30 Haziran 2011 Perşembe

Gaz bombası daha kaç can alacak?



Seçim gecesi Şırnak'ta Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku'nun aldığı sonuçlar kutlanırken polis saldırısı yaşanmıştı. Saldırıda gaz bombasından fenalaşarak hastaneye kaldırılan Hatice İdin, yaşam savaşını kaybetti.

12 Haziran milletvekili genel seçimlerinde seçim gecesi Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku milletvekillerinin seçim zaferi kutlanırken yaşanan patlamada yaralananları hastaneye götüren kitleye polisin gaz bombası atması soncu fenalaşan 54 yaşındaki Hatice İdin, Cizre Devlet Hastanesi’ne kaldırılmıştı. Durumunun kötüye gitmesi üzerine Batman Özel Dünya Hastanesi’ne kaldırılan İdin’in 18 günlük yaşam mücadelesinin ardından beyin ölümü gerçekleşti. Doktorları, ilk müdahalenin geç yapılmasından ötürü İdin’in beyin ölümünün gerçekleştiğini söyledi.

Böylece polisin gaz kullanımı nedeniyle bir kişi daha yaşamını yitirmiş oldu. Son olarak Hopa'daki olaylarda Metin Lokumcu polis şiddeti nedeniyle hayatını kaybetmişti.
Hastaneye de saldırdılar

Hatice İdin’in kızı Akide İdin, annesinin hipertansiyon hastası olduğunu ve olaylarda yaralandıktan sonra hastaneye kaldırıldığını belirtti. Polisin o sırada hastaneye saldırmaya başladığını, hastaneye onlarca gaz bombası attığını ve bu yüzden doktorların annesine ilk müdahaleyi yapamadığını söyledi. Olayı “polis terörü” olarak değerlendiren Akide İdin, “Olaylar esnasında hastane polis ablukasına alındı. Annem, Silopi Devlet Hastanesi’nden adeta kaçırılarak Cizre Devlet Hastanesi’ne getirildi. İlk müdahale ancak Cizre’de yapılabildi. 2 saat geç yapılan müdahalenin ardından Batman’a sevk edildi. Olay polis teröründen başka bir şey değil” dedi.

TTB Bakanlıkları uyarmıştı

Metin Lokumcu'nun Hopa'da ölümünden sonra Türk Tabipleri Birliği (TTB) bir açıklama yayınlayarak, gaz bombası kullanılmasının ölümcül sonuçları olabileceğini belirtmiş ve Bakanlıkları uyarmıştı.

Açıklamada, gösterilerde kullanılan gazların ölümcül sonuçları ortaya çıkan kimyasal silahlar olduğunu belirtilerek, “Bu silah; yalnızca hedef alınan değil aynı zamanda hava ile dağılımı nedeniyle çevresindeki tüm toplumu etkileyecek şekilde yayılmaktadır. Ani etkileri arasında: göz yaşarması, hapşırık, öksürük, zorlu soluma, gözlerde ağrı, geçici körlük, göz kapaklarında, boğazda ve midede tahriş, bulantı, kusma, ishal ve deride tahriş, tansiyon yüksekliği gibi çok değişik semptomlar gözlenir. Bununla birlikte astım ataklarına neden olduğu, yüksek miktarlarda ise solunum fonksiyonunda bozukluk meydana getirdiği bilinmektedir. Yüksek miktarlarda maruz kalmanın kalp yetmezliği, karaciğer hasan ve ölüme neden olduğu bilimsel verilerle kanıtlanmıştır” denilmişti.

AKP'nin umrunda değil!

Fakat gaz bombasının tüm ölümcül etkilerine rağmen AKP, toplumsal tepkiyi bastırmak için giderek daha fazla şiddete ve gaza başvuruyor. Bu sene için alınan gaz stoğu, henüz Mayıs ayında bitmişti. Başbakanlık örtülü ödeneğinden aktarılan 2.3 milyon lirayla, Emniyet Genel Müdürlüğü 170 bin gaz bombası satın almıştı. (soL)

Kaynak: Birgün

"Tecavüz Karşıtları Değil, Tecavüzcüler Yargılansın"

Kadın örgütleri Antalya'daki 16 yaşındaki kız çocuğuna yönelik tecavüz davasıyla ilgili yaptıkları basın açıklaması yüzünden haklarında soruşturma açılan kadınlara destek verdi.

Antalya Kadın Danışma ve Dayanışma Merkezi, Antalya Kadın Platformu'ndan ve meslek örgütlerinden oluşan bir grup kadın hakkında, 11 Mayıs 2011 tarihinde, 16 yaşındaki kız çocuğuna yönelik tecavüz davasının ilk duruşmasının görüldüğü Kaş Adliyesi önünde basın açıklaması yapmalarından dolayı 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası'na muhalefetten soruşturma açıldı.

Konuyla ilgili bugün Antalya ile eş zamanlı olarak İstanbul, Ankara, İzmir ve Türkiye'nin çeşitli illerinden kadın örgütleri basın açıklaması yaptı. İstanbul'da 'İstanbul Feminist Kolektif' adına yapılan basın açıklamasında, kadına yönelik şiddetle ilgili yargı sürecinin yavaş işlemesine dikkat çekilerek " NÇ davası, Üzmez davası, Fethiye'deki tecavüz davası gibi vakalarda zamana yayma durumu kadına yönelik şiddeti, taciz ve tecavüzü neredeyse meşrulaştırmaya hizmet eder hale gelmektedir." denildi.

Antalya'da ne olmuştu?
Antalya'nın Kaş ilçesinde yaklaşık bir buçuk sene önce 16 yaşındaki bir kız çocuğunun tecavüze uğraması üzerine açılan dava mahkeme tarafından kovuşturmaya gerek görülmeyerek kapatılmıştı. Ailenin Antalya Kadın Danışma ve Dayanışma Merkezi'nden yardım istemesiyle bir araya gelen Antalya'daki diğer kadın örgütlerinin ve Antalya Barosu avukatlarının mücadelesi davanın yeniden açılmasıyla sonuçlandı.

Örgütlerin başvurusuna rağmen, Ağır Ceza Mahkemesi yerine Sulh Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın 11 Mayıs 2011 tarihinde Kaş Adliyesi'ndeki ilk duruşmasında Antalya Kadın Danışma ve Dayanışma Merkezi, Antalya Kadın Platformu'ndan ve meslek örgütlerinden kadınlar basın açıklaması yaptı.

Kaş Adliyesi önünde basın açıklaması yapan bu grup hakkında "2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu"'na muhalefetten soruşturma açıldı. Bunun yanında eylemin trafiğin bulunmadığı bir yerde gerçekleşmesine rağmen savcılık "trafiğe engel oldukları" gerekçesiyle de "Kabahatler Kanunu'na göre cezalandırılmaları gerektiğini" öne sürdü.

Dayanışma sürecek
İstanbul Feminist Kolektif bugün (30 Haziran 2011) yaptığı basın açıklamasında 16 yaşındaki kız çocuğuna tecavüz sanıklarından birinin, başka bir çocuk tecavüzü davasında da adının geçtiğini belirtip kadınlara yönelik saldırılarda kadınların dayanışma içinde olmasının öneminin vurguladı.

"Yargı, taciz ve tecavüzü protesto edenleri değil, taciz ve tecavüz zanlılarını yargılasın." diyen grup Antalya'daki kadınlara yönelik başlatılan soruşturmanın derhal son bulmasını talep ederken "Sokakta olup seslerini yükselteceklerini ve dayanışmayı sürdüreceklerini" belirtti.

Kaynak: Bianet

Kırılan Bisikletler ve Kalpler

Şimdi oyları ve iradesi çalınan bir halk, çalınmış oylarını ve kırılmış bir bisikletin hesabını sormak için tüm bölgede muhatap arayışına girmiş. Oylarını da kendi arıyor kırılmış bir bisikletin sorumlularını da...

Savaş, başına soğuk kelimesini aldığından beri bedenimizden ziyade daha fazla zihnimizle uğraşır oldu. Bedenlere atom bombasını gönderdiği günden beri çift yönlü çalışan boksör gibi savaş ve savaşanlar bedenimizle yetinemez oldular. Bilinçlerimiz bilinçaltlarımızla varlıklarına armağan olsun diyedir uğraşları.

Küfür bu yüzden ağır gelir mert olana tokattan! Tokadın ağırlığını hissetmemesinden değil, bedeninden ayrı zihnin de o tokadı yediğindendir.

Savaşın insanlık suçu olduğunu sadece demokrasi demagojilerinde yer veren demokrasi havarileri de bilirler ki öyle ya da böyle bu ülkede de bir savaş var. Sıcak soğuk fark etmeksizin önümüze yememiz için sunuluyor. Halka plastik tabakla ölüm sunarken savaş tanrılarına ve tüccarlarına altın tabaklarla ölülerimiz sunuluyor.

Bu savaşın kaç ayağı olursa olsun bu ayaklardan birinin medya olduğu herkesin malumudur. O medya ki kimi ön ayak kimi arka destek kimi omuz omuza yandaş olur. Vicdanın medyadan kaybolduğu an bilin ki bir savaş var ya da bir savaş yaklaşıyor.

Yine medyanın vicdansız günlerini yaşıyoruz. Savaş mı var? Evet! Daha büyüğü olabilir mi? "Medya desteğiyle evet!"  Gazete ve televizyonlara baktığınızda zaten olmalı da! Öyle haberler izliyoruz ki aslında haberlerden çok veriliş şekilleri açısından incelenmesi gerekiyor.

Mesela haber öyle bir veriliyor ki, Şişli'de polisle çatışmaya gelmiş bir grubun haberi yapılıyor ve polis de haklı olarak ne yapsın saldırıveriyor. Biz masum izleyici ve masum vatandaşlar da polisi "Allah korumuş" diyerek bağrımıza basıyor ve grubu lanetliyoruz kimin korunmaya ihtiyacı olduğunu bilmeden.

Halbuki o gün insanların oraya basın açıklaması yapmaya geldiğinden bahsetme gereği bile duymuyor medya! Savaş başlatan haberler olduğu biliniyor, tıpkı Sabah'ın yıllar önce övünerek verdiği "kurtarılmış bölgeye girdik" haberinden sonra yapılan operasyon gibi! Ama orada kurtarılmış bölgeden eser yoktu. Sabah gözümüzü korkutmuş ve ülkenin dört bir yanının bu devlet düşmanlarının kurtarılmış bölgeleriyle donatılırsa ne hale geleceğimizin korkusuyla bizim gözümüze o gece uyku sokmamıştı. Devlet erkanı da güvenlik güçlerini bu iş için konuşlandırmış ve operasyon başarıyla sonuçlandırılmıştı ve ne kurtarılmış bölge kalmıştı ne de gelecekten bir korku!

Medya yine çalışıyor o zamandan bu zamana... Bazı isimler değişmiş bazı isimler değişmemiş bile...  Medyanın yandaşı görevini yapmak için elinden geleni yaparken biz de vicdanlı haber ajanslarından ve kanallardan vicdanları acıtan haberler almaya devam ediyoruz.

Bisiklet haberini siz nasıl öğrendiniz, gördünüz, duydunuz bilmem ama ben de birkaç yayın organından takip etme gereği duydum vicdanlara turnusol kağıdı olacak şekilde! Bir bisiklet nasıl da haber olup gündemle ilgili medyanın turnusol kağıdı oluyor tek tek bakalım.


İlk gazetede olay şöyle aktarılıyordu:

"... Polis TOMA olarak bilinen aracıyla bir mahalleye girer girmez taşlandı. Bir çocuk yoğun gazdan etkilenince bisikletini bırakarak kaçtı. Bir polis göstericilerin bulunduğu yolun başında bırakılan bisikleti alarak TOMA aracının lastiğinin altına koydu. Bir süre sonra direksiyonun başına geçerek bisikleti ezecekmiş gibi yaptı. Ardından başka bir polis bisikleti kenara attı..."

Gazete haberde polisin önce vicdansızlıkla bisikleti ezmeye çalıştığını ama daha sonra vicdanı el vermeyen başka bir "iyi" polisin duruma el koyarak bir kahramanlıkla bisikleti kenara koyduğunu yazıyor yani!

Bir başka gazeteye baktığımda da anladığım kadarıyla ya dün o bölgede çalışanları Salı olmasına rağmen "Cuma'ya gitmiş dönecekti" ya bir düğün cenaze gibi bir işleri vardı. Yoksa böyle bir haberi görmeyen bir habercinin görme özürlü olabileceğini düşünürdük. Ama olsun gerçeklerin zamanla anlaşılmasını bekliyor da olabilirler. Bu tarz haberlerin anlaşılması için epey bir zaman geçti ama hala zamanla anlaşılmasını bekliyorlar anlaşılan.


Bir başka gazeteye baktığımızda da- bize daha inandırıcı geleni olarak belirteyim- olay daha farklı anlatılıyordu. Haberin başlığı bile "Polis hıncını bisikletten çıkardı" olarak yazılmıştı ve devamını olay şöyle anlatılıyordu:

" Işık Önder Caddesi'nde polis TOMA olarak bilinen aracıyla mahalleye girer girmez taşlanmaya başladı. Bu sırada yoğun gazdan etkilenen bir çocuk bisikletini bırakarak kaçtı. Bir polis bisikleti alarak TOMA aracının lastiğinin altına koydu. Araçla üzerinden geçerek bisikleti defalarca ezdi..."

Bu gazete aslında bir polisin bisikleti aldığını anlatan gazeteyle aynı haber ajansından almış haberi. İkisi de o haber ajansını not düşmüş. Ama birinde araya vicdan girmiş ve düzeltivermiş bu yalan haberi, eklemiş: "defalarca ezdi".

Bir haberin turnusol kâğıdı görevi görmesi böyle bir şey olsa gerek. Bir bisiklet ve medyanın hali...  Kimi görmemiş kimi polisi "iyi" karakter olarak çizmiş az bir kısmı da olayı vicdanlı habercilik boyutuyla vermiş.

Böyle bir medya ortamında seçim çalışmaları yapıldı, seçimler oldu. Sonuç olarak son ana kadar savaş basını gibi insanları taraftarlaştırdılar, şovenleştirdiler ve en önemlisi de hassasiyetleri kaşıdıkça kaşıdılar.

Sahte bir "yemin krizi" ile başladılar şimdi Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) ortamı gereksiz yere geriyor diye tutturdular. Ama hiçbiri bu olayların neden olduğunu ve halkın ne istediğini anlamıyor. Halk, çalınan oylarının peşinde; hiçbiri bunu görmeden Hatip Dicle'nin mahkumiyetini vurguluyorlar haber dillerinde.

Çalınan oylar, kırılan bisikletler ve kalpler bölge halkının bir daha ne zaman barış elini böyle karşılıksız şekilde uzatacağı konusunda bizi karamsarlığa itse de ümidimizi en azından barışın saflığı temizliği adına kaybetmememiz gerekiyor.

Vittoria De Sica'nın Bisiklet Hırsızı filmini belki siz de hatırlamışsınızdır, kırılan bir bisiklet ve çalınan binlerce oydan sonra. O filmde olayların gelişimi şöyle oluyordu:

"Uzun süre işsiz olan Antonio Ricci'nin yeni işi için aldığı ve iş için çok gerekli olan bisikleti, bir afişi yapıştırdığı sırada çalınır. Polis hırsızı kendilerinin bulmalarını söyleyince Antonio ve 10 yaşındaki oğlu Roma'yı karış karış dolaşarak bisikleti ararlar."

Yetkililerden oylarıyla ilgili açıklama bekleyen halk sorunun muhatabı biz değiliz cevabıyla karşılaşıyor her yerde ve kendi işini kendi görmesi salık veriliyor. Bundan hatta onlar sorumlu tutuluyor.

Şimdi oyları ve iradesi çalınan bir halk, çalınmış oylarını ve kırılmış bir bisikletin hesabını sormak için tüm bölgede muhatap arayışına girmiş. Oylarını da kendi arıyor kırılmış bir bisikletin sorumlularını da...

Hakan KARAKOCA
Kaynak: Bianet


Kadınlar zorla çalıştırıldı; TSK ucuzdan kapattı

AKP'nin dilinden düşürmediği "kader mahkumlarına" cezaevlerinde zorla çalıştırma uygulanıyor. Denizli Açık Cezaevi'nde zorla çalıştırılmayı kabul etmeyen bir kadın, hakkı olmasına karşın kapalı cezaevine gönderildi. Günde 6 liraya çalıştırılan, bu ücretlerine de cezaevindeki giderleri için el konulan kadınlara "Ya çalışırsınız ya da kapalı cezaevine gidersiniz" dayatması yapıldı. Cezaevleri ise bu çalıştırmadan milyonlarca lira kazandı. Denizli Cezaevinde, kadın mahkumlara komik rakamlara yaptırılan ürünlerin başında ise asker elbiseleri geldi. Zorla diktirilen asker elbiseleri, TSK'nın girdiği ihalelerle ucuza kapatıldı.

YA ÇALIŞIRSIN YA DA
Cezaevlerindeki zorla çalıştırmanın boyutları Denizli Açık Cezaevi'nde ortaya çıktı. Kapalı cezaevinde cezasının 3'te ikisini infaz eden bir kadın, iyi halli olduğu gerekçesiyle Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin Uygulanması Hakkında Yasa uyarınca açık cezaevine alındı. Yasa ile aldığı hakkı ise keyfi bir şekilde elinden alındı.

Kadın mahkum, Denizli Açık Cezaevi'ndeki tekstil atölyesinde zorla çalıştırılmak istendi. Açık Cezaevinde olmayı iyi halli olduğu gerekçesiyle hak ettiğini belirten kadın mahkum, zorla çalıştırılmayı kabul etmedi. Cezaevi idaresi, çalışmama isteğini keyfi bir şekilde “kötü hal” olarak yorumladı. Kadın mahkumun “iyi halli” niteliğini kaybettiği gerekçesiyle yeniden kapalı cezaevine gönderilmesi için Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü'ne başvurdu.

Genel Müdürlük de 'olur' verdi. Çalışmak istemeyen kadın mahkum, yasal hakkı olduğu halde açık cezaevinden alınarak, kapalı cezaevine konuldu. Böylece, gece evde kalma ve izne çıkma gibi hakları da elinden alınmış oldu.

KADINLAR YAPIYOR, TSK ALIYOR
Denizli Cezaevinde, kadın mahkumlara komik rakamlara yaptırılan ürünlerin başında ise asker elbiseleri geliyor. Zorla diktirilen asker elbiseleri, TSK'nın girdiği ihalelerle ucuza kapatılıyor.

Kadınların yasal haklarının ellerinden alınmasına hatta çalışmayı kabul etmedikleri için kapalı cezaevi koşullarına geri gönderilmek zorunda bırakılmalarına neden olan tekstil ürünleri, Denizli Cezaevi'nin internet sitesinde bile satışa sunuldu. Cezaevinden çok bir fabrikaya dönüşen cezaevi, sitesinde havlu, nevresim takımı bornoz gibi ürünleri 25 Liradan perakende satışa çıkardı.

DAHA ÖNCE DE OLMUŞTU
Avukat Eren Keskin, 2009 yılında Denizli Cezaevi'nde kadınlarla yaptığı görüşmede, zorla çalıştırma koşullarına ilişkin şikayetleri raporlaştırmıştı. Keskin'in raporunda, kadınların zorla çalıştırıldığı hatta cezaevi personelinin lojmanına dahi zorla temizliğe gönderildiği iddiaları yer almıştı.

BİNLERCE UCUZ İŞÇİ EMİRLERİNDE
Cezaevlerinde bulunan onbinlerce hükümlü, zorla çalıştırmaya tabi tutuluyor. Zorla çalıştırma, cezaevlerinde L tipi cezaevlerinin yapımına başlandığı 2000 yılından beri devam ediyor. Önceleri meslek edindirme kursları ve atölyeler adı altında kurulan işyerleri, bugün tam bir sektör olmuş durumda. Adalet Bakanlığı'nın milyonlar kazandığı bu işlerde çalışmayı kabul etmeyenler ise haksız ve keyfi uygulamalara tabi tutuluyor.

NASIL BAŞLADI?
Cezaevlerinde zorla çalıştırma Türkiye'nin 1997 yılında cezaevlerindeki reform hamlesiyle başladı. Devlet bir yandan siyasi hükümlülere yönelik tecrit politikasının temellerini atarken, diğer yanda adli hükümlülere ise çalıştırma uygulamasının alt yapısı yapıldı. 2002 yılında değiştirilen Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Yasa ile cezaevlerinde zorla giydirme, zorla yedirme gibi zorunlulukların yanı sıra "zorla çalıştırma" da getirildi. Yasada yapılan değişiklikle, "Hükümlünün yükümlükleri" bölümüne, cezaevlerinde açılacak atölyelerde çalıştırma yükümlülüğü getirildi.

NE KADAR MAHKUM, O KADAR ÇALIŞMA
9 yıl içinde cezaevleri adeta birer fabrikaya dönüştürüldü. Yasanın çıkarılmasının ardından, cezaevleri de tek tek ihaleye çıktı. Açık cezaevleri, öğrenci sırası, tarım, florasan üretimi gibi çok sayıda kolda faaliyet göstermek için iş aldı.

UCUZ İŞ GÜCÜ
Ancak bugün gelinen noktada, mahkumlar artık başta sohbet, havalandırma, yemek yeme gibi tüm haklarından yoksun bırakılarak, zorla çalıştırmaya tabi tutulmaya başlandı. Konya Açık Cezaevi mahkumlara öğrenci sırası yaptırarak, 2009'daki 4,5 milyon lira ciro yaptı. Edirne Açık Tarım Cezaevi geçen yıl mahkumları çalıştırarak elde ettiği tarım ürünlerinden 2 milyon kazandı. Cezaevlerinin yıllık kazancı 2 ila 6 milyon arasındayken, mahkumlara ise günlük 6 lira verildi.

BİR CEBİNE KOYDU, BİR CEBİNDEN ALDI
Ancak mahkumlara verilen bu ücretlerde, elektrik parası gibi giderler adı altında geri alındı. Mahkumların ayda 100 lirayı bile bulmayan bu ücretleri çeşitli giderler adı altında cezaevine geri ödedi.

İdil FIRAT
Kaynak:
 ANF 

Başbakanlığa bağlı kurum eşcinselleri hedef gösterdi

Pembe Hayat LGBTT Derneği, Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü'nün tarafından hazırlanan raporu kınadı. Pembe Hayat, "Eşcinsel birlikteliklerin kabul edilebilir hale gelmesi, Genel Müdürlük'ün algıladığı şekliyle aile kurumuna bir tehdit değildir; aksine insan haklarına olan saygının bir göstergesidir" diyerek kurumu eşcinsellerden özür dilemeye çağırdı.

Pembe Hayat LGBTT Derneği'nin açıklaması:

Başbakanlık'a bağlı Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü, 2007 – 2011 yıllarını kapsayan stratejik raporunu geçtiğimiz günlerde kamuoyunun bilgisine sunmuştur.

İlgili raporun içeriği, dili ve sahip olduğu yaklaşım, toplumun hâkim ve baskın anlayışı olan ahlakçı, cinsiyetçi ve de heteroseksist anlayışın bir ürünü olduğunu göstermektedir. Genel Müdürlük'ün, kadın hakları savunucularının kadın görünürlüğü ve hak talepleri noktasındaki hassasiyetlerini dikkate almayarak genel müdürlüğü yeniden yapılandırması ve ismini değiştirmesi kabul edilebilir değildir.

Kadınların "kadın" ve "birey" olmak üzerinden değil de "aile" kurumunun bir parçası olması gerektiği üzerinden değerlendirilmesinin yanında, Genel Müdürlük'ün stratejik raporu "eşcinsel ilişkilerin kabul edilebilirliğinin giderek artması"nı aile kurumuna tehdit olarak değerlendirmiştir.

Başbakanlık'a bağlı ve normal koşullarda kadınlar ile toplumsal cinsiyet kimliği ile cinsel yönelim farklılıkları konusunda pozitif yükümlülük olarak kapsayıcı çalışmalar yapması beklenen bir Genel Müdürlük'ün, eşcinselliği aile ve toplumsal yapı açısından tehdit olarak açıkça nitelendirmesi, toplumun belli bir kesimini oluşturan eşcinsellerin de tehdit olarak algılandığı fikrine eşdeğerdir.

Türkiye'nin üyesi olduğu Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi ve Parlamenterler Meclisi, Türkiye'nin de imzasını alarak eşcinsel, biseksüel ve trans bireylere yönelik her türlü ayrımcılığın önlenmesine dair öneri metinleri deklare etmişken; TürkiyeHükümeti AB İlerleme Raporları'nda sürekli olarak eşcinsel, biseksüel ve trans bireylere yönelik hak ihlalleri konusunda eleştirilirken; hükümet yetkilileri her fırsatta toplumun bütün kesimlerine yönelik hizmetlerin gerçekleştirileceği ve hiçbir gruba yönelik ayrımcılık yapmayacaklarını belirtirken, eşcinselleri açıkça "aile kurumunu tehdit eden unsurlar" olarak tanımlaması anlaşılabilir değildir.

Hükümet kabul etmese de, bu ülkede eşcinseller vardır ve var olmaya devam edecektir. Eşcinseller, yasal hakları tanınmasa da heteroseksüeller gibi beraber yaşamakta ve birliktelik kurmaya devam etmektedirler. Eşcinsel birlikteliklerin kabul edilebilir hale gelmesi, Genel Müdürlük'ün algıladığı şekliyle aile kurumuna bir tehdit değildir; aksine insan haklarına olan saygının bir göstergesidir. Her türlü ayrımcılığa karşı olduğunu belirten bir hükümetin, eşcinselleri topluma tehdit olarak algılaması, bir çelişki olmaktan öte, bir inkâr politikasının en açık örneğidir.
Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü'nün, eşcinsel birliktelikleri aile kurumuna bir tehdit olarak nitelendirmiş olması sebebi ile, eşcinsellerden özür dilemeye ve toplumun bu kesimine yönelik hedef gösterici ve hak ihlallerini teşvik edici tavrını terk etmeye davet ediyoruz.

Saygılarımızla,

Pembe Hayat LGBTT* Dayanışma Derneği

* Lezbiyen Gey Biseksüel Travesti Transeksüel

Kaynak: Marksist.org

'Yamuk yürüyor ve terli... Atın içeri!'



BDP desteği ile seçilen bağımsız milletvekillerinden Sırrı Süreyya Önder, Sebahat Tuncel, Ertuğrul Kürkçü ve Levent Tüzel’in de aralarında bulunduğu grubun pazar günü yapmak istediği eyleme polis sert müdahalede bulunmuş çıkan olaylar sonrası 32 kişi gözaltına alınmıştı. Bu kişilerden beşi tutuklandı. Gözaltına alınan şüphelilerin bir bölümü emniyet ifadelerinde eylem ile hiçbir ilgilerinin olmadığını söyledi. 

‘Ben basurum polis bey’ 

Siirt’li A.M. olay günü hemoroit tedavisi için Şişli Eftal Hastanesi’ne gittiğini ancak yaşadığı ağrıdan yürüyüşündeki aksaklık nedeni ile polisin kendisine “Bu şekilde yürüdüğüne göre eylemde yaralandın ve buraya geldin” diyerek gözaltına aldığını söyledi.

Güvenlik görevlisi olarak çalışan Zonguldaklı Z. M. ise ifadesinde “Kız kardeşim olaylardan korktuğu için Ankara Simitçisi’ne girdik. İçerde olayların yatışmasını beklediğimiz esnada polisler gelerek beni aldılar. Durumumuzu anlatamadık” dedi.

Gözaltına alınan Kilisli 2 kardeş de eylem ile hiçbir ilgilerinin olmadığını söyleyerek alışveriş için önce markete gittiklerini, buradan ayrıldıktan sonra polisin kendilerini gözaltına aldığını söyledi. Bu kişiler avukatlarına “Bizi terli görüp hemen eylemci diye gözaltına aldılar” dedi.

‘Kürt müsün’ 

21 yaşındaki İ. M. ise emniyetteki ifadesinde eylemlere katılmadığını, olayların sakinleştiği bir sırada Taksim istikametine doğru gittiğini söyleyerek şunları ifade etti: “Ben Taksim istikametine gittiğim sırada bir vatandaş beni yakalayarak ‘Kürt müsün’ diye sordu.

Bu şahsın elinde bıçak olduğu için korktum ve Kürt’üm dedim ve beni resmi polislere teslim etti. Bu şahıs beni polislere teslim edinceye kadar dövdü.” Olaylar sırasında engelli 32 yaşındaki N. K. de kafasına aldığı cop darbesi ile yaralandı.

Dinçer GÖKÇE
Kaynak: Radikal

Direniş sonuç verdi, iki firma HES'ten vazgeçti

Hidroelektrik santrallerine (HES) karşı halkın ve çevre örgütlerinin mücadele yürüttüğü Karadeniz’de ilk kez 2 firma HES projelerinden vazgeçti.

HES projelerine karşı Karadeniz çapında yürüttükleri mücadelede önemli başarılar kazanan birçok projenin durdurulmasını sağlayan Derelerin Kardeşliği Platformu’nun avukatı Yakup Şekip Okumuşoğlu, Artvin’in Borçka ilçesindeki Maçahel Vadisi’nde yapılması planlanan Sarnıç 1-2 Regülatörü ve HES projesi için yatırımcı firma Dağlar Enerji firmasının, bu yatırımdan vazgeçtiğini belirtti. Firmanın projeden vazgeçtiğine ilişkin açıklamanın bizzat Çevre ve Orman Bakanlığı temsilcileri tarafından Rize İdare Mahkemesi’nde yapılan duruşma sırasında açıklandığını belirtti.

Okumuşoğlu, bu durumun da çevreciler için büyük bir zafer olduğunu söyledi. Hopa’daki Güneşli HES projesinin ruhsat sahibi Nett Enerji, projeden toplumsal olaya meydan vermemek için vazgeçtiğini duyurdu.

Kaynak: ANF

Tecavüzü protesto eden kadınlara soruşturma şoku

Antalya'nın Kaş İlçesi'nde geçen yıl 16 yaşındaki bir kız öğrenciye tecavüz edilmesiyle ilgili açılan davanın devam ettiği adliye önünde, mayıs ayında gösteri yapan 20 kişi hakkında, Kaş Cumhuriyet Başsavcılığı'nca soruşturma açıldı.




Antalya Kadın Dayanışma Merkezi, Eğitim-Sen Antalya ve Kaş şubeleri ile Antalya Kadın Platformu üyesi 20 kişi bugün ifadeleri alınmak üzere savcılığa davet edildi. Kaş’ta geçen yıl meydana gelen tecavüz olayının ardından açılan davanın her duruşması öncesinde Kaş Adliyesi önünde gösteri yapan sivil toplum kuruluşları, kadına yönelik şiddet ve tecavüz olaylarını kınayan açıklamalar yapıyor. Son olarak, 11 Mayıs’taki duruşma sırasında adliye önüne toplanan Antalya Kadın Dayanışma Merkezi, Eğitim-Sen Antalya ve Kaş şubeleri ve Antalya Kadın Platformu üyeleri basın açıklaması yaptı.

Polis kamerası tarafından tespit edilen göstericilerden Kaş’ta yaşayan 20’si bugün ifade vermek üzere savcılığa çağrıldı. Kaşlı kadınlar hakkında, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefetten soruşturma açıldığı belirtildi. İfade verenlerden Kaş Eğitim-Sen Temsilcilik Başkanı Önder Saraç, yürüyüş esnasında trafiği engellemekle suçlandıklarını söyledi. (DHA)

Kaynak: Radikal

29 Haziran 2011 Çarşamba

Eti Gümüş'ten Çevre Mühendislerine Tazminat Davası

Eti Gümüş, Çevre Mühendisleri Odası'na Kütahya'da bulunan maden işletmesindeki atık barajının yıkılması üzerine görüşlerini açıkladığı için 30 bin liralık manevi tazminat davası açtı.



Eti Gümüş A.Ş., Çevre Mühendisler Odası'na (ÇMO) Kütahya'da bulunan maden işletmesindeki atık depolama barajının kısmen yıkılması üzerine görüşlerini açıkladığı için 30 bin liralık manevi tazminat davası açtı.

Kütahya Gümüşköy'deki Eti Gümüş AŞ'nin atık barajının iki seddesi 7 Mayıs'ta çökmüştü. Siyanürle altın aranan maden tesisinin çevreye zehirli atık sızdırdığı iddiaları yetkililerce kabul edilmedi. İki hafta önce Kütahya'ya bağlı Dulkadir Köyü'nden sekiz kişinin siyanürlü su nedeniyle zehirlendiği iddia edilmişti.

Maden şirketi Eti Gümüş, bu süreçte konuyla ilgili açıklamalar yapan ÇMO'ya 30 bin liralık manevi tazminat davası açtı.

"Halkı kin ve paniğe sevketmek"
ÇMO yaptığı basın açıklamasında, davanın ÇMO'nun yaptığı açıklamaların halkı kin, nefret ve paniğe sevk etmeye neden olduğu gerekçesiyle açıldığını söyledi.

Açıklamaya göre, dava dilekçesinde, "Halen devam etmekte olan, kesin ve emin ifadeler kullanılan haksız basın açıklamalarının ve kötülemelerinin dava sonuna kadar tedbiren durdurulması" ve "bu açıklamalar dolayısıyla şirket ve çalışanlarının, yöneticilerinin, hissedarlarının elem ve ızdırap çektikleri, bölgede yaşayan insanların hücumuna muhatap oldukları, toplumda kaybettikleri saygınlığın yeniden elde edilmesi için 30 bin TL'nin şirkete ödenmesi" ifadeleri yer aldı.

"İfade özgürlüğü engelleniyor"
ÇMO tarafından yapılan açıklamada şöyle dendi:

"Eti Gümüş'ün Kütahya'daki siyanür felaketinden sonra kamuoyunda kaybettiği itibarının 30 bin TL değerinde olduğuna inanmak istemiyoruz. Kütahya'daki felaket, ülkemizde siyanür liçi ile yapılan madencilik faaliyetlerinin ülkemiz toprağına, suyuna, insanına ne kadar zararlı olduğu en son yaşanan zehirlenme vakası ile de açıkça görülmüştür."

Açıklamada, açılan dava ile  kamu yararı ve halk sağlığını tehdit eden faaliyetler ile ilgili demokratik kitle örgütleri, platformlar ve meslek kuruluşlarınca "ifade özgürlüğü" kapsamında yapılan basın açıklamaların engellenmek istendiği belirtildi.

Kaynak: Bianet

O Cisim Cop mu?

Şişli'de YSK kararlarını protesto etmek isteyen gruba müdahale eden polisin, elektrikli cop kullandığı iddia edilmişti. Olaylarda yaralanan BDP'li Acet, kendisi üstünde kullanılan cismin elektrikli cop olduğundan emin...




Hatip Dicle'nin milletvekilliğinin düşürülmesi ve tutuklu blok milletvekillerinin tahliye taleplerinin reddedilmesi üzerine 26 Haziran Pazar günü Şişli'den Taksim'e yürüyüşe geçmek isteyen gruba polisin gaz bombası ve tazyikli suyun yanı sıra elektrikli cop olduğu düşünülen bir cisimle daha müdahale ettiği iddia edildi.

"O 'cisim' dört kişiyi yaraladı"

Olaylar sırasında orada bulunan Blok vekillerinden Sebahat Tuncel, bianet'e yaptığı açıklamada, kendilerinin elektrikli cop olduğunu düşündükleri alet nedeniyle Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Zeytinburnu İlçe Yöneticisi Sadiye Acet'in vücudunda yanık olduğunu ve üç günlük "iş göremez" raporu aldığını söyledi.

Türkiye'de toplumsal olaylara bu gibi silahlarla müdahale edilmesinin vahim bir durum olduğunu ifade eden Tuncel, sadece kendi arkadaşlarının değil, olaylar sırasında, tespit edebildikleri kadarıyla üç kişinin daha yaralandığını söyledi.

"Elektrikli cop olduğundan eminim"

Olaylarda yaralanan BDP Zeytinburnu İlçe Yöneticisi Sadiye Acet, kendi üstünde kullanılan cismin elektrikli cop olduğundan emin.

Bacağından yaralanan Acet, başından geçenleri şöyle aktardı:

* Açıklama yapılmaya başlandığı anda polis gaz bombalarını üstümüze atmaya başladı ve göz gözü görmüyordu. Bu sırada sağ bacağıma bir şeyin değdiğini hissettim.

* Üstüne bir de gaz bombaları ve tazyikli su da eklenince ben bayılmışım. Kendime geldiğimde arkadaşlarımın yardımıyla kendimi bir lokantaya attım. Orada arkadaşlarımın uyarısıyla sağ tarafımda yanık olduğunu fark ettim.

* Bunun üstüne Şişli Etfal Hastanesi'ne gittim. Fakat başta ne genel cerrahiden ne de diğer birimlerden rapor alamadım. Polislerin doktorları korkuttuğunu düşünüyorum. Çünkü daha önce de yaralanmıştım ama kolaylıkla rapor alabilmiştim. En sonunda bana üç günlük "iş göremez" raporu verdiler. Dışarı çıktığımda da hastane girişinin sivil polisler tarafından tutulduğunu fark ettim.

* Yanık nedeniyle şu an bacağım su toplamış vaziyette. Hala oturup kalkamıyorum. Çünkü deri geriliyor ve gerilme olduğunda da sancım çok artıyor.

"Provokasyonu kimin yaptığı ortada"

Olaylar sonrasında basına açıklama yapan emniyet amiri olayların sorumlusu olarak Blok vekillerini işaret etmişti. Başta İstanbul milletvekili Sebahat Tuncel olmak üzere Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku vekillerinin kalabalığı kışkırttığını iddia eden emniyet amirine Tuncel'in yanıtı şöyle oldu:

"Ortada bir provokasyon varsa, bu provokasyon oradaki emniyet amirinindir. Basın açıklaması yapıp dağılacağız demiş olmamıza rağmen gaz bombalarıyla saldırıyorsa, genel merkez yöneticilerimize açık alanda işkence yapılıyorsa, kelepçe takılıp arkadaşımız dövülüyor ve ayak parmakları kırılıyorsa, Eş Başkan yardımcımızın kaburgası kırılıyorsa provokatif olanın kim olduğu açıktır."

Ekin KARACA
Kaynak: Bianet

Üniversiteliler Dört Ayrı "Terör Örgütüne Üyelikle" Suçlanıyor

Aralarında, ODTÜ'deki "Başkaldırıyoruz" eylemine katıldığı için dava açılan 117 öğrenciden birinin de olduğu beş üniversite öğrencisi, "ülkücü bir öğrenciyi dövmeyi planlamaktan" gözaltına alındı, dört ayrı "terör örgütüne üye olmak" suçuyla tutuklandı. 5,5 aydır F tipi cezaevinde haklarında iddianame yazılmasını bekliyorlar.




Ankara'da 20 Ocak'ta gözaltına alınıp 23 Ocak'ta tutuklanan beş üniversite öğrencisi, PKK, Devrimci Halk Kurtuluş Partisi/Cephesi (DHKP-C), Türkiye Komünist Emek Partisi/Leninist (TKEP-L), Maoist Komünist Parti (MKP) isimli dört ayrı "terör örgütüne üye olmakla" suçlanıyor. 5,5 aydır Sincan 1 No.lu F Tipi Cezaevi'nde olan öğrenciler bu süre içerisinde okullarına da devam edemediler.

Tutuklanan Ankara Üniversitesi İktisat Fakültesi birinci sınıf öğrencisi Yusufcan Yıldırım'ın annesi Melek Yıldırım, bianet'e yaptığı açıklamada, "Muhalif öğrencileri bu yolla sindirmeye çalışıyorlar" dedi.

Yıldırım, 5 Ocak'ta Ortadoğu Teknik Üniversitesi'ndeki (ODTÜ) "Başkaldırıyoruz" protestosuna katıldığı için hakkında dava açılan 117 öğrenciden biriydi.

Tutuklanan öğrencilerden Ali Haydar Yıldız'ın avukatı Murat Yılmaz da, Yusufcan Yıldırım, Ali Haydar Yıldız, Uğurcan Soybelli ve Rıdvan Akbaş isimli dört öğrencinin 20 Ocak'ta akşam 18:30 civarında Demetevler Parkı'nda, "başka bir öğrenciyi dövmeyi planlamakla" suçlanarak gözaltına alındıklarını, ertesi gün de Didem Ezgi Serap'ın aynı olayla ilgili gözaltına alındığını söyledi.

Yılmaz, gözaltına gerekçe gösterilen olayı şöyle anlattı: "19 Ocak'ta Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nde sağ görüşlü öğrenciler, sol görüşlü bir öğrenciyi dövdükten sonra Sıhhiye tren istasyonundan aşağıya attılar. Ertesi akşam, Yıldırım, Yıldız, Soybelli ile Akbaş bu olayın ardından "ülkücü bir öğrenciyi döverek misilleme yapacakları şüphesiyle" parkta yürürken gözaltına alındılar. Polis tutanaklarında, 'HPG tüzüğüne göre hareket ederek, ülkücü öğrencinin evini tespit edip keşif yaptıkları, istihbarat faaliyetinde bulundukları' ileri sürüldü."

"İşlenmemiş bir suçla itham edildiler"

Avukat Yılmaz, tutanaklarda iddia edilen suçlamalara hiçbir delil gösterilmediğini ayrıca basında çıkan bazı haberlerle olayın yanlış yansıtılarak öğrencilerin karalanmaya çalışıldığını ifade etti. Tutanaklara göre, Soybelli'nin üzerinde, ülkücü öğrencinin adresi çıktığı da iddia ediliyor ancak Soybelli bu iddiayı reddediyor.

"Biz de 'HPG tüzüğü' diye bir şey olduğunu ilk kez tutanakları okuduğumuzda gördük" diyen Yılmaz, 10 Ocak'ta dosyaya gizlilik kararı konulduğunu olduğunu ifade etti.

Tutuklama ve gizlilik kararlarına ettikleri itirazlarına da, mahkemece hiçbir gerekçe gösterilmeden reddedildiğini belirten Yıldız, şu anda dosyaya ulaşamadıklarını açıkladı.

Yıldız, "İşleyip işlemeyecekleri belli olmayan bir suçla itham edildiler. Aralarında bağlantı kurulamayan bir tüzükte yazılı planla ilgili suçlanarak gözaltına alındılar ve 5,5 aydır haklarında iddianame düzenlenmesini bekliyorlar. Dosyaya dört örgüt kondu, tutuklama kararına da kimin hangi örgütle bağlantılı olduğu yazılmadı, suçlamalar açıklığa kavuşmuş değil. Bununla ilgili delil de sunulmadı" diye konuştu.

Avukat Yıldız, "Ayrıca Serap olduğu söylenen başörtülü bir kadının fotoğrafları bazı gazetelerde yayınlandı ve 'Kimliğini başörtüsüyle gizleyerek ülkücü öğrencinin evinin çevresinde keşif yaptı' diye yazıldı. Serap baştan suçlu ilan edilerek sanık hakları ihlal edildi. Oysa fotoğraflardan o kişinin Serap olup olmadığı bile anlaşılmıyor, öyle olsa bile sadece yolda yürürken çekilmiş fotoğraflar var, istihbarat faaliyeti yaptığına dair bir kanıt yok" dedi.

"Dört örgüte birden nasıl üye olsunlar?"

Yusufcan Yıldırım'ın annesi Melek Yıldırım da özetle şu açıklamayı yaptı:

* Oğlum hakkında hiçbir delil göstermeden "cezalandırma timinden" olduğu iddiası öne sürüldü, basında çıkan haberlerde de böyle lanse edildi. Birbirinden alakasız dört ayrı örgüte birden nasıl üye oldukları da tutanaklarda açıklanmıyor. Hürriyet gazetesi yazarı Mehmet Y. Yılmaz da olayla ilgili 28 Ocak'ta yazdığı yazısında "Şizofrenik terör örgütü" başlığını kullanmıştı.

* Yusufcan da bu davalarla ilgili süreçleri bildiğinden, "Beni burada daha uzun süre tutarlar, benimle ilgili yaz tatili planı yapmayın" demişti. Tutuklamaların cezaya dönüştürüldüğünün farkında. Cezaevinde, tutuklanan iki arkadaşı Akbaş ve Yıldız'la birlikte kalıyor. Baskılar cezaevinde de devam ediyor. "Gereksiz slogan atmak" suçlamasıyla yedi ay iletişimden men cezası aldı, cezalar kesinleşirse, üç iletişimden men cezasına karşılık bir ay ziyaretçi cezası alacak.

* Oğlum muhalif, ülke sorunlarına duyarlı bir çocuktu, ODTÜ'deki protestolara katıldığı için de hakkında dava açılan 117 öğrenciden biriydi, buradaki dava gerekçesi de "basın açıklamasına katılmasıydı". TEKEL eylemlerine de 78 gün boyunca destek vermişti. Yükselen öğrenci muhalefetini, yargı yoluyla sindirmeye çalışıyorlar. Bu öğrencilerin tümünün haksızlığa uğradığını düşünüyoruz.

Ayça SÖYLEMEZ
Kaynak: Bianet

Ogün Samast Kendini Tanımadı


Dink cinayetinin katil zanlısı Samast'ın İstanbul 2. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davasında müdahil avukatların talebiyle cinayet öncesi görüntüler izlendi. Zanlı Samast, rahat ve alaycı tavırlarıyla dikkat çekti.

Gazeteci yazar Hrant Dink cinayetinin tetikçi zanlısı Ogün Samast’ın, Sultanahmet Çocuk 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanmasına bugün devam edildi. İki ayrı dosya üzerinden yargılanan Samast, ilk bölümde örgüt üyeliği suçundan, ikinci bölümde ise kasten insan öldürmekten yargılandı.

Samast: “Koş, çay getir”
Saat 10.15’te altı zırhlı araç eşliğinde mahkemeye gelen Samast’ın duruşmasını çok sayıda basın mensubu izledi. Samast, salona girmeden önce eğitimli polis köpekleri, duruşmanın yapılacağı mekânı 10 dakika süreyle kontrol etti. TİKKO’dan aldığı iddia edilen tehditler dolayısıyla koruma talep eden Samast’ın güvenliği için azami çaba sarf edildiği gözlendi.

Duruşma başında müdahil avukatlardan Fethiye Çetin, mahkemeden projektör ve seyyar perde kurmak için izin istedi. Hrant Dink’in öldürüldüğü Halâskârgazi çevresindeki farklı güvenlik kameralarından çekilen görüntüler izlenirken Samast, mübaşire “Koş, çay getir” diyerek güldü.

“Suça sürüklenen çocuk Ogün”
Duruşma boyunca “suça sürüklenen çocuk Ogün” olarak anılan Samast’ın avukatı Levent Yıldırım, izletilen görüntülerin seçilemeyecek kadar muğlâk olduğunu ileri sürdü. Görüntülerde, Samast’a yardım eden şahsın, olayın azmettiricisi olduğu iddia edilen Yasin Hayal’in abisi Osman Hayal olduğunu söyleyen müdahil avukatlara, Samast: “Oradaki kişi ben bile olmayabilirim, kendimi tanıyamadım” dedi.

Samast'ın avukatı Levent Yıldırım geçen celsede olduğu gibi, Ceza Mahkemeleri Kanunu (CMK) uyarınca çocuklara uygulanacak tutukluluk süresinin aşıldığını iddia ederek Samast'ın tutuksuz yargılanmasına yönelik talebini tekrarladı, talep reddedildi.

Ergenekon bağlantısı mı var?
Zanlı, üç yılı aşkın süredir İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanıyordu ancak sonra cinayet günü 17 yaşında olduğuna karar verildi ve zanlının Çocuk Mahkemesi'nde yargılanması uygun görüldü. Dink ailesi, Samast'ın çocuk mahkemesinden yargılanıyor olmasına tepki duydukları için duruşmaya katılmadı.

Örgüt üyeliği davasının bir sonraki duruşması 23 Eylül 2011 günü saat 11:00’de. Bu tarihe kadar, gösterilen görüntüler ana dava savcısına gönderilip incelenecek ve Samast’la Ergenekon sanıkları arasında bağlantı olup olmadığı araştırılacak. Kasten insan öldürme davasının duruşması ise 25 Temmuz’da.

Isıl Cinmen
Kaynak: Bianet

28 Haziran 2011 Salı

Hoop, Aile Bakanı var!

Nikahsız birliktelikleri ve kadınların iş gücüne katılım oranının artmasını aile kurumuna tehdit olarak gören AKP, yeni kuracağı Bakanlıkla nikahsız çiftleri evlendirip, kadını çocuğuna 'sevgi ve şefkat veren anne' haline getirmeyi amaçlıyor.

Başbakanlığa bağlı Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü 2007-2011 dönemini kapsayan stratejik rapor, AKP'nin kadına ve aileye bakışını bir kez daha ortaya koydu. Rapora göre nikahsız birlikteliklerin ve çocuksuz ailelerin giderek artmasının aile kurumu için bir tehdit oluşturduğu söylenerek evliliklerin yaygınlaştırılması ve kolaylaştırılması hedefleniyor. Raporda dayanak olarak 1982 Anayasası'ndaki 41. maddesi'nden şu ifadeler öne çıkarılıyor:

"Ailenin korunması fikrinin, her şeyden önce Medeni Kanun anlamında evliliklerin kurulmasını yaygınlaştırmak ve kolaylaştırmak olduğu şüphesizdir" denilerek medeni olmayan bir aileden bahsedilemeyeceği..." Buna göre Devletin aileyi koruması ilkesinden yola çıkılarak yapılan araştırmada kadınların iş gücüne katılım oranının artmasının ve annelerin ilk doğum yapma yaşlarının yükselmesinin de ailenin bütünlüğü için bir tehdit olduğu yayınlanan raporda belirtiliyor. Aile yaşam düzenininin karşı cinsler arasında gerçekleşen bir evlilik birlikteliği (eşler-çocuklar) olduğunun belirtildiği raporda, eşcinsel ilişkilerin yaygınlaşması da aileyi tehdit eden tehlikelerden biri olarak gösteriliyor. Erdoğan'ın kaldıracaklarını 'müjdelediği' Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı'nın Aile 2023 Vizyonu adlı belgesinde de yer alan 'ulvi amaç' çağdaş yurttaşları tedirgin etmeye başladı bile. Eğitim kurumları ve sivil toplum kuruluşlarının hedef kitlesi olarak gösterildiği raporda yazılı ve görsel araçların kullanılarak ahlaki yozlaşmanın önüne geçilmesi de hedeflenenler arasında. Peki uzmanlar bu raporu nasıl yorumluyor?
BU 'HEDEFLER' KADININ ÜSTÜNDEKİ BASKIYI ARTIRIR

Feminist-Aktivist Nilgün Yurdalan: Yükselen muhafazakarlık ve herkesi bu muhafazakar anlayış içinde yaşatma isteğini hükümet giderek güçlü biçimde dillendirmeye başladı. Herkesi aynı kalıplar ve aynı ahlaki kurallar içine sıkıştırmak istiyorlar. Ancak herkes için aynı ahlaki anlayış geçerli olamaz. Üstelik bu ahlaki anlayış bireysel özgürlükleri gasp etmeye çalışan, özellikle kadınlar ve LGBT bireyler söz konusu olduğunda onları kapatmaya ve üzerinde baskı kurmaya yönelik bir anlayıştır. Ancak ne kadınlar ne LGBT bireyler susmayacağız ve erkek egemen ahlak anlayışına karşı bireysel özgürlükleri, toplumun her kesimi için farklı yaşam biçimleri olduğunu hele ki, devletin bu yaşam biçimlerine karışması konusunda mücadele vereceğiz. Kadından Sorumlu Bakanlığın kapatılması da bu raporla direk ilişkilidir. Bir yandan kadını yardıma muhtaçlar arasında sayacaksınız bir yandan da istemediği evliliklere zorlayacaksınız. Üstelik kadının en çok aile içinde şiddete uğradığını, öldürüldüğünü, tecavüze uğradığını düşündüğümüz zaman hem Kadından Sorumlu Bakanlığın kapatılması hem de bu hedefler, kadınları olduğu gibi kapamaya, erkek egemen baskının ve şiddetin yoğunlaşmasına sebep olacaktır. Hükümet tarafından hedeflenen şeylerden biri de kadınların yükselen özgürlük mücadelesini engellemektir. Son yıllarda toplumda top yekün bir kadın başkaldırısı vardır.Tabi bunlarda erkek egemen zihniyetin temsilcisi AKP'nin işine gelmiyor.

'NİKAHSIZ YAŞAYANLARI DAMGALAYABİLİRLER'

Sosyolog Onur Açar: Nikah kıyarak evlenmenin mahiyeti hukuki bir sözleşme özelliği taşır. Hukuki bir sözleşme olması dolayımıyla nikah kıyarak evlenmek devletin kontrol-denetim alanına dahil olmak anlamına gelir. Nikahsız yaşayan çiftlerin toplum nezdinde örtük veya açık olarak olumsuz bir biçimde damgalanmaları için medya başta olmak üzere pek çok araç da harekete geçirilebilir. Toplumun bu konudaki geleneksel önyargıları, zihniyet dünyasındaki muhafazakar nüveler de bu süreçte pekala işlenip yeniden piyasaya sürülebilir. Yoksa aklın sağduyusuyla düşünecek olursak nikahsız birlikte yaşayan insanlar ve onların doğurdukları çocuklar özsel olarak ahlaksız mı doğacaklar? Ahlaki yozlaşma damgası özellikle nikahsız birlikte yaşayan insanlara yöneltildiğinde bunun erkek ve kadın üzerine düşen payları elbette eşit bir niteliğe sahip değil. Kadın bu konuda çok daha acımasızca yargılanıyor. Aslında yukarıda anlattığım hususları düzenin muhafazası için iktidarın kadın bedeni üzerindeki tasarrfuları açısından okumak mümkün. Kadın bedeninin kontrolü sistem için çok önemli. Onun ne zaman doğurmayı hak ettiği, ne kadar doğuracağı, çocuğuna nasıl bakacağı, ona ne tür değerleri aktarması gerektiği; bütün bunlar ataerkil iktidarlar nezdinde kadının hayatının bir politikanın nesnesi olarak ele alınmasının içeriğini oluşturuyor. Bu içeriği dolduran iktidar aileyi inşa ediyor.

"ANAYASAYA VE TÜM SÖZLEŞMELERE AYKIRI"

Avukat Selin Nakipoğlu: Devlet, bireylerin tamamen kişilik haklarını bertaraf edip bir polis yada bir jandarma gibi 'sen ahlaklısın, sen ise ahlaksızsın' diye insanları kategorize ediyor. Bütün uluslararası sözleşmelere, anayasa maddelerinin eşitlik ilkesi başta olmak üzere maddelerine aykırı olarak bunu pervasızca ve kendinde sınırsız bir hak görerek yapıyor. Ben evliyim, meşru bir ilişki yaşıyorum diye 'ahlaklıyım' sizde evli değilsiniz, meşru olmayan bir ilişki yaşıyorsunuz diye 'ahlaksızsınız' denilmesi eşitlik ilkesinin ihlalidir. Kadından Sorumlu Aile Bakanlığı'nın kaldırılmasıyla kadın diye birşey olmadığını söylemişti hükümet. Bütün yapılan uygulamalar kadının özgürlüğünü sınırlamak için var. İmam nikahına karşı olmakla birlikte şöyle düşünüyorum: İnsan istediğiyle beraber olabilir ancak aynı özgürlük imam nikahında kadına verilmiyor. Kadının özne olduğu imam nikahı örneği hiç duyduk mu? Bütün kısıtlamalar kadın bedeni ve kadın cinselliği üstüne yapılıyor. Bu yüzden yapılan uygulamaların bireye özel değil eşitlik ilkesine ve evrensel ilkelere göre yapılması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye'nin imza altına aldığı uluslar arası sözleşmeleri bertaraf etmemek lazım. Zaten Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı'nın kapatılmasıyla "Kadın yoktur aile vardır" diyor hükümet bize. Kadın aile için, çocuk doğurmak için vardır. Ama kadının yaşamı, cinselliği, özgürlüğü hiçbir şekilde görülmüyor. Üzülerek söylüyorum ki, bu uygulamaların devamı gelecek.

EVLENECEKSİNİZ VE DERHAL 3 ÇOCUK YAPACAKSINIZ!

AKP'li yöneticilerin kendilerine 'vizyon' olarak koydukları 'ulvi amaçları'ysa, daha önceden yaptıkları açıklamalarla da kendilerini ele vermişti:

R.T Erdoğan, "Kadına şiddet artmıyor, azalıyor", "Kadın erkek eşitliğine inanmıyorum" demiş, her aileden en az 3 çocuk istediğini birçok kez vurgulamıştı. Ankara'da panzere çıkan ve polis müdahalesiyle kalçası kırılan Halkevleri üyesi Dilşat Aktaş için de "Kız mıdır kadın mıdır?" demiş ve kadın örgütlerinden tepki almıştı. AKP Ünye İlçe Tanıtım Başkanı Süleyman Demirci ise kadınlarla ilgili "Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer. Perdesiz ev ya satılıktır ya kiralıktır" benzetmesi yapmıştı. AKP'li Fatih ve Eyüp Belediyeleri'ne danışmanlık yapan Sibel Üresin, "Çok eşlilik yasallaşmalı. Dinimizde de var" diyerek kamuoyu tepkisine sebep olmuştu. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ise uygulanacak internet sansürüne karşı çıkan TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner'i pornoyu savunmakla suçlamıştı.

Tuğçe ÇELİK
Kaynak: Birgün

Hopalılar'ın mücadelesi HES'i durdurdu

Artvin'in Hopa İlçesi'nde yapılması planlanan Güneşli Hidroelektrik santrali (HES) projesi, yurttaşların verdiği mücadele üzerine iptal edildi. 

Artvin'in Hopa İlçesi'nde Hidroelektrik Santrallere (HES) karşı mücadele eden yaşam savunucularının mücadelesi sonuç verdi. HES projesine karşı İstanbul'da ve Hopa'da mücadele eden yurttaşların ve sivil toplum kurumlarının çalışmaları sonucunda, Güneşli HES projesinin iptal edilmesine karar verildi.

Hopa'daki Güneşli HES projesinin ruhsat sahibi Nett Enerji, yaptığı yazılı açıklamada, projeden toplumsal olaya meydan vermemek için vazgeçtiğini duyurdu. Yazılı açıklamada, "Şirketimiz her zaman yöre halkının memnuniyetini ön planda tutarak huzurlu bir şekilde çalışmayı hedeflemekte ve her projesini öncelikle 'vatandaşın desteğini alarak' hayata geçirmeye özen göstermektedir. Güneşli HES Projesi'nden, sorumlu bir davranış sergileyerek toplumsal bir olaya bahane edilmemesi amacıyla vazgeçtiğimizi kamuoyuna saygıyla duyururuz" denildi.

Kaynak: DİHA

Öznur Uluişden’in katili yine hakim karşısında

Eskişehir’de tecavüz edilip öldürülen 6. sınıf öğrencisi 11 yaşındaki Öznur Uluişden davasının üçüncü duruşması bugün yapılacak. Demokratik Kadın Platformu üyeleri 14 Eylül’den beri davanın takipçisi; kadınlar bugün sanığın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alması için adliye nöbetindeler.

Eskişehir Demokratik Kadın Platformu üyelerinin Öznur Uluişden davasının üçüncü duruşmasının yapılacağı bugün kaleme aldığı basın açıklamasında, kız çocuğu öldüren Ali Haydar Körmeçli’ye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası talebi bir kez daha dile getiriliyor.

Açıklamada şöyle deniyor: 

“9 kadının öldürüldüğü bir haftayı geride bıraktık. Erkekler tarafından katledilen 9 kadın. Ancak, bu topraklarda ne bir savaş var ne de olağanüstü bir hal. Kadınlar savaş koşullarında olduğu gibi her gün katlediliyor. Katlediliyor çünkü devlet kadınları korumuyor, katlediliyor çünkü başbakan çıkıp kadın bakanlığına gerek yok diyebiliyor, Aliye Kavaf Denizli’de öldürülen Fatma Bağcı’yı suçlayabiliyor. Bu hafta 3 kadın devlet tarafından koruma altına alındığı halde öldürüldü. Devlet koruma altına aldığı kadınları dahi korumadı. Eski kocası Fatma Bağcı’yı sığınma evinden çıktığı sırada öldürdü. Rengiye Mersinli evine arada gelen jandarma onu korumadığı için eski kocası tarafından katledildi. Rahime Yıldız Uçar yine devletin koruma altına aldığı kadınlardan biriydi. Sokak ortasında boşanmak istediği kocası tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Ve Nurgül Özkan. Kocasından işkence gördüğü sırada evin camından atlayarak kurtuldu. Şimdi devlet beni ölmeden korusun diyor. Yani kendisinden önce öldürülen kadınlar gibi katilinden öldürülmeden önce şikayetçi oluyor. Peki devlet Nurgül Özkan’ı koruyacak mı? Ya da Nurgül Özkan’ın da öldürülmesini bekleyip ardından koruma altındaydı diye açıklama mı yapacak? Daha kaç kadın koruma altındayken öldürülecek? Devlet koruma verdik oldu zihniyetiyle daha kaç kadının öldürülmesine ortak olacak? Kadınlar korunmayı beklerken, katillerinden şikayetçi olurken, devlet kadınları korumak yerine kadınların öldürüldüğü aileyi korumaya devam ediyor. Kadın Bakanlığı’nın yerine Aile Bakanlığı’nı getiriyor. Kadnı öldürüldüğü aile kurumundan ayrı bir birey olarak görmüyor. Öte yandan; kadınlar kazanmaya devam ediyor. Ayşe Paşalı’yla başlayan kadın katillerine ağırlaştırılmış müebbet cezası artık tüm kadın katillerine veriliyor. Yargıtay tahrik indirimi verilen katilin cezasını reddedip ağırlaştırılmış müebbet cezası veriyor. Bunlar; kadınların kararlı mücadelelerinin sonuçlarıdır. Ama bunlar yeterli çözümler değildir. 1 haftada 9 kadının öldürülüyor olması yeterli olmadığının en net kanıtıdır. Bu uygulamalar keyfidir, yargıtayı kararı da, devletin kadınları koruma şekilleri de keyfidir. Bizler; keyfi uygulamalar istemiyoruz. Kadın katillerinin bahaneleri ne kadar ne t ise; onlara verilecek cezalar da o kadar net olmalıdır. Hiçbir indirim uygulanmadan ağırlaştırılmış müebbet cezası verilmelidir. Ayrıca devlet kadınları öldürülmeden önce ‘’gerçekten’’ korumak zorundadır. Kadınlar kazanmaya devam ediyorken bizler de Eskişehir Demokratik Kadın Platformu olarak; Öznur’un katiline ağırlaştırılmış müebbet cezası verilene kadar bu adliyenin önünde olmaya devam edeceğiz. Kadın katilleri hak ettikleri cezaları alana kadar tüm davaların takipçisi olmaya devam edeceğiz.” 

Eskişehir Demokratik Kadın Platformu

Kaynak: Uçan Süpürge Haber Merkezi

KİMYA MÜHENDİSLERİ ODASI: Biber Gazı Ölümcüldür!

Kimya Mühendisleri Odası "biber gazı" kullanımı konusunda bir uyarı açıklaması daha yaptı. Hopa'da Metin Lokumcu'nun ölümünün adli tıp raporunda gazın tetikleyici olarak yer almasından sonra uyarı dozunu artırdı.

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, Kimya Mühendisleri Odası, "gaz bombaları" hakkındaki uyarısını bir kez daha yineledi.

Oda daha önce Nisan 2009 ve Nisan 2010 tarihlerinde kamuoyunu bilgilendirmiş ve yetkilileri uyarıda bulunmuştu.

Oda geçtiğimiz günlerde bir uyarı daha yaptı. Açıklamada "O günden bu yana sadece Doğu ve Güneydoğu' da yapılan gösterilerde bizim tespitlerimize göre gaz bombasına maruz kalınmasına bağlı yaralanmalı ve ölümlü 36 olay gerçekleşti" denildi.

Kimya Mühendisleri Odası'nın uyarı açıklamasında şu başlıklara yer verildi:

* Hopa'da HES'leri, ÇAYKUR'un özelleştirilmesini ve YGS' de yaşanan şifre skandalını protesto etmek için yapılan basın açıklamasına polisin saldırısı ve bir kez daha kontrolsüz bir biçimde biber gazı kullanması sonucu bir vatandaşımız hayatını kaybetti.

* Türkiye'de ilk defa, biber gazının tetikleyici olduğu bir kalp krizi vakası adli tıp raporunda yer aldı.

* Kimya Mühendisleri Odası olarak daha önce yaptığımız iki ayrı açıklamada bu uyarıyı yapmıştık. Artık, "Biber Gazı Ölümcül Olabilir!" demiyoruz. "Biber Gazı Ölümcüldür!" diyoruz.

* Güvenlik kuvvetleri uzun yıllardır chlorobenzylidene malononitrile (CS), chloroacetophenone (CN), adamsite (DM)  kullandı, ancak irritasyon ve göz yaşartma etkisi yeterli görülmediği için yeni bir kimyasal madde olarak oleoresin capsicum (OC) kullanmaya başladılar.

Biber gazının tehlikeleri nelerdir?
* Yüksek dozlara maruziyet sonucu kardiyak aritmiye (kalple ilgili ritm bozukluğu) sebep olma potansiyeli vardır. Kalp rahatsızlığı olanların maruziyetleri sonucu, ölümle sonuçlanabilecek olaylar yaşanabilir.

* Solunum sistemi üzerinde tahriş edici özelliği vardır. Özellikle astımı olanların maruz kalmaları ölümle sonuçlanabilen sağlık riskleri barındırmaktadır.

* Nörolojik sistem üzerinde olumsuz etkilere sahiptir.

* Yutulması durumunda mide bulantısı, kusma ve ishale sebep olabilir.

* Alkol ve uyuşturucu kullananların maruziyetinde ölüm potansiyeli mevcuttur.

* Hamile kadınlar ve hayvanlar üzerindeki olumsuz etkileri daha fazladır.

Ölümlü vakalar
Güney Kaliforniya'daki Sivil Özgürlükler Birliği'nin (American Civil Liberties Union of Southern California - ACLU) hazırladığı bir rapora göre Haziran 1993 ve Haziran 1995 arasında, biber gazına maruziyet sonucu 26 ölümlü vaka yaşandı.

Bunlara 31 Mayıs 2011 tarihinde, Hopa'da HES ve AKP karşıtı bir eylemlilik içinde iken, güvenlik güçlerinin uyguladığı kontrolsüz ve orantısız müdahale ile kullanılan biber gazının tetiklediği kalp krizi sonucu yaşamını yitiren Metin Lokumcu'da eklendi.

Biber gazının ileri sürüldüğü ya da zannedildiği gibi sağlık riski yaratmayan masum bir madde değil, ölüme sebep verebilecek denli tehlikeli bir kimyasal olduğu açıkça ortadadır.

Kimya Mühendisleri Odası soruyor
* Biber gazının içindeki etken madde olan OC'nin, bileşim içindeki miktarı bazı ülkelerde belirli sınırlandırılmalara tabi tutulmuştur. Ülkemizde kullanılan biber gazlarının içindeki OC değeri, yetkili kurumlarca kamuoyuna duyurulmalıdır.

* Ülkemizde kullanılan biber gazının "güvenlik bilgi formu" kamuoyuyla paylaşılmalıdır.

Dosis sola facit venenum
Yukarıdaki cümle, kimya biliminin kurucularından Paracelsus tarafından yüzyıllar önce söylenmiştir. 'Her şey zehirdir ve bu sadece doz meselesidir' diye Türkçeye çevrilebilir.

Kimya Mühendisleri Odası olarak, kontrolsüz biçimde biber gazı kullanımının sakıncalarını tekrar hatırlatıp, yetkilileri bundan sonraki süreçte insan hayatına karşı sorumlu davranmaya davet ediyoruz.

27 Haziran 2011 Pazartesi

İnan Suver’in serbest bırakılması için imza standı

Vicdani Retçi İnan Suver’le Dayanışma İnisiyatifi, "ben bir suç işlemedim ki, neden cezaevindeyim" diyerek, kaldığı Manisa E Tipi Kapalı Cezaevi'nin koğuşunda yangın çıkaran ve bu nedenle sevk edildiği Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde gözetim altında tutulan vicdani retçi İnan Suver’in serbest bırakılması istemiyle bir imza standı açtı.



Geçen hafta olduğu gibi, saat 17.00-19.00 arasında, İstiklal Caddesi üzerinde bulunan Bekar Sokak girişine kurulan stantda, imza toplanıp, el ilanı dağıtıldı. İnan Suver’le dayanışma için hazırlanan DVD’lerin ve fanzinlerin karşılığında bağış toplandı.

İnan'ı mı çivileyeceksiniz, düzeni mi? -Y. Taylan
Öldürmemek için ölebilir...(Basın)
Remziye Süver: İnan'ın Durumu İyi Değil(Basın)
İnan Suver'e destek için Vicdani reddimi açıklıyorum -L. Alatlı
Vicdani Retçi İnan Suver Derhal Serbest Bırakılsın!-İMZA VER!

A5 boyutunda, arkalı-önlü ve resimli olarak basılıp dağıtılan el ilanının içeriği şöyle idi:

Vicdani Retçi İnan Suver
Derhal Serbest Bırakılsın!..


"23 Temmuz 2001 yılından bu yana ısrarla ve inatla asker edilmek isteniyorum. Oysa ben 3 çocuk babası, inşaat işçisi, kimsenin tavuğuna kış, kimsenin de kedisine pisipisi etmemiş, bilerek ince belli kara karıncayı incitmemiş, hep güçsüzden, hep kaybedenden yana olmuş, futbolda bile hep küme düşme tehlikesinde olan takımları tutmuş, asla kimseye hükmetme derdinde olmayan, aynı zamanda kimsenin de emrine girmeyen, yalnız doğmuş, yalnız gömüleceğini bilen, buna göre yaşamak isteyen biriyim."

2001 yılından beri askerlik yapmamakta direnen, bu nedenle defalarca kaçan, askeri cezaevlerinde hapis yatıp, ağır işkenceler gören, kendi tabiriyle “dengesi” bozulan İnan Suver, 2009 yılında tanıştığı vicdani reddi hemen benimsedi.

5 Ağustos 2010'da polis tarafından gözaltına alınıp, çıkarıldığı askeri mahkeme tarafından tutuklandı. 26 Kasım 2011'de “askeri hizmete uygun değildir” raporu verildi.

Ancak rapor 2008'den itibaren geçerliydi. Dolayısıyla İnan 2008 öncesi “firar”lardan dolayı verilmiş olan 35 aylık hapis cezasını çekmek durumundaydı. Bu nedenle sivil cezaevine gönderildi.

İnan, gözaltına alındığından beri, 10 aydır direniyor. Defalarca açlık grevi yapan, hücreye atılan, “ben bir suç işlemedim ki neden cezaevindeyim” diyerek, kaldığı yarı-açık cezaevinden 1 günlüğüne de olsa firar eden, geçtiğimiz haftalarda koğuşunu yakan ve halen Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde gözetim altında tutulan İnan için bizler de soruyoruz: 'Askerlik yapamaz' raporu verilen İnan neden hala cezaevinde.

İnan Suver firar dönemindeki sıkıntılarını da şöyle ifade ediyor:
‘Tam 8 yıl 2 ay 13 gündür kaçağım bu süre içerisin de hiç bir gün sigortalı bir işte çalışamadım ehliyette alamadım. Araç ta kullanamadım. Hiç bir an bir polis memurunun yüzüne bakamadım, her gördüğümde korktum. Her asker gördüğümde üzüldüm, hüzünlendim. Hiç bir günün gecesinde sokakta turlayamadım, hiç bir gün meyhaneye, kahvehaneye giremedim. Her sabah dönmemecesine ayrıldım eşimden, evimden, çocuklarımdan. Dostum düşmanım benim bu açığımı bana karşı koz olarak kullandı. Gün geldi haksızlıklar karşısında sustum.’

İnsan öldürmeyi reddettiği için cezaevinde bulunan ve buna karşı direnişini sürdüren İnan'ın şartları ağırlaşmaya devam ediyor. Tüm savaş karşıtlarını, bu konu ile ilgili duyarlılık göstermeye davet ediyoruz.

Türkiye, BM Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi'ne taraf olan bir ülke olarak, vicdani ret hakkını tanımakla yükümlüdür. Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklama Çalışma Grubu, vicdani retçi Halil Savda davasıyla ilgili 16/2008 numaralı kararında, vicdani retçilerin hapsedilmesinin keyfi tutuklama teşkil ettiğini söylemektedir. Uluslararası Savaş Karşıtları(WRI), Uluslararası Af Örgütü ve Connection e.V gibi örgütler uluslarası kampanyalar örgütleyip İnan'a destek olmaktadırlar.

Bizler İnan Süver’in vicdani ret hakkını kullandığı için keyfi olarak tutuklandığını, eziyet gördüğünü biliyoruz. İnan Süver’in derhal ve koşulsuz olarak serbest bırakılmasını talep ediyoruz.

Öldürmeyi Reddetmek Suç Değildir!..
Vicdani Retçi İnan Suver'le Dayanışma İnisiyatifi
www.inansuvereozgurluk.com

Kaynak: Savaskarsitlari.org