktadır. O kadar korkmaktadır ki, çözümü muhalifleri ortadan kaldırmakta bulmakta; bu gözü dönmüşlük bizlere, her türlü hak ihlalini meşrulaştırıp adına “hukuk” diyen, yaşamımıza, özgürlüğümüze, arzularımıza, hazlarımıza, politik duruşlarımıza ve ilkelerimize düşman olduğunu açıkça göstererek adaletsizliği karakteristik haline getiren devlet karşısında, idarî kararlarla hepimize dayatılan yasakları parçalayıp geçmekten başka çare bırakmamıştır.

Bugün yaşamın, haklarımızın, evrensel hukukun, özgürlüğün tam karşısında dikilerek saldırmak için hazır ve nazır olarak bekleyen devlet, onun egemenleri ve sermaye babalarının desteği ile faşist bir diktatörlüğe doğru yürüyen Türkiye, adaletsizliğin “adalet” olarak tanımlandığı, devletin kendi belirlediği ulusal hukukun bile bizzat devletçe çiğnendiği bir açık hava hapishanesine dönüşmüştür. Tepkisini ortaya koyan, devletin gazından, silahından, tazyikli suyundan kendini korumak için yüzünü kapatan herkese “marjinal”, “terörist” denilerek her türlü şiddet gayet rahat bir şekilde devletçe savunulur ve cansız nesnelere uygulanan eylemler şiddet ve suç olarak tanımlanırken, hükûmet her ne kadar “şiddete sıfır tolerans” dese de devletin gözaltında kaybettiği insanlara yapılanlar, cezaevlerinde ve polis merkezlerinde halen sürdürülen, başta işkence olmak üzere her türlü hak ihlali suç olarak sayılmamakta, devlet eliyle öldürülen ya da devletin müsebbibi olduğu telafisi olmayan acılar “kovuşturmaya yer olmayan” olaylar olarak tarihteki yerlerini korumaktadır. Bizden de insanı çileden çıkartan bu uygulamaları tepkisizlikle karşılamamız beklenmektedir.

Bizler, her sene olduğu gibi bu 1 Mayıs’ta da insan-hayvan-doğa gibi öznel ayrımlara gitmeden topyekûn özgürlüğü savunan ve türcülüğe, ırkçılığa, cinsiyetçiliğe, homofobi/transfobiye ve her türlü tahakküm ve ayrımcılığa, kapitalizme karşı çıkan insanlar olarak sesimizi çıkardığımız, kendimizi var ettiğimiz, gündelik yaşamlarımızı sürdürdüğümüz ve devlet tarafından keyfi olarak yasaklanan, işgal edilip bir tüccar zihniyetiyle paraya dönüştürülen sokaklardaydık. Sokağa çıkıp tepkimizi dile getirmemiz en doğal hakkımız iken devlet, 1 Mayıs’ta sokağa çıkan her insanı, sokakta yaşayan her hayvanı biber gazına boğmakta, tazyikli suyla yıkamakta ya da polis şiddetine maruz bırakmakta herhangi bir sakınca görmemiştir.

Yaşam alanlarımızı, sokaklarımızı gasp eden ve bunları gözü doymak bilmeyen sermaye gruplarına pazarlayan devlet, bugün elindeki her türlü güç ile insanlara, hayvanlara ve doğaya şuursuzca saldırmakta ve sebep olduğu her türlü kirli ve kanlı olayın karşısında en ufak bir tepki unsuru kalmayıncaya dek savaşacağını göstermektedir.

Her 1 Mayıs’ta olduğu gibi, TOMA’sıyla, bitmez tükenmez biber gazı ile robocop’ları andıran polislerini halkın üzerine sürmekten büyük keyif duyan devlet, hapishaneleri insanlarla doldurmaktan usanmasa da şunu artık anlamalıdır: Birbirlerinden farklı olsalar da toplumsal özgürlük tahayyülleri taşıyan insanlar, benzer nedenlerle barikatlara yüklenmeye, hep bir ağızdan slogan atmaya, artık bir zulüm aracı haline gelen ve yaşam düşmanlığı ile kendisini var eden devletin ısrarla içini boşaltmak istediği mevcut ve doğal haklarımızı savunmak için meydanlarda dolup taşmaya devam etmekte ve edecektir.

Birçoğumuz zorunlu çalışma sistemi içerisinde öğütülmek zorunda kalsak da, millî eğitim programları ile beyinlerimiz yıkanmak istense ve doğaya, ötekileştirilen canlılara karşı düşman bir nesil yetiştirilmek istense de, kapitalizme, devlet terörüne ve her türlü adaletsizliğe karşı mücadelemiz sürecektir. Kendi verdiği yargı kararını kendisi çiğneyen devlet, insanların içinde yeşerttiği yeni umutları köreltmek, bedenimize hükmetmek, bizleri belirli kalıplara hapsetmek ve evlerimizi, sokaklarımızı işgal edip elimizden almak için elinden geleni yaparken bizler de aynı kararlılıkla kendi yaşam alanlarımızı, özgürlüğümüzü, varoluştan gelen haklarımızı sonuna kadar savunmaya devam edeceğiz.

Davalar, operasyonlar ve yasaklamalarla insanları sindirmeye ve yıldırmaya çalışan devlet, 1 Mayıs’ta gördüğü kararlılığı ve dayanışmayı, Taksim’i, dalga geçermişçesine adına "adalet sarayı" dediği Çağlayan Adliyesi önünü, sokakları, meydanları ve özünde halkın olan birçok varoluş alanını siyasete yasakladığını açık bir şekilde göstererek haklı direnişe meydan okumaya devam ediyor ve bizlerden de bu keyfi yasaklarına uymamızı bekliyor. Her geçen gün yeni bir yasağın, gözaltının, operasyonun, tutuklamanın ve/veya evrensel hukuk ilkelerinin uzağından yakınından geçmeyen yargı kararlarının haberi ile güne başlayan bizler, bu zorbalığın karşısında dayanışmayı yükseltmeye devam edeceğimizi açık bir şekilde duyuruyoruz.

Yargılandığımız davada, kırılan camlarının peşine ta bir yıl sonra düşen kapitalist şirketlerin devlete benzer bir taktiği kullanarak bizlerin de içinde bulunduğu 46 insan hakkında şikâyetçi olduğunu öğrendik. Devletlerin yoksullaştırdığı insanları kredi, borç batağına sürükleyip canını alan Akbank, Şekerbank, Denizbank, Finansbank, KuveytTürk bankaları ve ne oldukları hepimizce bilinen McDonald’s, LC Waikiki, Starbucks gibi kapitalist şirketler, bugün tahrip edilen iki cansız camın peşine düşerek muhaliflerden sözde intikam almaya çalışmaktadır. Bu kapitalist kurum ve kuruluşların yanında İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) de yerini almış, devletin yazdığı senaryoda yine intikam peşine düşmüştür. İnsan-hayvan ayırt etmeksizin yaşam düşmanlığı ile tanınan İBB, her yıl binlerce sokak hayvanının katlinden sorumlu bir soykırım suçlusu; uluslararası zirvelerde kenti mutenalaştırma ve modernleştirme adı altında istediği gibi talan eden, binlerce insanı evinden, doğup büyüdüğü yerden söküp atan bir kurum ve ranttan başka bir şey gözetilmeyen kentsel dönüşüm projelerinin başmimarıdır. Kapitalist ve yaşam düşmanı olan bu kurum ve kuruluşların yaptıkları, sebep oldukları acılar ya da yol açtıkları dramlar yasalar nezdinde suç sayılmamaktadır; aksine devlet, işbirlikçisi olan bu kurumların her türlü çıkarını korumak için bekçilik görevini layığıyla yerine getirmektedir.

Ekolojik yıkımın başaktörleri ve sadece bir yılda milyarlarca hayvanın canını türlü işkencelerle alan, her şeyi tüketilebilir kılan kurum ve kuruluşlar, insanları ve hayvanları kentsel dönüşüm projeleri ile, HES’lerle, termik santral ve nükleer enerji projeleri ile zorunlu göçe tabii tutmakta, soykırım uygulamakta, kendi belirledikleri normların dışına itip çıkarları doğrultusunda onlara her türlü zulmü reva görmekte, meşrulaştırmakta ve bugün devletle el ele vererek canlıları, istedikleri zaman hayatın birçok alanından sürebileceklerini zannetmektedirler. Cinnet toplumuna doğru sürüklenen insanların isyanını görmezden gelen devletin sebep olduğu acılar, büyük bir pişkinlikle devlet adamları tarafından “takdir-i ilahi” şeklinde tanımlanarak geçiştirilmektedir. Oysa verdikleri her tepki katlanarak büyük bir öfke seline dönüşmektedir.

Devletin savaş uçaklarının bomba yağdırarak tam 34 insanı ve onlarca katırı katlettiği Roboskî Katliamı’nın üzerinden 500 gün geçse de hâlâ acıları dindirecek, insanların adalet taleplerini karşılayacak herhangi bir adım atılmamakta; aksine adına “kan parası” diyebileceğimiz maddî çıkar hesapları ile acısı dinmeyen, ailelerini, sevdiklerini sadece bir “şüphe” nedeniyle kaybeden insanların her türlü değerine saldırılmakta, bu insanlar artık sayısını unuttuğumuz gözaltı girişimleri ile susturulmak istenmektedir.

Hakkın, hukukun, adaletin koruyucusu olduğunu iddia eden devlete biat etmiyoruz. Her düşündüğümüzde aklımıza gelen yüzlerce hak ihlali, yakın tarihte bizzat devletçe işlenen vefakat en ufak bir yaptırımla sonuçlanmayan bir dizi acı olay bir yana, son 10 yılda (en az) 11 bine yaklaşan işçi ölümleri, cinayetleri karşısında devlet, iş cinayetlerini “takdir-i ilahi” olarak tanımlamaktadır; başbakan işçilerin hayatlarını kaybettikleri bu cinayetler için “kader” derken, bir bakan da bu cinayetlerde hayatlarını kaybeden işçiler için “güzel öldüler” diyebilmektedir.

Ardı arkası kesilmeyen bu hak ihlallerine baktığımızda, can alma konusunda bir dakika bile tereddüt etmeyen, doğayı ve yaşam alanlarımızı talan ve tahrip edip bizleri sürgüne zorlayan, hakları yok sayan asıl şiddet uygulayıcıları birçok açıdan suçlu iken ve herhangi bir yaptırımla karşılaşmaz, aksine terfilerle mükâfatlandırılırken, adaletsizliklere karşı mücadele edenlerin suçlu ilan edilip hapis cezaları ile yargılanması, devletin elinde bulundurduğu hukukun ikiyüzlülüğünü ortaya koymaktadır.

Sokaklardan, meydanlardan, başka bir deyişle hayatlarımızın bir parçası olan, bize ait yerlerden bizi sürgün etmeye zorlayan iktidar, devlet, hükûmet, gayrimeşru eylemlerine son verinceye kadar mücadele de sürecektir. Devlet, şuursuzca saldırıp canını aldığı, beden dokunulmazlığına saldırdığı, haklarını ve varlıklarını yok saydığı tüm canlıların üzerinden elini çekene dek mücadelemizi diğer toplumsal hareketlerle, dostlarımızla sürdürmekte kararlıyız. Baskılanması gereken bizler ve özgürlüklerimiz değil, militarizmle, yaşam düşmanlığı ile, ayrımcılıkla kendisini var eden devletçi, yasakçı zihniyettir.

“Yasadışı marjinal gruplar” gibi nitelendirmelerle her türlü şiddetini meşrulaştırma çabası içerisinde olan, canımıza kast eden, yoldaşlarımızı, dostlarımızı, sevdiklerimizi hapislerde çürüten ve dün ettiği laf ile bugün ettiği laf bile birbirini tutmayan bürokratları ve temsilcileri ile devlet, çok iyi bildiği baskı, sindirme ve yıldırma politikalarını devam ettirdiği sürece mücadele ve direniş de ivme kazanarak büyüyecek ve yaşamlarımızı baskı altına almaya çalışan, koşulsuz itaat isteyen ve asıl sürgün edilmesi gereken zihniyet de er ya da geç tarihe gömülecektir.

Bizler, “hayvana, insana, yeryüzüne özgürlük” şiarı ile hareket edenler, bugün uygulanmakta olan ve artık içler acısı bir hal alan yaşam düşmanlığı, sömürü ve tahakküm ilişkilerinin bir parçası ya da devletin işlediği suçlara ortak olmamak için sokakta kendimizi var etmeye, topyekûn özgürlük hayallerimizi hep birlikte haykırmaya ve yepyeni bir adalet anlayışını birlikte inşa etmeye devam edeceğiz.

Hayvana, İnsana, Yeryüzüne Özgürlük!


YERYÜZÜNE ÖZGÜRLÜK DERNEĞİ

10 Mayıs 2013 Cuma

Roboskî Katliamını Unutmadık, Unutturmayacağız!

AKP Hükümetinin emrindeki TSK’nin 28 Aralık 2011 tarihinde, F-16 askeri uçaklarıyla sınır boyunda 17’si çocuk 34 Kürt köylüsünü katletmesinin üzerinden tam 500 gün geçti. 


500 gündür Roboskî’de yakınlarını kaybedenlerin ve toplumun vicdanını rahatlatacak hiç bir gelişme olmadı. Roboski katliamının acısı ve Kürt halkına hatırlattıkları katliam günü olduğu gibi bugünde orta yerde duruyor.

Biz katliamın ardından; “yatıp kalkıp Roboskî diyeceğiz!” dedik, onlar katliamın üzerini örterek unutturmaya çalıştılar.

Bizler, Roboskî katliamının da faili meçhuller arasına kaydedilmesine, üzerinin örtülmesine izin vermeyeceğiz. İsimlerini bilmesek de ‘vur’ emrini verenleri, bunu gerçekleştirenleri unutmayacağız ve her fırsatta lanetleyeceğiz, peşlerini bırakmayacağız.

Roboskî’yi unutmayacağımızı, unutturmayacağımızı, yas tutmadığımızı, hesap soracağımızı hatırlatmak için;

11 Mayıs Cumertesi Günü Saat 18.00′de Galatasaray Lisesi önünde olacağız.

Emekten, özgürlükten, barıştan yana tüm güçleri yapacağımız basın açıklamasına destek vermeye çağırıyoruz.

Halkların Demokratik Kongresi İstanbul Meclisi

8 Mayıs 2013 Çarşamba

Erkekler Nisan'da 17 Kadın Öldürdü, 13 Kadına Tecavüz Etti

bianet'in çetelesine göre erkekler Nisan'da 17 kadın öldürdü, 13 kadına tecavüz etti. Kadınların yüzde 59’u kocaları ve eski kocaları tarafından öldürüldü; yüzde 54’üne tanıdıkları erkekler tecavüz etti.

bianet'in yerel ve ulusal gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derlediği haberlere göre erkekler Nisan’da 17 kadın ve iki erkeği öldürdü; 13 kadın ve kız çocuğuna tecavüz etti; 13 kadını yaraladı; 13 kadın ve kız çocuğunu taciz etti.

Kadınların yüzde 59’unu kocaları ve eski kocaları tarafından öldürüldü; yüzde 54’üne tanıdıkları erkekler tecavüz etti.

İki kadın savcılığa şikayette bulunduğu halde öldürüldü. İki kadın çıkarttıkları koruma tedbir kararlarına rağmen ağır yaralandı. bir kadın ise boşanma davası öncesi adliye koridorunda kocası tarafından bıçaklandı. Bir kadın 3. Yargı Paketi’yle serbest bırakılan cinsel saldırı hükümlüsünce tecavüze uğradı.

2013’ün ilk dört ayında erkekler 50 kadın öldürdü; 51 kadın ve kız çocuğuna tecavüz etti; 78 kadını yaraladı; 68 kadını taciz etti.

Erkekler Mart’ta 14 kadın, iki erkek ve bir bebeği öldürdü; 16 kadın ve kız çocuğuna tecavüz etti; 28 kadına cinsel tacizde bulundu; 25 kadın ve kız çocuğunu yaraladı.


7 Mayıs 2013 Salı

Bugün 19:30'da Mustafa Cevdet Arslan ile Ekolojiye Bütünsel Bakış II

Pangea'daki Ekoloji Dersleri'nin bu haftaki konuşmacısı derneğimizden Mustafa Cevdet Arslan olacak:


7 Mayıs 2013 Salı Saat, 19.30
Mustafa Cevdet Aslan ile “Ekolojiye Bütünsel Bakış” 





Konu başlıkları şöyle:


“Çevrecilik, kalkınmacılık STK'cılık...
Yeşil ekonomi ve doğanın pazarlanması, Ekoloji Mücadelelerinin Siyaset ilişkileri ve politikaları,
Yeşiller ne kadar sol ne kadar yeşil, Üç program... Marksist Felsefe ve Ekolojik bakış farkları...
Irkçılık Faşizm ve Türcülük.. Sınıflar ve Hayvan Özgürlüğü
Emperyalizm ve Küresel Kapitalizmle bir ve aynı mı Farklı mı?
İşçi Sınıfı ve ekoloji Mücadeleleri bağlaşıklığı mümkün olabilir mi ?
Asıl Yeşil ve Sol İlişkileri

3. Havalimanı, nükleer santral anlaşmaları, HES'ler ve diğer yağmalar, kentsel dönüşüm, Taksim'in işçilere, emekçilere kapatılmasına yönelik adımlar hız kazanmışken, ekoloji derslerine katılımın önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu saldırılara yanıt vermek, bu saldırılara verilen yanıtların parçası olmak birlikte öğrenmekten, tartışmaktan ve üretmekten, eylemekten geçiyor.

Pangea Ekoloji Dersleri serisi, gelecek hafta Salı
 saat 19:30'daki Beyza Üstün ile "Kapitalizm Kıskacında Su ve Enerji" başlığıyla devam edecek.

PANGEA KÜLTÜR
Adres: Turnacıbaşı Cad. Pulat Apt. No.8 Kat:1-2 Galatasaray Beyoğlu
www.pangeakultur.org

5 Mayıs 2013 Pazar

ÇED Toplantısı Yapılamadı

Karabigalılar termik santral için yapılmak istenen ÇED toplantısını engelledi. Toplantının yapılamamasına rağmen tutanağa yapıldığının yazılması üzerine Çanakkale Çevre İl Müdürü hakkında usulsüzlük yaptığı gerekçesiyle suç duyurusunda bulunuldu.



Köylüler Karabiga’da yapılmak istenen çevre etki değerlendirme (ÇED) toplantısını yaptırmadı. Toplantı yapılmadığı halde tutanaklara yapıldığı yazıldı.

Alarko şirketinin Çanakkale, Karabiga’da termik santrali yapmak ve kül depolama alanını taşımak için ÇED toplantısı gerçekleştirmek istedi.

Ancak toplantının yapılacağı düğün salonunun çevresinde toplanan köylüler “Karabiga’yı termikçiye teslim etmeyeceğiz” diyerek ÇED toplantısını düzenleyecek yetkilileri içeriye almadı.

Halkın termik santral istemediği şeklinde tutanak tutulması ve tutanağın kendilerinin de görebileceği şekilde hazırlanması için  köylüler toplantı salonu önüne masa açtı.

Köylülere toplantı yapılamadığı yönünde tutanak tutulacağı söylendi.

Ancak ardından Çanakkale Çevre İl Müdürü Namık Güven ve şirket yetkililerin tutanak hazırlamaları için koyulan masa jandarma tarafından çembere alındı. Güven “Bilgilenmek isteyen, sorusu olan var mı” diye sordu ve söylenenin aksine tutanağı “toplantı sona ermiştir” diye imzaladı.

Suç duyurusu

Karabiga Çevre Platformu sözcüsü Aslı Badem, tutanağın toplantı yapılmıştır diye tutulması karşısında avukatların çağırılmasını istedi.

Çanakkale Çevre İl Müdürü Namık Güven ve şirket yetkilileri toplantı yerinden jandarma eşliğinde çıkarıldı.
Olayların ardından Karabigalılar, Karabiga Belediyesi’ne yürüdü ve Belediye Başkanı Muzaffer Karataş’a tepki gösterdi, istifa etmesini istedi.

Karabiga Çevre Platformu ve Biga Çevre Derneği toplantı yapılmadığı halde yapıldığı yönünde tutanak tutan Çanakkale Çevre İl Müdürü Namık Güven hakkında usulsüzlük gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu.

* Bu haberde kurecikplatformu.org, canakkalekripto.blogspot.com, canakkalememleket.com, canakkale.net’ten yararlanılmıştır.

Kaynak: Bianet

Nisanda En Az 57 İşçi Hayatını Kaybetti

İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi geçtiğimiz nisan ayında işçi ölümlerinin en fazla inşaat ve metal sektörlerinde görüldüğünü bildirdi. Nisan ayında en az 57 işçi yaşamını yitirdi.

İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi Nisan 2013’te en az 57 işçinin hayatını kaybettiğini açıkladı.

Nisan ayında inşaat ve metal sektörleri iş ölümlerinin en çok görüldüğü sektörler oldu.

Yarıdan fazlası düşme nedenli olmak üzere 21 inşaat işçisi yaşamını yitirdi.

Bu yılın başından bu yana ölümlerin hızla arttığı bir sektör de metal setörüydü; nisan ayında bu sektörde görülen işçi ölümlerinin sayısı yediydi.

Madencilik ve eğitim, büro ve sinema alanında dörder ölüm; tarım, orman, gıda, şeker, enerji, tersane, liman, deniz, konaklama,eğlence sektörlerinde üçer ölüm, çimento, toprak, cam, taşımacılık, savunma, güvenlik ve belediye ve genel işlerde birer ölüm görüldü.

Hayatını kaybeden iki kişinin sektörleri ise belirlenemedi.

Sanayi kentlerinde ölüm

İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin iş ölümleriyle ilgili raporuna göre, İşçi ölümleri sanayi kentlerinde yoğunlaştı.

İşçi ölümlerinin tespit edildiği şehirler şöyle:

Beş ölüm İstanbul’da; dört ölüm Kocaeli’nde; üçer ölüm Antalya, Kahramanmaraş, Kayseri ve Zonguldak’ta; ikişer ölüm Ankara, Bursa, Çanakkale, İzmir, Konya, Malatya, Mersin, Samsun, Şanlıurfa ve Tekirdağ’da; birer ölüm ise Ağrı, Ardahan, Aydın, Balıkesir, Bartın, Burdur, Çorum, Denizli, Erzurum, Kırklareli, Kütahya, Nevşehir, Rize, Sakarya, Sinop ve Şırnak’ta belirlendi.

Yeni yönetmelik

Raporda, bir yıl önce hayatını kaybeden Selin Erdem de anıldı.

Sine-Sen üyesi Selin Erdem 1 Mayıs 2012’de, Seyrantepe’deki sette hayatını kaybetmişti.

"İşinin başında, işyerinde, patronlarının güvenli çalışma ve dinlenme koşulları sağlamaması nedeniyle Selin hayatını kaybetti. Patronun iş cinayetini basit bir trafik kazası gibi göstermeye çalışması karşısında verilen mücadele sonucu Sosyal Güvenlik Kurumu, trafik kazası olarak geçiştirilmeye çalışılan olayın ‚‘iş kazası‘ olduğuna dair rapor verdi."

İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi Sine-Sen ve Oyuncular Sendikası’nın “Sinema ve Dizi Setlerinde İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Yönetmeliği” hazırlamakta olduğunu da bildirdi.

Kaynak: Bianet

4 Mayıs 2013 Cumartesi

Devlet Terörünü, Şiddeti Protesto Eden İşçilere Saldırı

Hey Tekstil işçisi Alp’in kızı Dilan Alp’in 1 Mayıs’ta gaz bombasıyla yaralanmasını protesto için “Marjinal değil işçiyiz, Dilan bizim kızımız” pankartıyla yürümek isteyen işçilere polis cop ve tazyikli suyla saldırdı.


Hey Tekstil işçilerinin her hafta Cumartesi günü saat 18:00’de Taksim’den başlayarak yaptığı eyleme bu hafta polis müdahale etti.

Bu haftaki yürüyüşte, bir yılı aşkın zamandır hak arama mücadelesi veren Hey Tekstil işçisi Ali Ekber Alp’in kızı Dilan Alp’in 1 Mayıs eyleminde polis tarafından ağır yaralanması protesto edilecekti.

İşçiler, Vali Hüseyin Avni Mutlu’nun açıklamalarına cevaben, “Marjinal değil, işçiyiz, Dilan bizim kızımız/449 gündür direnen Hey Tekstil işçileri” yazılı pankart taşıyordu.

Hey Tekstil işçilerinden Zeki Gördeğir, bianet’e yaptığı açıklamada, 18:00’de Taksim meydanında yaklaşık 100 kişi toplandıklarını ve her hafta yaptıkları gibi Galatasaray meydanına yürüyeceklerini söyledi:

“Polis İstiklal Caddesi girişinde barikat kurmuştu. Yürümek istediğimizi, sadece basın açıklaması yapacağımızı söyledik. Barikatın önünde durduk ve buradan ayrılmayacağımızı belirttik, polis coplarla saldırdı. Birkaç arkadaşımızın sırtına ve kollarına vurdular. Sonra da tazyikli su sıktılar. Polis bizi Atatürk Kültür Merkezi'ne kadar kovaladı, yakaladığı herkesi copla dövdü.”

İşçilere destek için yürüyüşe katılan bir kadın öğretmen tazyikli suyla gözünden yaralanarak hastaneye kaldırıldı.

Gördeğir, Pazartesi günü saldırıyla ilgili şikayette bulunacaklarını söyledi.

Polis: İstiklal Caddesi yürüyüş güzergahı değil!

Dün de her Cuma 19:00’da toplanarak tutuklu arkadaşlarının serbest bırakılması talebiyle yürüyen Grup Yorum üyelerine polis müdahale etmişti.

Grup Yorum üyeleri ve onlara destek verenler, bu eylemin her Cuma sorunsuz şekilde yapıldığını ifade etse de polis, "İstiklal Caddesi yürüyüş güzergahı değildir" diyerek kitleye dağılmasını söyledi.

Kitle dağılmayınca polis yine cop, gaz bombası ve tazyikli suyla saldırdı. Biber gazından fenalaşan TAYAD’dan Nuri Cihanyandı Taksim İlkyardım Hastanesi'ne kaldırılarak tedavi edildikten sonra taburcu oldu.

Ne olmuştu?

420 Hey Tekstil işçisi, Şubat 2012’de işten atıldı. Atılan işçilerden bazıları fabrika önüne çadır kurarak direniş başlattı.

Yaklaşık bir yıldır hak mücadelesini sürdüren işçiler, bu süre içerisinde fabrikanın üretim yaptığı Mango mağazasında eylem yaptı, şirketin ortaklarından Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) yöneticisi Aynur Bektaş’a seslerini duyurabilmek için TOBB’un Levent’teki binasının önünde çadır kurdu. Maaşları ve tazminatları ödenmeden işten çıkarılan işçiler, Meclis’te de görüşmeler yaptı ancak bir sonuç alamadılar.

Şimdiye dek kurdukları çadırlar birçok kez polis müdahalesine maruz kalan, yürüyüşlerinde biber gazı ve tazyikli suyla saldırıya uğrayan işçilerden Ali Ekber Alp’in 17 yaşındaki kızı Dilan Alp de 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nde polisin attığı gaz bombasıyla ağır yaralandı.

Başından yaralanan lise öğrencisi Dilan Alp halen hastanede tedavi altında. Bugün, işten atılan ve haklarını arayan Kazova işçilerinin de katıldığı eylemde, Alp’in uğradığı saldırı da protesto edilecekti.

* Fotoğraf: Sercan Meriç.

Kaynak: Bianet


1 Mayıs 2013 Çarşamba

ÇHD: Devlet 1 Mayıs’ı Kana Buladı

ÇHD İstanbul’da 1 Mayıs’ta polisin şiddetine maruz kalanlar hakkında bilgi vererek 1 Mayıs’ta emniyet güçlerinin emekçilerin canına kastettiğini ifade etti.

Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şubesi İstanbul Barosu'nun önünde yaptığı açıklamada, son yıllarda Taksim’de büyük bir coşkuyla kutlanan 1 Mayıs’ın bu yıl “devlet eliyle kana bulandığını” ifade etti.

“Yüzlerce insanımız kimyasal gaz kullanımı sonucu ya da doğrudan polis şiddetine maruz kalarak yaralanmıştır.

“Sadece Şişli Etfal Hastanesi’ne bugün 200 kişi başvurmuştur. Her bir sokak arası, hastane bahçeleri, meydanlar, kısacası Taksim’e çıkan bütün yollar gaza bulanmıştır.”

“Bu azgın saldırının gerisindeki tek neden, devrimci 1 Mayıs kararlılığından duyulan korkunun kendisidir” denilen ÇHD açıklamasında yaralanalar hakında da bilgi verildi.

“Dilan Alp, 17 yaşında bir genç kadın, Taksim İlkyardım Hastanesi’nde ameliyata alınmıştır. Polisin azgın teröründen korunmak adına bir eve sığınmışken, kapılar kırılarak gözaltına alınmış, darp edilmiştir. Dilan’ın kafası adeta ezilmiştir. Şu an hala hayati tehlikesi devam etmektedir.

“Zafer Yolcu, emekliliği yakın bir Telekom işçisi, şuan Haseki Hastanesi’nde ameliyata alınmıştır. Zafer Yolcu’nun kafasına gaz bombası fişeği isabet etmiş ve kemikleri göçmüş ve beynine biber gazı sızdığı söylenmiştir. Yolcu’nun hayati tehlikesi devam etmektedir.

“Meral Dönmez, Yürüyüş muhabiri, basın emekçisi olarak katılmış olmasına rağmen, polis tarafından hedef alınarak hunharca darp edilmiştir. Beyin kanaması geçiren ve ameliyata alınacak olan Meral Dönmez’in hayati tehlikesi devam etmektedir.

“Serdal Gül ve Fehmi Oran Meşe, her ikisi de kafalarına isabet eden biber gazı fişeği sonucu yaralanmış ve ameliyata alınmıştır. Gül ameliyattan çıkmış, hayati tehlikesi sürmektedir. Meşe ise hala ameliyattadır.

“İbrahim Akal, beyin travması geçirmektedir. Gözüne isabet eden biber gazı fişeği yüzünden gözünün birini tamamen kaybetmiştir. Samatya Devlet Hastanesi’ne sevk edilen Akal’ın sağlık durumu hala ciddiyetini korumaktadır.”

"Sorumlu devlettir"

ÇHD ayrıca tendonları kopan, ağzına isabet eden fişek yüzünden dişleri kırılan, yüzüne isabet eden fişek yüzünden elmacık kemiği kırılan, kafası yarılan onlarca kişinin bulunduğunu da bildirdi.

 “Görüldüğü üzere, devlet terörü münferit değildir. Tam aksine 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak isteyen onbinler bilinçli bir biçimde hedef alınmış, canlarına kastedilmiştir.”

“Yasadışı marjinal gruplar” söylemini kullanan İstanbul Valisi ve hükümet yetkililerinin olayların sorumluluğunu üstlenmekten kaçındığını belirten ÇHD’nin açıklamasında şu ifadelere yer verildi.

“Ancak artık bu yalanlar gülünç olmak dışında bir anlam taşımamaktadır. Sokakları savaş alanına çeviren onlardır.

“İnsanları yaralayan, yerlerde sürükleyen, biber gazı ile zehirleyen onlardır.

“Şehrin sokaklarını kapatarak, toplu taşıma olanaklarını gasp ederek, ulaşım hakkını engelleyen onlardır.
“Bu sefer bu terörün mimarlarının kendi suçlarını örtbas etmeleri mümkün değildir.

“Biber gazları ile sokakları göz gözü görmeyecek hale soksalar da, gerçeklerin üstünü örtmek mümkün değildir.

“Yine istedikleri kadar bariyerler diksinler, istedikleri kadar yolları kapasınlar ama Taksim bu coğrafyanın işçi-emekçilerinin, onurlu insanlarının, devrimcilerinin yüreğinde 1 Mayıs alanıdır ve böyle olmaya devam edecektir!”

Kaynak: Bianet