29 Temmuz 2010 Perşembe

Boğa güreşleri yasağı İspanya'yı karıştırdı



İspanya’nın Katalonya bölgesi uzun bir süredir tartışılan boğa güreşleri meselesiyle ilgili Çarşamba günü tarihi bir adım attı. 55’e karşı 68 oyla Katalan parlamentosu bölge genelinde boğa güreşlerinin yasaklanmasına karar verdi. Böylece Katalonya İspanya’da hala “ulusal festival” olarak görülen boğa güreşleri geleneğini yasaklayan ilk bölge oldu. Konu Katalanca “Yeter!” anlamına gelen “Prou!” sloganıyla yola çıkan bir kampanya sonucu ilk olarak Kasım 2008’de parlamentonun gündemine alınmıştı.

Parlamentonun kararı yüzlerce yıllık bu sporu (ya da sanatı) yasaklamanın yanı sıra bu işle uğraşan organizatör şirketler ve matador kıyafetlerinde uzmanlaşan terziler gibi iş sahiplerinin de yasaklanmasını öngörüyor. Böylece toplumun önemli bir bölümünün yasaktan mali olarak da zarar göreceği tahmin ediliyor.


Oylama sırasında mecliste bulunan Prou! kampanyasının sözcüsü Eric Gallego, “Burada insanlar çok mutlu. Daha önce boğalar bir istisna olarak Katalonya’nın hayvan koruma yasalarının dışında tutuluyordu. Sonunda boğalar da korunabilecek” dedi.

PARTİLER KARŞI KARŞIYA GELDİ

Katalonya parlamentosundaki partilerin, üyelerine her zaman yaptıkları gibi blok halinde değil kendi vicdanlarına göre oy kullanmaları için izin vermesine rağmen, karar partileri karşı karşıya getirdi. Hem merkez sağ Halk Partisi hem de Katalan Sosyalistler karara şiddetle karşı çıkarken, özerklik yanlısı partilerden oluşan Convergence I Unio, Katalan Solu ve Katalan Yeşilleri kararı destekledi. Dolayısıyla yasağın altında milliyetçi görüşler yattığı yönünde iddialar ortaya atıldı.


Barselona gazetesi El Periódico, muhalif oyların yasakla ilgili Aralık ayında yapılan ön oylamadan bu yana azaldığına dikkat çekti. Öte yandan İspanya Anayasa Mahkemesi’nin Haziran ayında Katalonya’nın bağımsız bir ülke olarak tanınmasını öngören Estatut’u reddetmesinin ardından milliyetçi kanadın oylarında bir artış görüldü.


Milliyetçilik karşıtı Ciutadans Partisi’nin milletvekillerinden Alberto Rivera, meclisteki diğer milletvekillerini ikiyüzlülükle suçladı. “Eğer hayvan haklarıyla bu kadar ilgiliyseniz, bugünden sonra hiçbiriniz ciğer pate yemeyeceksiniz demektir” diyen Rivera, yasağa destek verenlerin “resmi bir Katalan kimliği oluşturma çabaları sırasında canlarını sıkan bir detayı ortadan kaldırmak istediklerini” söyledi.



KATALONYA-İSPANYA FARKI


Gerçekten de yasak Katalanların kendilerini İspanya’nın geri kalanından ayrı tutma çabasıyla uyuşuyor. Boğa güreşlerine karşı hareketlerin neden Katalonya’da İspanya’nın diğer yerlerinden daha güçlü olduğu sorusuna Gallego, “Biz Avrupa’nın geri kalanına daha yakınız. Katalonya zaman daha açık, daha kozmopolit bir yer oldu” dedi.


Ancak oylama kararının birkaç ideologun eseri olduğunu söylemek zor. 2006 yılında düzenlenen bir anket Katalanların yüzde 71’inin boğa güreşlerine karşı olduğunu göstermiş, bölgede düzenlenen boğa güreşlerine katılım da son dönemde ciddi anlamda zayıflamıştı. Dün kabul edilen yasaktan önce Katalonya defalarca boğa güreşlerinin sınırlandırılması için girişimlerde bulundu; örneğin 2003 yılında kabul edilen bir hayvan hakları yasasıyla 14 yaşın altındakilerin güreşlere katılması yasaklandı. Dahası Prou! kampanyasına 180 bin kişi imza attı.


Ancak yasak boğa güreşi tutkunları için büyük bir darbe oldu. Barselona merkezli Festival Savunma Platformu’nun kurucusu Luis Corrales, oylamadan önce parlamentonun üyelerine lobi yapmak için saatler harcadı. Corrales son dakikaya kadar geleneklere saygı ve “vatandaşların özgürlüklerinin korunması” adına yasağın geçmeyeceğine yönelik inancını korudu.

YASAĞIN MALİYETİ 400 MİLYON EURO


Corrales’in liderliğindeki platformun, yaptığı bir araştırmaya göre yasak dolayısıyla ödenecek tazminatların Katalonya’ya maliyeti 400 milyon euro olacak. Gazetecilere açıklama yapan Corrales, “Bu kadar derin bir resesyon içindeyken hükümetimiz neden böyle bir para ödesin ki?” dedi.

Festival Savunma Platformu yasağı İspanya Anayasa Mahkemesi’ne götürmeyi planlıyor. Ancak Katalonya’nın dışında asıl büyük soru yasağın İspanya’nın geneli üzerinde nasıl bir etki yapacağı. Boğa güreşlerinin tanıtımında uzmanlaşan Madrid merkezli iletişim şirketi Tauropress’in direktörü Israel Vicente, “Görünen o ki bu yasak benzer girişimlere de ilham verecek ve ülke genelinde boğa güreşleri ciddi anlamda etkilenecek” dedi.


Vicente, “Ancak Halk Partisi gibi partilerden boğa güreşlerinin korunması için daha güçlü çabalar da gelebilir. Bugüne kadar boğaların siyasi bir yanı yoktu. Şimdi Pandora’nın kutusu açılmış oldu” dedi.

Yıllık yayımlanan ‘İklimin Durumu’ raporu yayımlandı

Yıllık yayımlanan “İklimin Durumu” raporunda, iklimle ilgili önemli göstergelerin küresel ısınmanın sürdüğüne işaret ettiği ve geçen on yılın en sıcak dönem olduğunu belirtildi.

48 ülkeden 300’den fazla bilim adamının hazırladığı raporda, hava sıcaklığı, suyun buharlaşma oranı, deniz yüzeyi sıcaklığı, okyanus üzerinde hava sıcaklığı, kar kalınlığı ve buzullar gibi göstergelerin incelenmesinin hep “küresel ısınmanın yadsınamaz” olduğu sonucuna götürdüğü vurgulandı.

Raporda, 80’li, 90’lı ve 2000’li yılların karşılaştırmalarının yapıldığı ve son 10 yılın en sıcak dönem olduğu belirtilirken, devam eden ısınmanın sahil kentleri, altyapı, su tedariki, sağlık ve tarımı tehdit edeceğine dikkat çekildi.

Geçen her 10 yılda ısınmanın 0,11 santigrat derece kadar arttığı, bunun çok küçük bir artış gibi görünebileceği, ancak son 50 yılda sıcaklığın 0.55 santigrat derece artmasının bile dünyayı halihazırda değiştirdiğine işaret edilen raporda, buzulların eridiği, şiddetli yağışların yoğunlaştığı, sıcak hava dalgalarının daha yoğun ve sık görüldüğü hatırlatıldı.(aa)

Kaynak: Radikal

Van'daki Kuş Cenneti Cehennem Oldu

Van'a 30 kilometre uzaklıkta bulunan ve bölgenin “kuş cenneti” olarak nitelendirilen Erçek Gölü'ndeki kuş ölümleri köylüleri tedirgin ediyor.

Van-Özalp kara yolu üzerinde, 114 kilometrekarelik yüzey alanıyla Van Gölü'nden sonra bölgenin ikinci büyük gölü olan Erçek Gölü'nde, son günlerde nedeni belirlenemeyen kuş ölümleri görülüyor.

Çok sayıda kuşun telef olduğu göl kıyısında incelemelerde bulunan Yüzüncü Yıl Üniversitesi Ziraat Fakültesi Su Ürünleri Bölüm Başkanı ve Doğa Gözcüleri Derneği Başkanı Prof. Dr. Mustafa Sarı, Erçek Gölü'nün Van Gölü havzasındaki en önemli sulak alanlardan biri olduğunu belirtti.

Her yıl ilkbahar mevsiminden sonbahara kadar flamingolar ile angut, turna gibi çok sayıda kuş türüne evsahipliği yapan Erçek Gölü'nün, yıllardır kuşların beslenme ve üreme alanı olduğunu vurgulayan Sarı, bu yıl meydana gelen kuş ölümlerinin üzüntü verici olduğunu söyledi.

Sarı, göl çevresinde yaptığı incelemelerde, kuş ölümlerine yoğun olarak rastlandığını bildirerek, şunları kaydetti:

“Neredeyse her bir metrede ölmüş kuşlara rastlıyoruz. 2-3 kilometrelik alanda yaklaşık 250-300 dolayında kuş ölüsüyle karşılaştık Bunlar arasında martı, kılıç gaga, uzun bacak ve angut gibi kuş türleri var. Herhangi bir analiz yapmadan kuşların ölümüne neden olan faktörler hakkında konuşmamız yanlış olur.”
Kuş ölümlerinin gerçekleştiği bölgede tarımsal ilaçlama yapıldığına yönelik söylentiler olduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Sarı, göl çevresinde yaptığı incelemede,
tarım ilacının kullanılması gereken herhangi bir tarım faaliyetine rastlamadığını ifade etti.

Sarı, hastalıklı bazı kuş türlerinden birkaç örnek aldığını ve örneklerin YYÜ Veteriner Fakültesi'nde inceleneceğini dile getirerek, “Eminim ki bu incelemelerin sonucunda ölümlerin hastalıktan mı yoksa zehirlenmeden mi kaynaklandığını saptayacağız” dedi.

Göl çevresindeki yerleşim yerlerinde yaşayan vatandaşları da uyaran Prof. Dr. Sarı, şöyle konuştu:

“Bu civarda yaşan vatandaşların, hastalığın nedeni net olarak belirleninceye kadar, kesinlikle bu hayvanları yememeleri gerekir. Ayrıca Valiliğimizin de acilen bu konuyla ilgili duyuru ve el ilanları ile tüm bölge halkını uyarması gerekiyor. Çünkü ölümlerin neden kaynaklandığını bilmiyoruz. Bazı köyüler çocukların can çekişen kuşları topladığını ve bunları kesip yediklerini söylüyor. Böylesi bir durum başka hastalıklara neden olabilir. Köylülerin kesinlikle bu hayvanları yememesi gerekiyor.”

Kaynak: Hürriyet

28 Temmuz 2010 Çarşamba

İMO: Irkçı kışkırtmalar en az silah kadar tehlikeli

İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Yönetim Kurulu Başkanı Serdar Harp, İnegöl ve Hatay’da yaşananların Türk ve Kürt halkları arasındaki kardeşlik bağını yıprattığını ve kontrolden çıkarak kitleselleştiğini belirterek, ırkçı kışkırtmaların en az silahlı saldırılar kadar toplumsal bütünlüğü tehdit ettiğini kaydetti.

İMO Yönetim Kurulu Başkanı Serdar Harp yaptığı açıklamada, Kürt sorunu etrafında yaşanan şiddet ve çatışmaların giderek tırmandığına işaret ederek, yaşamını yitirenlerin ailelerine başsağlığı diledi. Kürt Sorunu’nun barışçıl ve demokratik yollardan çözülememesinin, içinden çıkılamaz bir şiddet sarmalını ortaya çıkardığını kaydeden Harp, birbiri ardına yaşanan saldırılar ve çatışmaların, ölüm ve gözyaşı getirdiğini dahası Türk ve Kürt halkları arasındaki kardeşlik duygularını da körelttiğini vurguladı.

Son iki gün içerisinde İnegöl ve Hatay’da yaşananları anımsatan Harp, şiddetin giderek kontrolden çıktığını ve kitleselleştiğini kaydetti. Harp, batı bölgelerde Kürtlerin taraf olduğu herhangi bir anlaşmazlığın, kısa bir anda kitlesel bir linç girişimine dönüşmesinin kaygı verici olduğunu ifade etti. Kürt’lerin can ve mal güvenliklerine yönelen saldırıları kınadıklarını belirten Harp, hükümeti ve yerel yöneticileri bu konularda daha duyarlı olmaya davet etti. Harp sözlerine şöyle devam etti:

“Şiddet ve linç kültürünün toplumumuzu teslim almasına, ırkçı ve şoven saldırıların geleceğimizi tayin etmesine izin vermemeliyiz. Bilinmelidir ki, ırkçı kışkırtmalar, en az silahlı saldırılar kadar toplumsal bütünlüğümüzü tehdit etmektedir. Kardeş halklar arasındaki bir arada yaşam iradesinin, kör bir şiddet duygusuyla boğulmasına seyirci kalmayacağız. Türkiye’de yeni 6-7 Eylül olaylarının, yeni Maraş Katliamlarının, yeni toplumsal trajedilerin yaşanmasına izin vermeyeceğiz.”

Kaynak: ANKA

HAVUZLARDAN OKYANUSLARA... YUNUSLARA ÖZGÜRLÜK!



Özgür Yunuslar Özgür Dalgıçlar eyleminin ardından, bu kez İstanbul, yunusların özgürlüğü için sesini yükseltecek.

1 Ağustos Pazar günü; HAYTAP Hayvan Hakları Federasyonu, Sualtı Gazetesi, Doğa Derneği, Buğday Derneği, İstanbul Dalış Merkezleri Derneği, Pedal Sesi Bisiklet Topluluğu, Motosiklet Kulüpleri, Yelken Kulüpleri, TCSWAT Radyo Amatörleri, birçok ünlü sima ve yanı sıra toplumun her katmanından gönüllüler, yelkenciler, bisikletçiler Suadiye sahilinde tutsak yunuslar ve hukuk dışı uygulamalara karşı bir araya gelecek.

Siz de pankartınızı, bisikletinizi, motosikletinizi, köpeğinizi… alın gelin, yunusların alet edildiği kirli ticareti protesto edin!

1 Ağustos'ta Suadiye Sahili'nde hep birlikte olmak dileğiyle.

İletişim: info@sualtigazetesi.com 0555 495 44 28

--------------------------

After the "divers dive for dolphins" event now İstanbul will rise its voice for the freedom of the dolphins.

On the 1st of August, lots of non-governmental organizations will gather in Suadiye for captive dolphins and illegalilty.

You can be there just grab your banner and protest the dirty businnes that dolphins suffer.

Let's get together in Suadiye on the 1st of August.

Contact: info@sualtigazetesi.com 0555 495 44 28

Alıntı: http://www.facebook.com/event.php?eid=128633810513266


Lütfen yunus parklarına gitmeyin!


Çünkü rehabilitasyon kisvesi ardına saklanarak bu canlılar üzerinden ticari kazanç sağlayan kuruluşların sayısı ve dolayısıyla tutsak yunusların sayısı da her geçen gün artmaktadır.

Doğal yaşam ortamlarına tamamıyla aykırı koşullar altında tutsak edilen yunuslar ironik bir şekilde, kendilerini denizlerde benzersiz kılan özellikleri yüzünden sağlığını yitirmekte, yaşam süreleri kısalmakta ve sıkça da ortalama yaşam sürelerinden çok daha kısa sürelerde ölmektedirler.

Oysa, Bern Sözleşmesi koşullarınca yunusların dahil olduğu gösteriler ve genelde bu hayvanlardan her türlü ticari amaçlı yararlanılması, tutsak edilmesi ve ticareti kesinlikle yasaktır. Bu yasağın hiçbir istisnası yoktur. Türkiye Bern Sözleşmesi’ne imza atmış bir ülke olarak, bu hayvanları gösteri amacıyla kullanan tüm ticari firmaların bu faaliyetlerine son vermek ve/veya bu firmaları kapatmak, koruma altında olması gereken bu hayvanları, gerekli tedavilerinden sonra, doğal ortamlarına geri bırakmak zorundadır.

Rehabilitasyon kisvesi ile ve Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı tarafından çalışma koşulları yaratılan bu işletmelerin ticari faaliyetleri denetlenmeli ve faaliyetlerinin gerçek içeriği tespit edilmelidir. Görülecektir ki, tamamen ticari faaliyette bulunmaları söz konusudur ve bu durum kısaca Bern Sözleşmesi adıyla anılan, Avrupa'nın Yaban Hayatı ve Doğal Yaşama Ortamlarının Korunması Sözleşmesi’ne aykırıdır.

Lütfen yunus parklarına gitmeyin!

Çünkü Türkiye’deki 12 yunus parkının tamamında, yunusların birer sirk hayvanı gibi açlıkla terbiye edilerek gösteri yapması yetmiyormuş gibi, “yunus terapisi” adı altında hiçbir bilimsel temele dayanmayan umut tacirliği yapılmaktadır. Şu an bu tesislerin tamamında, özellikle de engelli çocukların ailelerinin paraları ve umutları sömürülmektedir. T.C. Sağlık Bakanlığı’nın bu konuda sergilemekte olduğu “ilgisiz ve duyarsız” tavrı kınıyor, en azından “tüm kamuoyuna açık bir sağıltma iddiası” söz konusu olduğundan kendilerini göreve çağırıyoruz.

T.C. Çevre ve Orman Bakanlığı’nı en azından adında geçen “çevre” tanımı itibarı ile doğal yaşama saygı perspektifinden de olsa konuya müdahil olmaya davet ediyoruz. Burada işlenen suç aynı zamanda bir “çevre” suçudur. Deniz ekosistemi açısından yunusların ve diğer memelilerin önemini uzun uzadıya anlatmaya bile gerek yoktur.

T.C. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı derhal söz konusu işletmelerin mevcudiyetini olanak tanıyan uygulamalardan vazgeçmeli ve Bern Sözleşmesi’nin gereklerinin yerine getirilmesini sağlamalıdır. Bakanlık tarafından 2010 yılı için Konvansiyon’a gönderilen raporda yer alan 1086 hastanın rehabilite edildiğine dair bilginin ayrıntılarını açıklamalıdır. Aydın ve Muğla’da yer alan üç kurumun verilerinin hangi kriterlere göre değerlendirildiği, rehabilitasyon gerekliliği ve sonuçlarının bilimsel olarak açıklanması söz konusu işletmelerin “rehabilitasyon merkezi” oldukları yönündeki iddialarını somutlaştırmaları adına büyük önem taşımaktadır.

Ayrıca, 1086 adet rehabilitasyon gören hastanın toplam ziyaretçi sayısı içerisindeki oranı bu işletmelerin faaliyetlerin içeriğini direkt olarak gözler önüne serecektir. Ki aslında bu işletmelerin fiyat listelerinden, reklamlarına ticari birer faaliyet bulundukları aşikardır.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi derhal İstanbul Dolphinarium’la ilişiğini kesmeli ve İstanbulluları temsil eden yerel yönetim olarak hukukun gereklerinin yerine getirilmesinde doğru rolü oynamalıdır.
Tüm Türkiye kamuoyundan dileğimiz de şudur:

Lütfen yunus parklarına gitmeyin! Bu kirli düzene alet olmayın, bu düzeni beslemeyin, bu merkezlere gitmeyin, gidenleri uyarın. Unutmayın, aldığınız her bir bilet bu yasadışı ve doğal yaşam karşıtı işletmelerin güçlenmesine katkıda bulunacak ve “hukuksuzluğun” kabul görmesine olanak sağlayacaktır.

Biz aşağıda adları yer alan sivil toplum örgütleri ve olarak bu sahilde toplanan gönüllüler sizin için, yunuslar ve memeliler için ve hepsinden önemlisi varoluşa saygı için, varoluşa saygı perspektifinden uzak, hukuka aykırı bu durum sona erene kadar peşini bırakmayacağız.

1 Ağustos Pazar günü; HAYTAP Hayvan Hakları Federasyonu, Doğa Derneği, Buğday Derneği, İstanbul Dalış Merkezleri Derneği, Pedal Sesi Bisiklet Topluluğu, ? Motosiklet Kulübü, ? Yelken Kulübü, TCSWAT Radyo Amatörleri, birçok ünlü sima ve yanı sıra toplumun her katmanından gönüllüler, yelkenciler, bisikletçiler Suadiye sahilinde tutsak yunuslar ve hukuk dışı uygulamalara karşı bir araya gelecek.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

İşçiler iş cinayetlerine karşı yürüdü

Son dönemde tersanelerde ve madenlerde yaygınlaşan iş cinayetlerine karşı geçtiğimiz hafta Pazar günü Taksim’de eylem gerçekleştiren Tersane İşçileri Birliği Derneği (TİB-DER) önceki gün ise Kartal Meydanı’ndaydı. Kölece çalışma koşullarına karşı sendikalaştıkları için işten atılan Birleşik Metal-İş üyesi Çel-Mer ve Samka işçilerinin de pankartlarıyla kitlesel destek verdiği eylem coşkulu bir havada gerçekleşti.Saat 19.00’da Kartal Citi Bank önünde toplanan yaklaşık 150 kişi insanca yaşam ve çalışma koşulları istiyoruz talebi ile Kartal Meydanı’na yürüdü. En önde “İnsanca yaşam ve çalışma koşulları istiyoruz!/ TİB-DER” şiarlı pankart ve “Artık ölmek istemiyoruz”, “İşçiler ölüyor gemi inşa sanayi büyüyor”, “Katil GİSBİR Hesap verecek”, “İşçi katili patronlar yargılansın”, “Sigorta primleri gerçek ücret üzerinden ve ana firma tarafından ödensin”, “Patronlar sarayda işçiler mezarda”, “Direne direne kazanacağız”, “Tersaneler cehennem işçiler köle kalmayacak” şiarlı dövizlerle TİB-DER üyesi işçiler olmak üzere ardından “Çel-Mer işçileri işini istiyor! / BMİS”, “Direnişçi Samka metal işçileri! / BMİS” pankartları açılarak sloganlarla Kartal Meydanı’na yüründü.

YÜRÜYÜŞE DESTEK

“Tersaneler cehennem işçiler köle kalmayacak!”, “Artık ölmek istemiyoruz!”, “Patronlar sarayda işçiler mezarda!”, “İş cinayetlerine, işten atmalara, ücret gasplarına, taşeronlaştırmaya hayır Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!”, “Zafer direnen işçilerin olacak!”, “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!”, “Yaşasın sınıf dayanışması!”, “Tersane, Samka, Çel-Mer işçileri köle-yalnız değildir!” sloganları ile meydana yürüyen işçilere çevredeki işçi ve emekçilerden alkışlarla destek geldi. Yürüyüş boyunca Çel-Mer işçileri tarafından direnişlerine destek çağrısında bulunan bildiriler Kartallı emekçilere dağıtıldı.

Meydana varıldığında tersane işçileri adına kitleye seslenen bir konuşma gerçekleştirildi. Yapılan konuşmada son dönemde tersanelerde yaygınlaşan iş cinayetlerine 24 Temmuz günü Zonguldak Ereğli Ustaoğlu Tersanesi’nde iskelenin devrilmesi sonucu 4 tersane işçisinin daha patronların aşırı kar hırsı uğruna kurban gittiklerine vurgu yapıldı. Başta tersane patronları şahsında tüm sermayedarların “İşçiler cahil, eğitimsiz, kabahatin büyük çoğunluğu işçilerde” vb. söylemlere sarılarak işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerini almayarak sorumluluktan kaçtıkları dile getirildi. Kölece çalışma koşullarına karşı, insanca çalışma koşulları sağlayabilmek için örgütlenme çalışması yürüten işçilere de yoğun saldırıların gerçekleştirildiği hatırlatılarak Çel-Mer ve Samka işçileri şahsında direnen tüm işçilerin mücadelesine vurgu yapıldı. Mücadelenin ortaklaştırlıp yükseltilmesinin gerekliliğine değinildi.

Kaynak: Birgün

24 Temmuz 2010 Cumartesi

Çevrecilere Silahlı Gözdağı

Artvin’in Ardanuç ilçesinde düzenlenen mitingle bölgede HES yapımı protesto edildi. Mitingden dönenlere ise bir santral inşaatı yakınlarında silahlı saldırı düzenlendi.

Artvin Derelerin Kardeşliği Platformu’nca düzenlenen mitinge katılan platform üyeleri ve halk, Uğur Mumcu Caddesi’nde toplanarak pankart ve sloganlarla Sahil Caddesi’ne kadar yürüdü.

Elyese Uygun, Platform adına yaptığı açıklamada dereleri kimseye vermeyeceklerini belirterek, “Amacımızı izaha gerek yok. Durum bütün vahametiyle kendini anlatmaktadır” dedi.

Derelerin satışı ile suların özelleştirme politikalarının ayrı düşünülemeyeceğini vurgulayan Uygun, şunları söyledi: “Sorunu doğru tahlil edersek, çözümü zaten içinde buluruz. O zaman nedir özelleştirme? Herkesin kullanım hakkı olan suyu, para sahibi herhangi bir kişiye satmaktır. Şirket kullandığımız suyun parasını versek bile istemezse bize suyu kullandırmaz. Bizler bir arada durup, birbirimizle dayanışma içinde olursak hiçbir güç bizi alt edemez.”

HES’leri protesto eden sloganların atıldığı mitinge Rize, Fındıklı, Çayeli, Tortum, Hopa Kemalpaşa, Murgul, Şavşat Papart, Ardanuç Derelerin Kardeşliği Platformu üyeleri ve Yeşil Artvin Derneği üyeleri katıldı.

HES karşıtlarına silahlı saldırı

“HES’lere Hayır” mitingine katılanlar, dönüşte Borçka Düzköy mevkiinde Güneş İnşaat firmasına ait HES inşaatında durdu. Platform üyeleri bir süre inşaattaki işçilerle çalışma koşullarını konuşarak, inşaat hakkında bilgi aldılar.

Bu sırada “08 AD 907″ plakalı araçtan inen iki kişi “Niye geldiniz buraya?” diyerek HES karşıtlarının üzerine yürüdü. HES karşıtları orada bulunuş sebeplerini anlattıktan sonra, 2 kişi bu sefer silah çekerek kalabalığın üzerine ateş etti.

Derelerin Kardeşliği Platformu üyelerinin, müdahale etmesinin ardından iki saldırgan, civar köylerden adam toplayacakları tehdidinde bulunarak olay yerinden ayrıldı. Saldırganlardan birisi olay sırasında köy muhtarı olduğunu söyledi.

Kaynak: Ekolojistler.org

23 Temmuz 2010 Cuma

Maden 75 Yıl Sonra Hâlâ Öldürüyor

Balya'daki kurşun madeni kapandıktan 75 yıl sonra hâlâ ölüm kusuyor. Maden yakınında otlayan 70 koyun öldü, 85'i kısırlaştı. Rapor: Ölüm nedeni, aşırı kurşun.

Vahşi madencilik, 75 yıl sonra bile canlı hayatını tehdit ediyor.

Balıkesir, Balya,

Yıl 1935: Binlerce ton simli kurşun çıkaran Fransız şirket, bölgeyi terk etti. 1920’lerden beri bölgede çalışan şirket geride 4 milyon ton atık ve cüruf bıraktı.

Yıl 2010: Besicilikle uğraşan Ali Akgün ocak ayında hayvanlarını 75 yıl önce terk edilen madenin yakınında, Maden Deresi’nin yanındaki merada otlattı. Koyunlarından 70’i telef oldu, 85’i de kısırlaştı. Akgün, veteriner çağırıp durumu Balya İlçe Tarım Müdürlüğü’ne bildirdi. İlçe Tarım Müdürlüğü yetkilileri, meradan ot ve yakınındaki dereden su örnekleri ile telef olan dört koyundan doku örneği aldı.

Alınan numune ve doku örnekleri 11 Şubat’ta Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Pendik Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü’ne gönderildi. Analizlerde, hayvanlarda virolojik ve bakteriyel bir hastalığa rastlanmadı. Ancak incelenen numune ve doku örneklerinde kurşun kalıntısı olduğu saptandı. Özellikle ottaki kurşun kalıntısının yüksek düzeyde (5 miligram/kg -PPM) olduğu belirlendi. Karaciğerden alınan doku örneğinde ise kurşun kalıntısının 17.5 mikrogram/kg (PPM) olduğu anlaşıldı. Hazırlanan raporda ölümlerin kurşun zehirlenmesinden kaynaklandığı kaydedildi.

Enstitüden gelen rapor üzerine, Balıkesir Valiliği İl Tarım Müdürlüğü Vali Yardımcısı Ali Osman İşsen imzasıyla, geçen 3 Mart’ta, kaymakamlık ve ilçe tarım müdürlüğüne yazı gönderip, bölgedeki meralarda hayvan otlatılmasının yasaklanmasını ve ilgili kurumlara bilgi verilmesini istedi.

Hâlâ balıklar ölüyor

Koyunlarının telef olmasına neden olan sorumluların bulunması için İvrindi Adliyesi’nde dava açtığını belirten Akgün, endişeli: “Meranın yanından geçen derede balık ölümleri oluyor. Dere, Manyas Barajı’na dökülüyor. Derenin altında avladıkları balıkları yiyenler, satanlar var. Bu kişiler tehlikenin farkında değil. Bu meranın yakınındaki dere boyunca Fransızlardan kalan kurşun madenin cürufları var. Rüzgâr veya deredeki taşkınlar nedeniyle bu cüruflar bölgeye dağılmış olabilir.”

‘Ağır metal vücutta birikir’

Balıkesir Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Dilek Türker Çakır, koyunlarla ilgili raporu değerlendirirken ciddi tehlikeye dikkat çekti:

“Bahsedilen koyunlarda belirlenen rakam yüksek bir orandır. İnsan sağlığı için ne kadar zararlıdır araştırmak gerekir. Pişirilme şekilleriyle orantılı olarak insan vücuduna geçmesinde de değişiklikler arz edebilir. Bu nedenle uzun süre takip etmek gerekir. Her ağır metalin insan vücudunda ayrı ayrı yerlerde birikmesi mümkündür. Bazıları beyin zarında, bazıları karaciğerde, böbrek dokusunda birikir. Canlılar alemi bir bütündür. Canlıların bir tek türüne zarar gelmesi diğerlerini de etkileyeceğinden, yapılacak araştırmalar besin zincirindeki tüm canlı gurubuna yönelik olmalıdır. Zincirin en üstündeki insanların en az zarar görmesi ekip çalışması gerektiren iştir. İnsanların dokularında ağır metal bulunan besinlerden uzak durması gerekir.”

Maden müzesi olacaktı

Fransızlar Balıkesir’in Balya ilçesinde 1920’lerin başında Simli Kurşun Madenleri’ni işletmeye başladı. Binlerce ton simli kurşun çıkardıktan sonra 1935 yılında geride 4 milyon ton cüruf bırakarak ülkeyi terk etti. Fransızlar elektrik getirip hastane yapınca nüfusu 30 binin üstüne çıkan Balya’da nüfus madenin kapanmasından sonra eridi, 2 bine indi. Balya’nın canlandırılması için, 2000’lerin başında MTA Genel Müdürlüğü, Balya Belediyesi proje hazırlayıp maden sahalarının turizme açılması ve açık maden müzesi yapılması için harekete geçti. Ancak proje, dosyalarda kaldı. Şimdiler de ise bir firma tarafından bölgede kapalı sistemde kurşun çıkartmaya devam ediliyor.

Kaynak: Radikal

22 Temmuz 2010 Perşembe

Siirt ve Batman'da Ormanlar Yakılıyor

Batman ve Siirt’in kırsalında, askerler ve korucular tarafından ateşe verildiği belirtilen ormanlık alanlarda çıkan yangın sonucu binlerce dönümlük ekili alan kül oldu

Batman ve Siirt’in kırsalında, askerler ve korucular tarafından ateşe verildiği belirtilen ormanlık alanlarda çıkan yangın sonucu binlerce dönümlük ekili alan kül oldu. Yangın karşısında yetkililer sessizliğini korurken, Çevre Gönülleri Derneği Başkanı Hasan Argunağa, orman yakmanın canlı haklarına karşı yapılan bir suç olduğunu belirterek, yakılan arazi sahiplerinin kendilerine başvuru yapmaları halinde yetkililer hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını söyledi.
Batman ve Siirt kırsal kesimlerini de içine alan Garzan bölgesinde ormanlık alanların “Güvenlik” gerekçesiyle asker ve korucular tarafından ateşe verildiği belirtilirken, yakılan ormanların içinde MKE menşeli boş kovanların bulunması bu iddiayı güçlendiriyor. Binlerce hektarlık ekili alanın kül ettiği yangınlar karşısında yetkililerden gelen “Havaların sıcak olmasından kaynaklı, güneşin kırık cam parçasına vurmasıyla ateş çıktığı” şeklindeki açıklamaları ve buna rağmen yangına müdahale edilmemesi çelişki yaratıyor.

‘CANLI HAKLARINA KARŞI İNSANLIK SUÇUDUR’

Bölgede artan yangınlara ve yetkililerin buna karşı sessiz kalınmasına tepki gösteren Batman ÇEVDER Başkanı Hasan Argunağa ise, bölgede artan operasyon, çatışma ve bunlarla bağlantılı çıkan yangınların bölgedeki vahim uygulamayı ortaya koyduğu belirtti. “Özellikle dağlık ve orman alanların yakılması canlı haklarına karşı yapılan bir insanlık suçudur” diyen Argunağa, “Dernek olarak, bölge insanlarının kendilerine başvuru yapılması halinde, olayı gerçekleştirenler hakkında suç duyurusunda bulunacağız” şeklinde konuştu.

‘1990’LARA MI DÖNÜYORUZ?’

Bölgede, insanlara ait bağ ve bahçelerin de içinde bulunduğu binlerce dönümlük arazilerin yakılmasını insan haklarına yapılmış bir saygısızlık olarak değerlendiren İHD Batman Şube Başkanı Osman Künteş ise, “Özellikle çıkarılan bu yangınların, insanların haklarını güvenliğini sağlamaya görevli asker ve korucular tarafından yapılması olayın vahametini ortaya koyuyor” dedi. Yıllardan beri her operasyon ve çatışmaların arttığı bölgede “Güvenlik” gerekçe gösterilerek, dağlık alanların ateşe verildiğine vurgu yapan Künteş, “OHAL uygulamasının olduğu dönemlerde bile bu vahim tablo ortaya çıkmamıştı, bununla birlikte acaba yine ‘1990’lara mı dönüyoruz’ kaygısını yaşıyoruz” dedi.

Kaynak: Evrensel

20 Temmuz 2010 Salı

"Kadınla Erkek Eşit Olamaz" (mış)

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, kadın örgütleriyle yaptığı toplantıda“Kadın erkek eşitliğine inanmıyorum, kadın ve erkek farklıdır, birbirinin mütemmimidir” demesi katılımcılarda şok etkisi yarattı. Erdoğan, kadın sığınma evlerinin yetersizliğine vurgu yapan katılımcıya, "Bizim kadınımız sığınmaz." diyerek karşılık verdi.

Erdoğan’ın Dolmabahçe Sarayı’nda kadın örgütü temsilcileriyle demokratik açılımla ilgili olarak önceki gün yaptığı toplantı gergin geçti. Bir katılımcı, “Bir yanınıza şehit anneleri, bir yanınıza Cumartesi Anneleri’ni alarak terörün çözümü konusunda topluma mesaj verin” önerisinde bulundu. Toplantının açılış konuşmasında Arjantin’de faşist cunta döneminde mücadele veren Mayıs Anneleri’ni örnek gösteren Erdoğan’ın, Cumartesi Anneleri için “Ne iş yaptıklarını bilmiyorum, Cumartesi Anneleri birileri tarafından kullanılıyor” demesi dikkat çekti.

Bazı kadın temsilcilerin, toplantıda kadınların sadece “annelik” özelliği nedeniyle anılmasını eleştirmesi üzerine Erdoğan, “Ben zaten kadın erkek eşitliğine inanmıyorum. Onun için fırsat eşitliği demeyi tercih ediyorum. Kadınlar ve erkekler farklıdır, birbirinin mütemmimidir” dedi. Erdoğan’ın bu sözleri salonda buz gibi havanın oluşmasına neden oldu. Anayasa Platformu kurucu üyesi Hülya Gülbahar, bazı temsilcilerin “Bu söylemden dolayı kırılabiliriz” dediklerini belirterek, “Bu açıklama hepimiz için soğuk duş etkisi oldu” dedi.

Türk Kadınlar Birliği Genel Başkanı Sema Kendirci de Başbakan’ın ‘kadın erkek eşitliğine inanmıyorum’ sözlerinden birçok katılımcının büyük şaşkınlık duyduğunu belirtti. Bir katılımcının Türkiye’de kadın sığınma evlerinin yetersizliğine vurgu yapan sözlerine Başbakan, “Bu ‘sığınma’ kelimesinden rahatsız oluyorum. Bizim kadınımız sığınamaz” diye tepki gösterdi.

Kaynak: Vatan

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Yuvarlakçaylılar Davaya Tepki Gösterdiler

Muğla Yuvarlakçay’da derelerine hidroelektrik santral (HES) kurulmasına karşı çıkan köylülerin oluşturduğu Yuvarlakçayı Koruma Platformu, sorunlarını konu edinen Milliyet Gazetesi Yazarı Metin Münir hakkında açılan soruşturmaya ve Doğa Derneği Başkanı Güven Eken hakkında açılan tazminat davasına tepki gösterdi

Metin Münir’e, Yuvarlakçay’da yaşananları ele aldığı yazısında Çevre Bakanına “Çevre düşmanı” ifadesini kullanmasından dolayı soruşturma açılmıştı. Çevre Bakanı ayrıca, sayıları 1600’ü aşan HES projelerini kararlılıkla savunduğu için kendisi hakkında “Doğanın seri katili” ifadesini kullandığı ve bu sebeple hakarete uğradığı gerekçesiyle Doğa Derneği Başkanı Güven Eken hakkında da 15 bin TL’lik tazminat davası açtı. Yuvarlakçay’ı koruma Platformu’ndan yapılan yazılı açıklamada, söz konusu gelişmelerin endişeyle karşılandığı ifade edilerek, “Sivil toplum örgütlerinin ve gazetecilerin eleştiri hakları vardır. Dava ve soruşturmalarla, basın özgürlüğüne ilişkin hakları, temel insan haklarından düşünme özgürlüğüne ilişkin haklarını kullanmalarından dolayı yargılanmamaları gerekir” denildi. Metin Münir ve Güven Eken’in yaptıkları tek şeyin suyuna ve geleceğine sahip çıkan yöre insanının, HES mağduru derelerin, asırlık çınarların, endemik sığlaların, dili olmayan canlıların sesi olduklarının dile getirildiği açıklamada, “Değerlerimizi gelecek nesillere taşıyabilmek için verdiğimiz mücadelede yanımızda olmaları, sadece, bizlere öğretilen ve boynumuzun borcu olan ‘vatandaşlık görevlerini’ yerine getirmelerinin gereğidir” denildi.

HES’e karşı çıkan köylülere, sivil toplum örgütleri temsilcilerine ve gazetecilere karşı anında soruşturma başlatılıp dava açılırken, Yuvarlakçay HES’e hiçbir inceleme yapmadan izin verenler, anıt ağaçları kesenler hakkında hâlâ soruşturma başlatılmamasını anlamsız bulduklarını belirten Yuvarlakçaylılar, “Anıt ağaçlarımız, devlet memuru olmayan insanlarımız, ağzı dili olmayan kuşlar, böcekler, hayvanlarımız ve Yuvarlakçay devletin koruması altına alınamazken, devletin koruması altında olan sadece çevre bakanı mıdır?” diye sordular.

Kaynak: Evrensel

Makina Mühendisleri Odası: Cumhurbaşkanı Akkuyu Nükleer Santrali Anlaşmasını Onaylamamalı

TMMOB Makine Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Ali Ekber Çakar, Türkiye'nin enerji alanında yatırımcı şirketlerin çıkarlarını değil, yerli ve yenilenebilir kaynaklara dayalı, ulusal ve kamusal çıkarları gözeten kamusal planlama, kamusal üretim, kamusal denetim esaslı strateji ve programlar uygulaması gerektiğine dikkat çekerek, Rusya Federasyonu ile yapılan Akkuyu Nükleer Güç Santrali Anlaşması'nın Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmaması gerektiğini vurguladı

TMMOB Makine Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Ali Ekber Çakar tarafından yapılan açıklamada, Türkiye ile Rusya Arasında Akkuyu'da Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşmayı Onaylayan Kanun Tasarısı'nın, TBMM Genel Kurulunda kabul edildiği belirtilerek, yasanın Mersin Akkuyu'da bir nükleer güç santrali kurulması ve işletilmesine yönelik düzenlemeler içerdiği vurgulandı. Çakar açıklamasında AKP iktidarının, nükleer enerji gibi bilimsel ölçütlerin titizlikle ve planlı bir şekilde uygulanması gereken bir alanda, bu yasa ile ülke ekonomisi, ulusal ve kamusal çıkarlar, çevre ve insan faktörlerini dışlayıcı, dışa bağımlığı artırıcı bir karara daha imza attığına dikkat çekti. Bu anlaşma ile Rusya Federasyonu'nun proje şirketine bedelsiz arazi tahsisi yapılması, 15 yıl yüksek fiyatlı alım garantisi sağlanması gibi avantajlarla, yatırımcı Rus firmasına, kendi topraklarından uzakta, her türlü riskten arınmış olarak nükleer santral işletme olanağı elde ettiğini ileri süren Çakar, "Türkiye açısından ise Rusya'ya doğalgazda yüzde 54, petrolde yüzde 30 oranındaki bağımlılığa nükleer enerji eklenmektedir. Uluslararası Atom Enerjisi Komisyonu verilerine göre; ülkelerin nükleer enerji programına geçişleri uzun yıllar süren çok ciddi ve kapsamlı çalışmaları gerektirmektedir. Bu çalışmalar içinde ulusal enerji stratejisiyle bağlantılı nükleer enerji programı, ayrıntılı yasal altyapı, ikincil mevzuat ve düzenleyici altyapı, nükleer güvenlik ve silahsızlanma programları, radyasyondan korunma, ulusal elektrik şebekesiyle bağlantı, insan kaynakları planlaması, halkı bilgilendirme ve aydınlatma çalışmaları, santral sahası ve yardımcı tesisler planlaması, çevresel koruma, acil durum ve emniyet planlaması, nükleer yakıt çevrimi ve radyoaktif atıkların yönetimi ve yerli sanayinin katılımı gibi başlıklar bulunmaktadır. Bu konularda Türkiye'de yapılan çalışmalar sınırlı ve yetersizdir" dedi.

-"SORUMLULUKLARIN YATIRIMCI RUS ŞİRKETİNE BIRAKILMASI GAYRİ CİDDİ BİR DAVRANIŞ"-

İlgili kuruluşlarının kim olduğunun bile kararlaştırılmamış, düzenleyici kuruluşun görev ve yetkileri tanımlanmamışken, bütün bu çalışmaların ve sorumlulukların yatırımcı Rus şirketine bırakılması gayri ciddi ve kabul edilemez bir davranış olduğunu ifade eden Çakar, bunun ulusal egemenlik haklarının ihlal edilmesi olduğunu kaydetti. Nükleer enerji gibi çok ciddi bilimsel içerik ve teknik esaslar dahilinde ele alınması gereken stratejik bir yatırım alanının gecekondu tarzı bir yaklaşımla, ulusal ve kamusal çıkarlar gözetilmeksizin, yalnızca yatırımcı şirketin haklarını korumayı esas alan bir düzenleme ile gerçekleştirilemeyeceğine dile getiren Çakar açıklamalarını şöyle sürdürdü:

"Türkiye'nin bir nükleer santral ihale yasası bulunmasına karşın nükleer enerji yasası, nükleer enerji ile ilgili bütünsel bir planlaması ve tamamlanmış düzenleyici mevzuatı bulunmamaktadır. İlk yatırım maliyetleri diğer yakıtlı santrallere göre çok daha pahalı ve yatırım dönemleri (8-15 yıl) çok uzun olan nükleer santraller, teknoloji ve yakıt yönünden de tamamen dışa bağımlı, atıklarının yönetimi ise sorunlu ve pahalıdır. İşletilmeleri teknolojik riskler içeren, ekonomik ömürleri dolunca söküm maliyetleri ilk yatırım maliyetlerini aşabilen nükleer santrallere Türkiye hazır değildir."

-TÜRKİYE'NİN ENERJİDE DIŞA BAĞIMLILIĞINI AZALTACAK ALTERNATİF ENERJİ POLİTİKALARI GELİŞTİRİLMELİ-

Nükleer enerjinin, Türkiye'nin birincil enerji önceliği ve gereksinimi olmadığını ileri süren Çakar, elektrik üretiminde dışa bağımlılık oranının yüzde 60, toplam birincil enerji tüketiminde dışa bağımlılık oranının yüzde 73 olduğu Türkiye'nin enerji gereksiniminin karşılanmasına yönelik yeni kaynak arayışları, bu bağımlılığı azaltacak, yerli ve yenilenebilir kaynaklara dayalı alternatif enerji politikalarıyla karşılanabileceğine dikkat çekti. Bu açıdan Türkiye'nin nükleer santralden elde edilecek enerjiden fazlasını sağlayacak yerli kaynak potansiyeline ve alternatif çözüm olanaklarına sahip olduğunu aktaran Çakar açıklamalarına şöyle devam etti:

"Ancak bu gerçekleri dile getiren TMMOB ve bağlı Odaların, bilim insanlarının, duyarlı kurum ve kuruluşların, ülke ve halk çıkarlarını esas alan çağrılarına kulaklar tıkanmakta, nükleer lobilerin kar hırsları doğrultusunda kararlar alınmaktadır. Enerji verimliliği uygulamalarının etkinleştirilmesi ve enerji tasarrufu sağlanması; yeterince değerlendirilmeyen linyit, hidrolik, rüzgar enerjisi, jeotermal ve güneşe dayalı elektrik üretim potansiyelinin harekete geçirilmesi; birincil enerji tüketimi ve elektrik üretiminde dışa bağımlılığın azaltılması, serbestleştirme ve özelleştirmelerden vazgeçilerek kaynakların esas olarak kamusal çıkarlar gözetilerek değerlendirilmesi, kamusal planlama, kamusal üretim ve denetim öncelikli enerji politikası olmalıdır. Yalnızca bu anlayışla ve enerji ile ilgili tüm alanlarda bütünlüklü bir planlama kapsamında, uzun erimli, dışa bağımlılığı ve riskleri azaltılmış bir nükleer enerji/teknoloji planlaması Türkiye'nin ulusal toplumsal çıkarlarına uygun olabilecektir. Bütün bu nedenlerle söz konusu yasa Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmamalıdır."

Kaynak: ANKA

18 Temmuz 2010 Pazar

Sivrisineğe Savaş Açtılar, Gavur Gölü'nü Kaybettiler

Kahramanmaraş'ın Türkoğlu ilçesinde bulunan Gavur Gölü bataklığında 1950 yılından bu yana sürdürülen kurutma çalışmalarının, faydadan çok zarar getirdiği, bilim insanlarınca hazırlanan raporla ortaya çıkarıldı

Bir zamanlar süvari birliklerine semer yapımı için saz ve berdi temin edilen, Rusya’dan gelen kazakların, ağırlığı 100 kiloyu bulan balıklar avladığı, nergis, sümbül, nilüfer ve papatyalarıyla doğal mesire alanı görüntüsü sergileyen, pek çok türden kuş ve sürüngene ev sahipliği yapan sulak alanın, sıtma hastalığıyla mücadele kapsamında kurutulmaya çalışılması, pek çok olumsuzluğa neden oldu.

Kurutma çalışması sonucunda Gavur Gölü bataklığı, zengin florasın kaybetme yanında göçmen kuşların konakladığı, yerli kuşların mekan edindiği, çeşit çeşit tatlı su balıklarının yaşadığı, binbir çeşit ekolojik türün yetiştiği, mikro canlıların üreyip çoğaldığı, avcıların av partileri düzenlediği bir sulak alan olma özelliğini de kaybetti.

Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü Öğretim Üyeleri Yrd. Doç. Dr. Mehmet Gürbüz, Yrd. Doç. Dr. Murat Karabulut ve Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Korkmaz’ın birlikte hazırladığı "Gavur Gölü Bataklığının Kurutulmadan Önceki Ekolojisi" konulu rapor, kurutma çalışmalarıyla kazanılan tarım toprağına karşılık nelerin kaybedildiğini gözler önüne seriyor.

Raporda, "Gavur Gölü Bataklığını kurutma çalışmalarından beklenen fayda sağlanamamakla birlikte sulak alan ekolojisi yok edildi" denildi. Sulak alanların yeryüzünün biyolojik çeşitlilik yönünden en zengin ve en üretken doğal alanları, aynı zamanda yer yüzünün tropikal ormanlarla birlikte en yüksek organik madde üreten ekosistemleri olduğu vurgulanan raporda, bu bakımdan sulak alanların korunmasının çok önemli olduğuna dikkat çekildi.

Raporda, sulak alanların çevresindeki insanların yaşamında önemli bir yer tutmakla, doğal dengenin korunmasına hizmet etmekle birlikte insanlar için başta balıkçılık olmak üzere su temini, ulaşım, hayvancılık, yaban hayatı, avlanma, saz kesimi ve rekreasyonel kullanım gibi ekonomik faaliyetlerde bulunmalarına olanak sağladığı kaydedilerek, şu ifadelere yer verildi:

"Gavur Gölü Bataklığı çevresinde yaşayan insanlar, sulak alanın sunmuş olduğu biyolojik değerlerle kültürel zenginliklerini ve adaptasyon kabiliyetlerini birleştirerek kendilerine has sulak alan kültürel ekolojisi ortaya koymuşlardır. Bu kültürel ekoloji içinde balıkçılık, kara avcılığı, hayvancılık, tarım, saz ve kamış kesimi, rekreasyon gibi sosyo-ekonomik ve kültürel faaliyetler gerçekleştirilmiştir. Bu faaliyetler gölün kurutulmaya başlanmasıyla birlikte önemli ölçüde sona ermiştir.

Fakat 1950’li yıllarda var olan sulak alanların sıtma hastalığına neden olduğu anlayışı ve tarım toprağı elde etme isteği Gavur Gölü Bataklığının kurutulma kararının alınmasına neden olmuştur. Günümüze kadar yapılan çalışmalar sonucunda bataklığın büyük ölçüde kurutulmasına rağmen kurutma işlemi bölgenin jeomorfolojik yapısı nedeniyle tam olarak başarıya ulaşamamıştır. Göl alanında elde edilen topraklar, turbalık olduğu için özellikle yaz aylarında arazideki organik toprak sürekli yanmakta ve alanı kül tabakası kaplamaktadır. Kurutma işleminden beklenen faydaların gerçekleşmezken buna karşılık sulak alan ekosistemi yok edilmiştir."

Kaynak: Radikal

16 Temmuz 2010 Cuma

Nükleer Karşıtları On Binlerce İmzayı Meclise Taşıdı

Akkuyu nükleer santral anlaşması onay için Meclis'te. Toplanan 170 bin imza BDP ve CHP'li milletvekillerine teslim edildi. Eylemciler milletvekillerinden seslerini Meclis kürsüsüne taşımalarını istedi

Nükleer karşıtları internet üzerinden yürüttükleri kampanyada toplanan 170 bin imzayı Meclis kapısı önünde Cumhuriyet Halk Partili (CHP) ve Barış ve Demokrasi Partili (BDP) milletvekillerine teslim etti.

Rusya'yla Akkuyu'da nükleer santral yapılması için imzalanan anlaşma onay için Meclis'e getirilirken, eylemciler iki partiden tepkilerini Meclis kürsüsüne taşımalarını istedi.

Geçen hafta Meclis kapısı önünde eylem yapan nükleer karşıtları polis tarafından gözaltına alınmıştı.

Dün (13 Temmuz) imzaları teslim alan milletvekilleri CHP'den Ali Rıza Öztürk, Ali Oksal, İsa Gök, Ali İhsan Köktürk, Ali Koçal ve Ramazan Kerim Özkan ile BDP'den Şerafettin Halis ve Nezir Karataş.

Nükleer karşıtları, milletvekilleriyle görüşmelerinde şunları dile getirdi:

"Bu anlaşma Türkiye'yi bir çıkmaz sokağa sürükleyecektir. Yarın, Mersin'li olsun olmasın, milletvekillerinin oyları Türkiye'nin geleceğini şekillendirecektir. Yalnızca bizim değil, gelecek kuşakların da geleceği, güvenliği ve sağlığı ipotek altına alınıyor. Buradan bütün sağduyu sahibi milletvekillerine, bu çok tehlikeli, pahalı ve karanlık nükleer enerjiye hayır demeleri için çağrıda bulunuyoruz. Nükleer, kuzey komşumuza ne enerji bağımsızlığı getirdi, ne de Türkiye'ye getirmesi mümkün."

Kaynak: Bianet

15 Temmuz 2010 Perşembe

'Kasabalı' Kefen Giydi!

Manisa Turgutlu yakınlarındaki Çaldağı’nda işletilmek istenen nikel madeniyle ilgili Turgutluların tepkisi devam ediyor.Uzun süredir ‘finansal sorunlar’ gerekçesiyle ses seda çıkmayan maden işletmesinin bu sorunları çözdüğü ve çevre bakanı ile görüştüğü duyumları üzerine Turgutlu yine hareketlendi. Turgutlulular önceki gün, madene yakın köylülerin de katıldığı, davullu zurnalı eylemle nikel madenini istemediklerini bir kez daha yinelediler

SÜLFÜRİK ASİT BUNU YAPAR!

Kraliyet ailesiyle de bağları olduğu söylenen İngiliz şirketin, finansal sorunlarını Avustralyalı bir ortak bularak çözdüğü ve 06.07.2010 tarihinde Çevre Orman Bakanı Veysel Eroğlu ile görüştüğü iddialarının duyulması üzerine, Turgutlulular önceki gün Orta Park yakınlarında eylem yaptılar. Eyleme Turgutlu ve madene yakın köylerden Sarıbey köylülerinin yanı sıra EGEÇEP bileşenlerinden Foça Çevre Platformu (Foçep) ve Kula Sandal Çevre Derneği ve TEMA üyeleri de destek verdi. TDKM imzasıyla hazırlanan ortak metni okuyan Metin Sert, yeni madencilik yasasının tüm yeraltı zenginliklerimizi yağmaya açtığını, çevreci mücadelede elde edilen hukuksal kazanımları yok ettiğini söyledi. Avrupa Parlamentosu’nun siyanürle yapılan altın işletmeciliğini yasaklayan kararının Turgutlu’da yapılmak istenen sülfürik asit yöntemi için de emsal teşkil etmesi gerektiğini söyleyen Sert, “Maden çalışırsa faaliyette olduğu 15 yıl boyunca kullanılacak tonlarca asit yüzünden 1. sınıf tarım arazilerimiz çöle dönecek. Havaya karışan asit sisi asit yağmurları olarak geri dönecek. İnsanlarımız kanser tehlikesi ile karşı karşıya” diye konuştu. Sert’in konuşması sırasında kaldırıma dökülen tuz ruhu ile sülfürik asidin yaratacağı tahribata dikkat çekildi.

ÇALDAĞI ÇOCUĞUMUZ

Daha sonra TDKM üyelerinden EGEÇEP Yürütme Kurulu Üyesi Hayri Bökü, kefeni temsil eden “Çaldağı ağlıyor. Maden kapatılsın” yazılı önlüğü giydi. İki çocuk büyüttüğünü ve çocuk büyütmenin ne demek olduğunu bildiğini belirten Bökü, “Çaldağı bizim çocuğumuzdur. Çocuğumuzun yok edilmesine izin vermeyelim. Yunan işgali sırasında analarımızı, dedelerimizi, çocuklarımızı saklayıp düşmana vermeyen Çaldağı, şimdi bizim kendisini kurtarmamızı bekliyor” diye konuştu. Madene baskılar sonucu izin veren Çevre Bakanı Eroğlu’nun derhal görevinden anılması ve ‘halk düşmanı’ olarak yargılanmasını isteyen Bökü, Başbakan Erdoğan’a da “İsrail’e siz katliamı iyi bilirsiniz, one minute’ diye kafa tutarken samimi olup olmadığınız burada belli olacak. Çaldağı’nda katliam yapılıyor. Gelin burada ‘One minute’ deyin” diye seslendi. Engelli yurttaşların da “Çaldağı’nın engelli olmasını engelleyin” yazılı dövizlerle katıldığı eylem, Turgutlu Çarşı içinde yapılan yürüyüşle sona erdi.

Kaynak: Evrensel

14 Temmuz 2010 Çarşamba

40 Yıl Ömürleri Kaldı!

80 ülkeden 2 bin bilim insanı tarafından 10 yıldır sürdürülen Census of Marine Life (COML, Deniz Canlıları Sayımı) araştırmasına göre büyük balıkların yüzde 95’i yok oldu ve bazı balık türleri de yok olma tehlikesiyle karşı karşıya

Bilim insanlarına göre Birleşmiş Milletler tarafından 90 milyon ton olarak açıklanan küresel balık yakalama oranları gerçekte 150 milyon tona yaklaşıyor ve küresel balıkçılığın acilen kontrol altına alınması gerekiyor. İngiliz Times gazetesine konuşan Kanada British Columbia Üniversitesi’nden Profesör Daniel Pauly, “Büyük balıkların nüfusu son yüzyılda yüzde 95 oranında azaldı ve bu yüzyılın ortasına geldiğimizde ton balığından morina balığına kadar birçok tür yok olabilir” dedi. New York Üniversitesi’nden Profesör Callum Roberts ise “Balinalarla başlayarak tüm deniz hayvanlarını yok ediyoruz. Sonunda denizden yiyeceğimiz tek şey denizanaları ve algler olacak” dedi. İşte rapordan önemli noktalar:

- 15 yıldır balık türlerinin popülasyonunu inceleyen Pauly, birçok köpek balığı türünün doğal nüfuslarından yüzde 5 düşük olduğunu iddia ediyor.

- En çok tercih edilen ticari balıklar morina, ton, mezgit, dil ve barlam balıkları o kadar çok avlanıyor ki, yüzyılın ortasında nesilleri tamamen tükenmiş olabilir.

- Balıklar ve diğer tüm deniz canlıları için gıda sağlayan “fitoplankton” isimli küçük yeşil bitkiler üzerine yürütülen çalışmalara göre dünyadaki balık tüketimini karşılayabilmek için fitoplankton miktarının yüzde 35 artması gerekiyor.

- 1950’lilerde küresel balık tüketimi 35 milyon ton olarak hesaplanıyordu. 1800’lerde bu oran 10 milyon tonlardaydı. Günümüzde ise bu miktar 150 milyon tona çıktı.

‘Balık stoğu tahminleri yapılmalı’

Prof. Dr. Sedat Vahdet YERLİ (Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi-Biyoloji Bölümü): Geleceği planlanmamış üretimin her zaman risk doğuracağını görmemiz lazım. Balık sayısının azalmasında doğal koşulların değişmesi ve insan faaliyetlerinin etkisi var. İnsan faaliyetleri derken de aşırı avlanmayı kastediyoruz. Hiçbir bölge ayırt etmeden planlamalar yaparak uygun ekolojik ortamlarda, sürdürülebilir senaryolar neticesinde balık üretimi yapılmalıdır. Her doğal ortamın canlılık miktarı ile üretebileceği balık miktarı bellidir. Kendi halindeki balık popülasyonlarında avlanma amaçlı alanlar oluşturulursa riskler doğar. Balık stoğu tahminlerinin yapılması ve doğal kaynakların bilinçli tüketilmesi sağlanmalıdır. Stokların elverdiği ölçüde doğru kararlar alınırsa sürdürülebilir balık üretimi gerçekleştirilir. Canlıların bir sonraki kuşağı oluşturması zaman alıyor. Avcılık kurallarını koyar ve uygun boyda av yaparsanız nesil kendini toparlar. Balık soyunun büyük oranda tükeneceği tahmini pek şaşırtıcı değil. Balıklarımızı korumak hepimizin görevi.

Kaynak: Vatan

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Dereler Artvin'e Akacak

Türkiye’nin tüm su havzalarına kelepçe vurmak için projelendirilen yaklaşık 2 bin adet Hidro-Elektrik Santralleri (HES) tüm itirazlara karşı yapılmaya devam ediliyor. Başta Karadeniz olmak üzere ülkemizin her su havzası birer yağma alanı olarak görülüyor.

Biz Derelerin Kardeşliği Platformu olarak HES’lerin geri dönüşümü olanaksız doğa tahribatına karşı mücadelemizi hukuksal ve toplumsal alanda sürdürüyoruz.

HES projelerine karşı açtığımız tüm davaları kazandık. Şirketler ve yerel idareciler bu hukuksal kazanımları yok saydılar. HES inşaatlarına göz yummaya kalktılar. Takipçisi olduk, yağmaya izin vermedik.

Ülkemizin her yerinde yurttaş tepkilerinin sesi olduk. Mitingler, paneller, sempozyumlar düzenledik. Köy kahveleri, camiler, akarsu başlarında derdimizi anlattık, tepkimizi dile getirdik.

Su baronlarının, HES’çilerin işbirliğine karşı Derelerin Kardeşliğini savunduk.
Artvin, Rize, Trabzon, Giresun, Gümüşhene, Amasya, Tokat’ta ses olduk yankılandık.

Adil olmaya çağırıyoruz

Yaklaşık 120 HES projesi ile boğuşan Artvin, Derelerin Kardeşliği’ni en gür haykıran illerden biridir. Artvin’in Şavşat ilçesinde 15 Temmuz günü Ardahan ilçesinde de 20 Temmuz günü HES’lere karşı bir araya geliyoruz. Temmuz sıcağında özgür akışını sürdürmek isteyen tüm dereler iki günlüğüne Artvin’e akacak.
15 Temmuz 2010 tarihinde Şavşat’ta 20 Temmuz’da Ardanuç’ta düzenleyeceğimiz mitingler için her türlü prosedürü yerine getirdik ve “HES’lere HAYIR!” mitingleri için yola koyulduk.

Ama bu yolculuktan hoşlanmayanlarda oldu. Hoşnutsuzlar arasında sadece HES’çi firmalar değil ilçenin yöneticileri de yer aldı.

Şavşat’ta çalışmanın ilk günlerinde arkadaşlarımız hukuksuz biçimde gözaltına alındı. Bu yöntemle baş edemeyeceklerini anlayınca şimdi de afiş ve propaganda çalışmaları bahane edilerek arkadaşlarımıza olmadık para cezaları uygulanıyor.

Mitingler için yürüttüğümüz çalışmalara keyfi engeller konulmakta, evlerimize astığımız afişlerimize bile çevre kirletme cezası uygulanıyor.

HES’çi şirketler ağaç keserken, hafriyatları gayri sıhhi biçimlerde taşırken, daha önemlisi mahkemelerin verdiği yürütmeyi durdurma kararlarına rağmen inşaatlarını sürdürürken işlemeyen “çevre kanunun” doğasını, tarihini, kültürünü kısaca hayatı savunan bizlere karşı işlemesini manidar buluyoruz.
Kamu yöneticileri artık HES’çi şirketlerin bölge müdürleri gibi davranmaktan vazgeçmeli, doğanın ve toplumun yanına geçmelidir.

Dereler Artvin’e akacak

Tüm engellemelere rağmen topraklarımızı zenginlerin kar hırsına kurban etmeyeceğiz. Biliyoruz ki biz haklıyız. Gücümüzü buradan alıyoruz ve HES’çilere karşı Derelerin Kardeşliği kazanacak.

Şavşat’ta, Ardanuç’ta, Borçka’da bütün Karadeniz ve ülkemizde suya vurulmaya çalışılan kelepçeye ‘hayır’ diyoruz. Suyun alınıp satılabilecek bir mal olmadığını, suların borulara hapis edilemeyeceğini her koşulda savunmaya devam edeceğiz.

Bu konuda il ve ilçelerde görev yapan tüm kamu görevlilerini de bir kez daha uyarıyoruz: “Siz HES şirketlerinin değil, bu vadilerde yaşayan biz yurttaşların sorunlarını çözmek için varsınız. Miting çalışmalarının başlangıcından bu yana takındığınız tavırdan vaz geçin. Olmanız gereken yerde, kanunların yanında durun.

Artvin’de ve Doğu Karadeniz’de yaşayan tüm yurttaşlarımıza çağrımızdır. Biz binlerce insan Derelerin Özgür Akmaya devam etmesi için bir araya geleceğiz. Bu büyük buluşmada siz de yerinizi alın.

Çocuklarımız için…

Bugünümüz ve yarınımız için…

Derelerin Kardeşliği Platformu

Köylülerin Bilgilendirmeye İhtiyacı Yok! Melo Deresi Özgür Akmalı!

Artvin'in, eski adı Melo olan Sarıbudak Köyü'de HES santrali için bilgilendirme toplantısını protesto eden köylüler ellerinde pankartlarla eylem yaptı, toplantının yapılmasına izin vermedi

Yapılması planlanan hidroelektrik santrali hakkında halkı bilgilendirmeyi amaçlayan toplantı için köye gelen Çevre ve Orman Bakanlığı yetkililerini ellerinde "Melo'da deresi sahipsiz değildir, "Yaşam alanına sahip çık "ve "Dereler özgürdür özgür akacak" gibi pankartlarla karşılayan ve köylerinde HES istemediklerini söyleyen yöre sakinleri adına konuşan Sarıbudak köyü muhtarı Mustafa Ökdem, önce söz almak isteyince taraflar arasında sözlü tartışma yaşandı. Bakanlık yetkililerinin önce bilgi vermek istediklerini söylemesi tansiyonu arttırdı. Ancak araya giren jandarma tarafları yatıştırdı.

Burada bir konuşma yapan Muhtar Mustafa Ökdem, köy halkının HES yapımına kesinlikle karşı olduğunu belirterek, HES'lerin Sarıbudak köyünde yapılmaması için sonuna kadar mücadele edeceklerini söyledi. Muhtar ve köylüler bu konuşmanın ardından ellerindeki pankartlarla HES karşıtı sloganlar atarak evlerine gitti.

Bunun üzerine bilgilendirme toplantısı için köye gelenler de jandarma koruması altında araçlara binerek köyden ayrıldı.

Kaynak: Haberler.com

MELO DERESİ ÖZGÜR AKMALI!..

Artvin merkeze ilçeye bağlı Sarıbudak Köyü'nde yapılması planlanan HES için bilgilendirme toplantısı yapmaya giden şirket yetkilileri, köylülerin sert tepkisiyle karşılaştı.

Köylülerle şirket yetkilileri arasında zaman zaman gerginlikler yaşanırken, jandarma köyde olay çıkmaması için emniyet tedbirleri aldı.

Dün Sarbudak Köyü’nde yapılan HES bilgilendirme toplantısına köyde yaşayanların yanı sıra Artvin’de oturan Sarıbudak Köyü sakinleri de katıldı. Yapılması planlanan HES projesi hakkında bilgilendirme toplantısına katılan şirket yetkileri ve İl Özel İdaresi ve Artvin İl Çevre Müdürlüğü tarafından görevlendirilen heyet köylülerin sert tepkisiyle karşılaştı. Ellerinde bilgisayar ve projeksiyon cihazıyla gelen yetkililer köylülerin tepkisi üzerine köyden ayrılmak zorunda kaldı.

BBD Elektrik Üretim Tic. Ltd. Şti. tarafından Karadeniz Bölgesi’nde Artvin ili, Sarıbudak Çayı üzerinde 1/25.000 ölçekli topoğrafik haritada Artvin F47-d3 F47-d2 numaralı paftalar içerisinde yer alan Işık Regülatörü ve Hidroelektrik santrali” yapılması ve işletilmesi konusunda Sarıbudak Köylüsü ile yapılacak bilgilendirme toplantısı başlayamadan sona erdi. Şirket yetkilileri, Çevre il Müdürlüğü, İl Özel İdareden oluşan İkna heyeti Köy Muhtarı Mustafa Ökdem ve Sarıbudak sakinleri tarafından dinlenmeye gerek duyulmadan toplantı alanından dağıldılar.

SİZİN BİZE ANLATACAK NEYİNİZ OLABİLİR Kİ?

Burada köylüler ile hem fikir olma konusunda teyit alan Köy Muhtarı Mustafa Ökdem, HES konusunda konuşulacak bir şeyin olmadığını, kimseden söz alıp konuşmak gibi bir niyetinin olmadığını. Bu köyde ancak burada yaşayan köylülerle,köy muhtarının konuşabileceğini belirterek HES ikna heyetine hitaben şu konuşmayı yaptı;

“Bu dereler Ankara’da masa başında satılmış, bize sorulmamıştır. Bu anayasamıza da aykırı bir durumdur.Derelerimiz gasp edilmiştir. Biz bugün tüm Sarıbudak sakinleri olarak tek yumruk olarak şunu söylüyoruz. Bizim satılık deremiz yoktur. Size verecek tek damla suyumuz yoktur. Bizim suyumuz köyümüze yetmezken, siz köyümüzün başında bu HES’i hangi su ile yapacaksınız? Şimdi siz bize neyi anlatacaksınız? Bizim suyumuz bize yetmiyor. Bu su bizim her şeyimiz. Geçmişimiz, geleceğimiz.Siz kalkmış bu su için geliyorsunuz! Bize ne anlatacaksınız? Biz ülkemizi en az sizin kadar seviyoruz.Ama verilecek tek damla suyumuz yok.Bunu bilin. Sizin söyleyeceğiniz hiçbir şeyi dinlemeyerek köy halkı olarak buradan ayrılıyoruz.”

Köy muhtarı Mustafa Ökdem konuşmasını tamamladıktan sonra elinde bulunan dosyayı heyetin önüne atarak Sarıbudak halkı ile toplantı alanından ayrıldı. Kadını, erkeği, yaşlısı, genci, çocuğu ile bir süre Merkez köprü başında toplanan Sarıbudak halkı ikna heyetini bir daha köylerinde görmek istemediklerini belittiler. Hes ikna heyetini protesto alkışları arasında köyden gönderdiler.

BARAJLAR İÇİN HERŞEYİMİZİ FEDA ETTİK. TOZ YUTTUK İNSANIMIZ YOLDA ÖLDÜ!

Burada gözyaşlarına hakim olamayan ve duygu dolu bir konuşma yapan Sarıbudak Köyü sakinlerinden emekli öğretmen Hasan yavuz toplanan kalabalığa şunları söyledi;

“Köylülerim, komşularım sizleri böyle toplu halde gördüğümden duygulanıyorum huzurlarınızda yetkililere, ilgililere Ankara’dakilere ulaştırılmak üzere sayın basın mensuplarına bir şeyler söylemek istiyorum. hepiniz adına. Soruyorum şu Sarıbudak köy halkını düşünenler, 12 senedir baraj başladı, yolumuz kapandı, hastamız yolda öldü! Bizi düşünenler nerdeydi? Tozu yuttuk, sebzemiz, malımız, mülkümüz heba oldu. Her türlü cefayı çektik bu güne kadar kimse gelip “hey köylüler ne haldesiniz? Ne yapıyorsunuz? Zararınız nedir? diye soran olmadı. Bugün geldiler! Ne için geldiler sayın arkadaşlar? onların amaçları başka! Çıkıp karşımızda konuşamazlar çünkü niyetleri başka. Onların amaçları bizim suyumuzu çalmaktır. Biz Sarıbudak havzası olarak Sarıbudak ve çevre köyler olarak kesinlikle ve kesinlikle bir damla suyumuzu kimseye vermiyoruz, vermeyeceğiz. Bunu herkes böyle bilmelidir. Hükümetin, gücü varsa bizim halk gücümüz vardır halk gücümüz. Bunlar bizim suyumuzu dolaylı yollardan almak istiyorlar. Amerika’da Avrupa’da Afrika’da yaşanmış örnekleri vardır.Biz sulama suyumuzu içme suyumuzu kimseye vermedik vermeyeceğiz. Tekrar ediyorum. Bunu almaya sakın kalkmasınlar. Biz Sarıbudak köyü olarak misafirperver insanlarız, ama bizi anlayanlara, bizi duyanlara, bize saygı gösterenlere saygı gösteririz biz. Bizi duymayan, bizi kandırmaya yanıltmaya çalışan, takviyecilik yapmak isteyenlerin karşısındayız. Bunlara da kesinlikle ödün vermeyeceğiz. Mücadelemizi devam ettireceğiz. Sizden bir tek isteğim var sayın komşular; Şu memleket, şu topraklar tarihi topraklardır. Her karışında bizim atalarımızın kanı vardır. Bize emanet edilen şu topraklarda bu toprakları sonuna kadar korumak için her şeyimizi ortaya koyacağız.Bugün her şeyimizi ortaya koymuş bulunmaktayız. Sayın arkadaşlar komşularımız bizde bu kararlılık olduktan sonra bizi davamızdan hiç kimse vazgeçiremez. Hiç kimse davamızdan vazgeçiremez saygılarımı sunuyorum. . .

SARIBUDAK KÖYÜ OLARAK SUYUMUZU ASLA VERMEYECEĞİZ!

Emekli Öğretmen Hasan Yavuz’un ardından tekrar konuşan Köy Muhtarı Mustafa Ökdem burada yaptığı açıklamada Köy sakinlerinin kararlı tutumları ve onurlu mücadelelerinden oldukça etkilendiğini belirterek şunları ifade etti.

Öz önce Emekli Öğretmenimiz sayın Hasan Yavuz çok güzel şeyler söyledi. Evet Biz suyumuzu asla vermeyeceğiz. Her türlü Hukuki yollara baş vuracağız. Bugüne kadar hangi HES mahkemeye verilmişse “Yürütmeyi Durdurma” kararı alınmıştır.Bugüne kadar 35-40 davada bu kararlar çıkmıştır. Çünkü biz haklıyız. Çünkü yapılanlar yanlıştır. Biz köyümüzde HES istemiyoruz. Bunu bir kere daha söylüyorum.

Sarıbudak sakinleri Merkez köprübaşında bir araya gelerek köye gelen “HES İkna heyetinin köyden ayrılmasını bekledi.Hiç bir olay çıkarmadan köyden ayrılan heyetin ardından köylüler burada bulunan kahvehanede ve gölge alanlarda oturarak bir süre sohbet ettiler.

SUYU ELİMİZDEN ALDIKLARI AN KIYAMET KOPMUŞ DEMEKTİR. BU KÖY O ZAMAN YOK OLUR!

Birçok gazeteci ve TV temsilcilerinin katıldığı toplantının başlamadan bitmesi nedeni ile çeşitli yorumların yapıldığı konuşmalara şahit olduk. Özellikle hayatları bağ, bahçe işinde geçmiş olan köyün ileri gelen yaşlı teyzeleri HES’e büyük tepki gösteriyorlar. Oldukça tepkililer. Bu dere sayesinde Sarıbudak diye bir köyün olduğunu, derenin kesilmesi durumunda köyün yok olacağını, burada yaşamın sona ereceğini belirterek şunları söylediler;

“Siz şu küçücük deremizi elimizden aldığınızda bu köyün tümünü elimizden almış olursunuz. Biz 80’nimize merdiven dayadık. Böyle bir şeyi ilk defa duyuyoruz. Kıyamet mi geldi ne? Suyu elimizden aldıkları an kıyamet gelmiş demektir. Daha ne olacak evladım. Yazın suyumuz neredeyse yok. Nöbet suyunda kavgalar çıkıyor. Bizim derdimiz bize yetmedi, şimdi de başımıza HES’i çıkardılar. Kim çıkardı ise Allah onu bildiği gibi yapsın.

MELO DERESİ CAN ÇEKİŞİYOR. NERESİNE HES YAPILACAK?

Daha sonra Köy sakinlerinden Mehmet Uygun Basın mensuplarını Melo Deresi’nin halini göstermek için köyden, anayola kadar olan mesafede küçük bir gezi yaptırdı. Melo Deresi’ne yapılanlar söz ile anlatılmaktan öteye geçmiş durumda. Melo Deresi uzun bir şerit boyunca yeryüzünü terk etmiş. Derenin içine boca edilen pasa yüzünden dere yatağı karşı vadiye kadar molozlarla dolunca dere kaybolmuş. Yapılanlar insanlık suçu olabilecek boyutta. Belki bu bölge suyun altında kalıyor. Onun için biz derenin yatağını doldurduk açıklaması yapacak olanlar çıkacak. Bari bu dereyi yok ederken bu kadar korkunç işkence yapmasaydınız!

Artvin İlinde yapılması planlanan HES sayısı hakkında kimse kesin rakam veremiyor. Resmi ağızlarda düşünülen HES sayısı 116. gayri resmi rakamların bu sayının çok üstünde olduğu, 176 HES’ten söz edildiği bilinmektedir. HES’ler sadece dere yataklarına, köylere, yerleşim yerlerine zara vermekle kalmayıp, her HES’in kendi iletim hattı oluştururken geçiş güzergahına denk gelen ormanların kesilerek zarar göreceği açıklanıyor. Buna karşılık yetkililerden Artvin halkını rahatlatacak açıklamaların yapılmaması insanları tedirgin ediyor.

İKİZDERE ÖRNEĞİ KARADENİZ’İ TEDİRGİN ETTİ!

İkizdere’de hayata geçirilen ilk HES ile dere yatağının tamamen kuruması Karadeniz’deki bütün dere HES’lerinin sorgulanmasına neden oldu. Bu tabloyu görenlerin, bu haberi okuyanların ortak fikri “Biz derelerimizde HES görmek istemiyoruz. Bunun için yasal bütün haklarımızı kullanacağız. Susuz vadinin ne kadar çirkin olduğunu İkizdere haberindeki fotoğraflarda gördük. Biz asla razı olmayacağız. Dere HES’ lerine halen ses çıkarmayanların bu suça iştirak edenlerin safında yer alacağını belirtmek istiyoruz. Şeklinde açıklamalarda bulunuyorlar.

Artvin dereleri genellikle az su akan derelerden oluşuyor. Özellikle yaz aylarında ve kış aylarında sular çok çok az akmakta kendi yatağını zoraki besleyebilmektedir. Birkaç büyük dere var ki bunlardan bir tanesi Balcı Deresi tünelle bir havza’dan bir başka havzaya alınarak Erenler HES’e nakledildi. Şimdi Borçka’da kokusu, sesi yankılanıyor! Yeni çıkan bir kararla bundan sonra Havza değişikliğinin yasaklandığı belirtilmekte. Ama bu durumda Balcı Deresi kurban mı seçilmiş oldu?Demek ki yapılan hatalar şimdi fark ediliyor! Kim bilir daha içinde ne hatalarla dolu projelerle karşı karşıya kalacağız!

Kaynak: SAMİ ÖZÇELİK-08HABER

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Mahkeme'den HES'lere Karşı Üç Yeni Karar

Yeşil Artvin Derneği, Türkiye'de 700'ü Doğu Karadeniz'de olmak üzere üç bin kadar HES projesi bulunduğunu, bunların da 176'sının Artvin'de planlandığını açıkladı. Rize İdare Mahkemesi, üç yeni yürütmeyi durdurma kararı verdi

Rize İdare Mahkemesi, son olarak Artvin'in Şavşat ilçesi Meydancık Beldesi'nde Ati İnşaat Şirketi'nin yapımını planladığı Diyoban Hidroelektrik Santrali (HES) için üç ayrı yürütmeyi durdurma kararı verdi.

Yeşil Artvin Derneği, Artvin Valiliği'ne karşı açılan toprak kullanımına ilişkin davada ve Orman Genel Müdürlüğü'ne karşı açılan orman kullanımına ilişkin davalarda İdare Mahkemesinin yürütmeyi durdurma kararları verdiğini açıkladı.

"Bu kararları bütün çevre dostlarına, sularımızın ve topraklarımızın gerçek sahiplerine armağan ediyor, kararların uygulanmasından sorumlu olanları görevlerini yapmaya davet ediyoruz."

34 karardan 33'üne "durdurma" veya "iptal"

Rize'de yayın yapan Viçe gazetesi de, HES'e karşı bugüne kadar açılan 65 davadan 34'ü sonuçlanırken; bu davalarda alınan "yürütmeyi durdurma" ve "iptal" karar sayısının da 33'e ulaştığını yazdı.

Derelerin Kardeşliği Platformu dönem sözcüsü Ömer Şan da, son mahkeme kararlarıyla ilgili bilgi verdi. Şan, Güneysu Tepe 1-2 Regülatörü ve HES, Senoz Uzundere-1 HES ve ardından yine Güneysu Alicik 1-2 Regülatörü ve HES projesi için verilen yürütmeyi durdurma kararlarında son olarak da Artvin'in Şavşat İlçesi Meydancık beldesindeki Diyoban Deresi üzerinde yapımı planlanan Diyoban HES projesi için de üç yeni yürütmeyi durdurma kararı çıktığını belirtti.

Avukat Kalın: Telafisi güç zarar olduğu kanıtlandı

Şan, bölgede Ati İnşaat Enerji Üretim ve Tic. Anonim Şirketi'nin yapımını planladığı 7.92 megavat kurulu gücündeki Diyoban HES'in yanında sekiz ayrı HES inşaat projesinin daha bulunduğunu bildirdi.

Avukat Bedrettin Kalın, yürütmeyi durdurma kararlarında, HES çalışmalarında "telafisi güç ve imkânsız zararlar oluşabileceği" tespitinin bir kez daha doğrulandığını kaydetti.

"Derelerimizin etrafındaki vadilerimizde yaşayan, doğal yaşam alanlarını, tarihi sosyal ve kültürel değerlerini koruma mücadelesi veren; suyun ticari bir meta ve enerji kaynağı olmaktan öte yaşamsal öneme sahip doğal bir varlık olduğu bilinci ile HES projelerine karşı demokratik ve hukuksal mücadelemizi birlik ve bütünlük, güç birliği içerisinde sürdürmeye devam edeceğiz."

Yeşil Artvin Derneği: Sularımız elimizden alınıyor

Yeşil Artvin Derneği de, "Yaşamın kaynağı olan sularımızı elimizden almaya ve bu suları yabancı su tekellerinin emrine vermeye yönelik olan bu hain projeye karşı bütün derelerimizde, vadilerimizde mücadele ediyoruz" dedi.

Dernek, Türkiye'de 2 binin üzerindeki HES projesinden 700 kadarının Doğu Karadeniz Bölgesinde, bunların da 176'sının Artvin'de yapılmasının planlandığına işaret etti.

"Çoruh Nehri ana vadisini zaten büyük baraj projeleriyle kaybeden Artvin, şimdi de en küçük deresine varana kadar sularının tümünü kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya. Bunun bir enerji ihtiyacından kaynaklanmadığını, bir yandaş sermaye grubuna kaynak aktarma ve esas olarak sular üzerinde egemenlik kurma savaşının bir parçası olduğunu biliyoruz."

Kaynak: Bianet

8 Temmuz 2010 Perşembe

İstanbul Utancı...

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu UNESCO’nun Dünya Miras Komitesi 25 Temmuz-3 Ağustos tarihleri arasında Brezilya’da toplanacak. Görüşülecek konular arasında İstanbul da yer alırken hazırlanan rapor kabul edilirse İstanbul “Tehlike Altındaki Miraslar Listesi”ne girecek.

UNESCO uzmanlarının “koruyoruz” denilen yerlere gittiklerini ve yapıların yerinde olmadığını fark ettiklerini belirten İstanbul 2010 Kentsel Uygulamalar Direktörü Mimar Korhan Gümüş, “Sistemli bir yıkım var sürekli. Şimdi bir de yasayla bu yasal hale getirildi. İçinde yaşayanları dışlayarak ekonomik kırılma yaratarak gerçekleştirildi. Fener Balat’ta insanlar yerinden edildi. Ankara tarafından tamamen planlama kararlarına aykırı olarak, daha önce hiç öngörülmeyen bir araç tüp geçiş ihale ile yapılmaya çalışıldı. Bu da tabii tarihi yarımadayı müthiş bir araç trafiğine boğacaktı” dedi. Haliç’teki metro geçişi projesinde de tasarımla ilgili problemlerin olduğunu ifade eden Gümüş, şöyle konuştu:

“Kanuni bir zorunluluk olan tarihi yarımadadaki sit alanlarının yönetim planı da hazırlanmadı. Dolayısıyla bu eksiklikleri yerine getirmediği ve tarihi değerler yok edildiği için UNESCO’nun İstanbul’u tehlike altındaki miras listesine alma ihtimali son derece kuvvetli.” Gümüş, İstanbul’un yapması gerekenin ise kamu uygulamalarının ihale yöntemiyle yapılmasını engellemek olduğunu belirterek “Kentin muhakeme yeteneğinin geliştirilmesi lazım. Restorasyon esnaflık değil, son derece yaratıcı bir iştir. Bu nedenle kentin yaratıcı zekâya açılması, insanların özne haline gelmesi lazım. İlkel, tepeden inmeci modelin mutlaka değişmesi gerekiyor” dedi.

UNESCO Dünya Mirası İzleme Komitesi Üyesi Doç. Dr. Deniz İncedayı ise konuyla ilgili görüşünü şu şekilde ifade etti: “İstanbul’u risk altındaki kültür mirası listesine almayı düşünüyorlar. Çünkü yapılan uygulamalar ve UNESBnesco’nun uyarıları bugüne kadar dikkate alınmadı. Özellikle Haliç’teki metro geçişi köprüsü konusunda onlar hassasiyet gösteriyorlar. Bu konuda UNESCO’nun uyarıları doğrultusunda bir revizyon yapılmamış olması bir de köprünün Süleymaniye Külliyesi’ni olumsuz etkilemesi nedenlerden bazıları sadece. Özellikle Haliç Köprüsü konusunda bizi uyarıyorlar.” 2011’e kadar uygulanan hiçbir olumlu gelişme olmazsa İstanbul’un dünya kültür mirası listesinin tamamen dışında kalabileceğini belirten İncedayı, “Bu bizim için bir uyarı aslında. Bu durum da gerçek bir dünya mirası olan İstanbul için uluslararası bir itibar kaybı olur” dedi.

UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Başkan Vekili Prof. Dr. Öcal Oğuz ise İstanbul’un bir yandan modernleşip ulaşım sorunlarını çözmeye çalıştığını bir yandan da tarihi dokusunun korunmaya çalışıldığını vurguladı: “Dokuyu korumak isteyenlerle, İstanbul’un gelişimini sağlayanlar arasında uzlaşılamayan kimi konular var. Bizim UNESCO olarak rolümüz gelişen İstanbul’la korunan İstanbul arasında bir denge kurmaya çalışmak”

Ortaya atılan argümanların Haliç’teki köprü temelli olduğunu ve bu projenin daha başlanmış, bitirilmiş olmadığını belirten Oğuz, “Devlet veya İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) İstanbul’un dünya miras listesinden çıkmasını gerektirecek herhangi bir iş, eylem yapmış değil. Proje var ama sonuçlandırılmış bir şey yok. Proje üzerinden bir sonuca gitmek mümkün değil. Diyelim ki şu 10 - 15 gün içerisinde İBB ve devletimiz kurumları arasında anlaşarak “biz gelecekte yapmayı düşündüğümüz bu projede revizyon düşünüyoruz” dedikleri anda Dünya Miras Komitesi’ne getirilen argümanlar da ortadan kalkmış olacak bir yandan. O bakımdan listeden çıkarılmasını gerektirecek somut sonuçlar yok ortada” diye konuştu.

İstanbul 1985’te kültür mirası listesine aday gösterilmiş, Türkiye - UNESCO arasında bir konvansiyon imzalanmıştı. Bu sözleşmeye göre de Türkiye, büyük çaplı projelerde UNESCO ile birlikte işbirliği yapması , haberleşme içinde olması ve kültürel mirasla ilgili uluslararası mevzuata uygun davranması gerekiyordu. Bu koşulların yerine getirilmediğini düşünen UNESCO Dünya Kültür Mirası komitesi Türkiye’ye ilk olarak 2004 yılında bir uyarı yapmıştı. 2006 yılında birtakım koşulların yerine getirilmesi için kararlar alan UNESCO, 2008’de tekrar bu koşulları yinelemiş ve Türkiye’ye iki yıl süre vermişti.

Kaynak: Cumhuriyet

6 Temmuz 2010 Salı

Meclis Önünde Nükleer Protestosu: 58 Gözaltı

Greenpeace üyeleri Sinop ve Mersin’den gelen çevrecilerle TBMM önünde nükleer karşıtı eylem gerçekleştirdi.

Meclis önünde toplanan yaklaşık 60 kişilik Greenpeace üyesi gösterici, 170 bin nükleer karşıtı imzayı Meclise teslim etmek istedi. Ancak çevreciler muhatap bulamadıkları için imzaları teslim edemeyip, Meclis önünde oturma eylemi başlattı. TBMM'de hareket saatlere neden olan bir saatlik eylemin ardından güvenlik güçleri eylemcileri sorgulanmak üzere gözaltına alarak, Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne götürdü.

Eylemcilerin gözaltına alınmasının ardından yaklaşık 20 koli içindeki 170 bin imza emniyet güçleri tarafından Meclisin önünden kaldırıldı.

Çevreci grup, kendini nükleer karşıtı platform olarak tanımlarken, göstericilerin ellerindeki “Kirli Nükleer Anlaşmaya hayır”, “Nükleer savaş istemiyoruz”, “Türkiye nükleer istemiyor” yazılı pankartlar dikkat çekti. 58 eylemcinin gözaltına alındığı eylem sonrası TBMM önünde güvenlik önlemleri artırıldı.

Kaynak: BirGün

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Dozere Direnen Arkeolog Sürüldü

Bölge Koruma Kurulu kararı gereği inşaat izni ve-rilemeyen Sulukule’de kazı yapan inşaat şirketini engellemek için dozerin önüne geçen arkeolog Şeniz Atik, geçici olarak Kilis’e tayin edildi.

Kültür ve Tabiat Varlıkları Bölge Koruma Kurulu kararına rağmen inşaat temeli atılan İstanbul Sulukule’de çalışmaları aralıksız devam ediyor.

Geo-radar beklenmedi

Arkeolojik çalışmaların da devam ettiği bölgede kazı yapan inşaat şirketini engellemek için dozerin önüne geçen İstanbul Müzeler Müdürlüğü uzmanı, arkeolog Şeniz Atik’e sürgün kararı çıktı. Müzeler Müdürlüğü, Atik’i geçici görevle Kilis’e tayin ederken, İstanbul’a birkaç ay sonra dönebileceğini söyledi. Oysa Bölge Koruma Kurulu, arkeolojik bulguların tespiti için geo-radar taraması yapılmasına ve sonuçları alınıncaya kadar yapılaşmaya gidilmeyeceğine karar vermiş, buna rağmen Fatih Belediye Başkanı temel atmıştı.

6 iskelet bulundu

Arkeolojik kazıların sürdüğü alanlardan birinde, önceki gün yüzeye yakın bir noktada 6 iskelete ulaşıldı. 100 yıldır Sulukule’de yaşayan bir ailenin bahçesinde bulunan iskeletlerin önce Osmanlılara ait olduğu düşünüldü. Fakat arkeologlar, daha eski bir tarihe ait olup olmadığını araştıracak. Anıtlar Kurulu’nun kararından sonra iskeletler korunmak üzere Arkeoloji Müzesi’ne gönderilecek.

Kaynak: Hürriyet

4 Temmuz 2010 Pazar

Cudi Dağı Yanıyor, Devlet İzliyor!

Şırnak'ın Cudi dağında askerlerce çıkarılan ve bir haftadır devam eden yangına devlet müdahale etmiyor. Bölge halkı ''Devlet ağaçlarımızı yakıyor, arsamızı yakıyor. Böyle mi bizi koruyor. Neden yangını söndürmeye gelmiyor'' diyerek tepki gösterdi

Cudi Dağı’nın kuzey yamacında başlayan yangınlar rüzgârın etkisi ile güney yamacına da sıçradı. Şırnak merkez ve ilçelerinden çıplak gözle görünen yangınlara hiç müdahale edilmediği bildirildi.

Cudi Dağı’nın güney yamacında bulunan Hınıs (Uyanık) Köyü civarında çıkan yangın birçok ekili alanı da beraberinde yok etti.

Yangından kaçmaya çalışan sürüngen ve hayvanlarda yanarak ölürken, alevlerin ve dumanların üzerinde süzülen bir Şahin kuşu da tüm çabalarına rağmen yavrularını alevler arasından kurtaramadı. Yangını söndürmeye çalışan köylülerin çabası ise sonuç vermedi.

Bir haftadır devam eden orman yangınlarına tepki gösteren Silopi Koruma ve Geliştirme Derneği Başkanı Nasır Özden, Cudi Dağı’nda devam eden yangınların özellikle canlılar için büyük tehditler oluşturduğunu söyledi.

Başkan Nasır Özden, “Cudi Dağı 1 haftadan beridir yanıyor ancak yetkililer müdahale etmiyor. Derneğimizin üyeleri ve köylü vatandaşlar kendi imkanları ile yangını söndürmeye çalışıyor. Ancak bu çabamız da fayda etmiyor. Yangını söndürme çabamız boşa çıkıyor. Bir tarafı söndürmeye çalışırken yangın başka tarafa sıçrıyor. 2 Saatlik yolu yürüyerek kat ettik. Şırnak Valiliği ve Orman Müdürlüğü tarafından her hangi bir açıklamada yapılmıyor. Burası Marmaris değil, burası batının bir dağı değil, Cudi Dağı’dır. Yetkililerin bir an önce yangına müdahale etmesini istiyoruz” dedi.

Cudi Dağı eteklerinde bulunan Hınıs (Uyanık) köylülerinden Hacı Kayan, “Köyümüzde yangın çıktı. Müdahale edecek gücümüz yok. 27 bin metre kare arazimiz yandı. Sabah 6’dan beridir buradayız. Odunlar ile kendi gücümüzle müdahale ettik ancak başarılı olamadık” şeklinde konuştu.

Devlet'in yangını söndürmek için bir çaba göstermediğini ifade eden Mehmet Altuntaş adlı köylü ise “ilçenin yöneticileri veya hangi parti olursa olsun, kimse gelip ‘ağaçlarımız yanıyor, ciğerimiz yanıyor yazık günahtır’ demeden devlet bizi böyle mi koruyor. Ağaçlarımızı yakıyor, arsamızı yakıyor. Böyle mi bizi koruyor. Neden yangını söndürmeye gelmiyor?” diye sordu.

Ahmet Yağır adlı vatandaş ise sabah saat 6’da 50 kişi ile birlikte yangın yerine geldiklerini, ve ellerinden geleni yapmalarına rağmen yangını söndüremediklerini ifade ederek, “Bütün ekinlerimiz mahvoldu. Zararımız çok büyük.” dedi.

Cudi Dağı’nın çeşitli noktalarına sıçrayan yangınlar artarak devam ettiği bildirildi.

Kaynak: ANF

2 Temmuz 2010 Cuma

Eşcinsellerden Taksim’de ‘Onur Yürüyüşü’



Eşcinseller, yaşadıkları sıkıntılara dikkat çekmek ve toplumda kabul görebilmek için Taksim’de ‘Onur Yürüyüşü’ düzenledi.

İSTANBUL- Lambdaistanbul, İstanbul LGBTT, Morel Eskişehir ve Pembe Hayat üyelerinden oluşan grup, saat 17.00 sıralarında Taksim Tramvay Durağı’nda, toplandı. “Susma haykır eşcinseller vardır”, “Buradayız alışın” şeklinde slogan atan göstericiler İstiklal Caddesi’nden Tünel Meydanı’na yürüdü. Gruptakiler, yürüyüş sırasında pankart ve dövizler ile gökkuşağı renklerini taşıyan bayrak da açtı. Yürüyüş yapan gruba tiyatrocu Suat Usta ile Alman milletvekili Stephan Ziebich da destek verdi. Tünel meydanda grup adına yapılan basın açıklamasında öldürülen eşcinsellerin katillerinin yakalanması, toplumda eşcinsellerin kabul görmesi istendi. Yapılan açıklamada, “Seks işçilerinin sendikal haklardan yararlanabilmesini, Trans istihdam olanaklarının arttırılmasını ve Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın özür dilemesini istiyoruz” denildi. Yürüyüşe katılanlar daha sonra Tünel Meydanı’nda düzenlenen sokak partisi ile 18. LGBTT Onur Haftası’nın sona erişini kutladılar.

Kaynak: DHA

PitBull'ları Değil, Aklınızı Başınıza Toplayın!



Devletin toplatmak istediği aslında insanların hayallerinde Pitt Bull Terrier suretinde yarattıkları korkunç canavar. Eğer insanlar hayalhanelerini toplatmayı başarırlarsa, güzelim hayvanları canları istediği gibi oraya buraya sürmekten ve sonunda da öldürmekten kendilerini muaf tutabilirler.

Nilüfer ZENGİN
İstanbul - BİA Haber Merkezi

Aslında son birkaç günden daha uzun bir zamandır aktüel konularımız arasında bir görünüp bir kayboluyor şu Amerikan Pitt Bull Terrier cinsi köpek meselesi... Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin bu cins köpekleri toplatma kararı "lafı" bir infial yarattı. Bir yanda Pitt Bull Terrier saldırısına uğrayan insan haberleri, ağzından salyalar akan korkunç köpek fotoğrafları, öte yanda hayvan hakları derneklerinin ve veterinerlerin haklı itirazları.

Keşke İstanbul sokaklarında da bir Sokrates olsa da, söz ve yetki sahiplerini yolundan çevirip bildiklerini sandıkları şeyler hakkında çapraz sorguya tabi tutsa... Sokrates'e şerh koşmak gibi olmazsa eğer, deneyelim sormayı, aslında konuştuğumuz konu nedir?

Pitt Bull Terrier, terrier ve buldog köpeklerinin çiftleştirilmesiyle elde edilmiş melez bir köpek türüymüş. Araya insan eli karışmış da olsa, her şeyden önce bir mahlûk yani, sizin benim gibi. Üstelik de o kısa, yere yakın tıknaz haliyle çok da cazibeli bir hayvan ki, insanın eline düşmüş, İran kedileri gibi... Köpekler arasında güçlü sayılabilecek bir çene yapısına sahip ve bu onun seçimi değil, sadece öyle, güçlü. Makine icat edebildiği için kendi bedensel gücünü aşan ölçülerde hâkimiyetler kurabilen, soyutlama yeteneği ve sesler çıkartmaktan daha karmaşık yapıdaki diliyle İNSAN, her zaman kendi bedensel varlığında hatırı sayılır bir kuvvet barındıran başka canlılara gıpta etmiştir, diyebiliriz... Superman, Batman, Hulk, gibi bir yığın popüler hayali kahraman fantezileri bize bunu işaret eder. Dolayısıyla soyutlama yeteneği olmayan, en azından varsa da bunu işler haline getiremeyen hayvanlarla ilişkisini bir itaat ilkesi üzerine kurar insan türü. Bu onun en ilkel silahlarından biri. Böyle yaparak hayvanla insan arasındaki ilişkinin doğasına dair birkaç söz söylemiş olduk.

Kent insanının bonus'u bütün sapkınlıklarıyla birlikte aslında ailesine ve yabancılara karşı dost ve sadık yapısıyla bilinen bir köpeğin arasındaki ilişkiyi anlamaya çalışalım. Çok üzücü ve çok şiddetli bir ilişki... Kendinden başka herkesi parçalamaya hazır bir yaratık kahramana hükmetmek gibi hayali var kimi insanların. Ve bu çarpık ilişkinin mağdur ettiği saldırıya uğrayan masum insanlar da bağlam içine dâhil edilince bir genel kanılar cehennemi çıkıyor karşımıza: Sokrates'i ölüme gönderen, bugün birçok genç insanın ölümünün de müsebbibi olan hâkim görüş cehennemi. Bu sorgulanmaya kapalı genel geçer görüşlerin işleyişinin en belirleyici özelliği kendine bir iblis yaratması. Teşbihte hata olmazsa, kitlelerin Kürt meselesinde de iblis yaratma yanlışı ve irrasyonel bir biçimde o ibliste aramasının Pitt Bull Terrier toplamaktan bir farkı olmadığını söyleyebiliriz.



Bir problemle karşılaştıktan sonra üretilen bir başka muğlâklık atmosferine gelelim: Bu Pitt Bull Terrier konusu aylardır süregeliyor aslında. 11 Mart 2010'da TBMM Dilekçe Komisyonu, AKP Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman'ın başkanlığında toplanmış. Bu bilgiyi edindiğim habere göre de toplantıda "Pitt Bull ve benzeri tür köpekler tarafından saldırıya uğrayarak mağdur olan" vatandaşların, dilekçeleri ele alınmış. TBMM Dilekçe Komisyonu'nda, tehlikeli tür köpeklerin kontrol altına alınması için mevzuat eksikliğinin giderilmesi, internet üzerinden yapılan reklam ve satışların engellenmesi ve tehlikeli türlerin belirlenmesi konusunda tavsiye kararı alınmış.

Yukarıdaki akıl yürütmemize göre "tehlike" aslında doğal bir kavram değil, insan tahayyülünün önce kavramını sonra da fiiliyatını oluşturduğu bir hal. Bu nedenle tıpkı Kürt meselesinde askeri yöntemlerin sorunu ortadan kaldırmak yerine kaynağını sürekli olarak besili bir ura dönüştürmesi gibi, bu hayvanları toplatmak da insanın köpekle kurduğu ilişkiyi değiştirmedikten sonra hiçbir işe yaramaz. Ayrıca bu köpekleri toplatma kararı çok daha önce çıkmış ve şu anda bu kararın geri alınıp alınmadığını da bilmiyoruz Ortada yine bir boş laf bulutu hâkim. Geçmiş olayları hatırlayalım: 24 Nisan'da Bursa'nın Gemlik ilçesinde, Pitt Bull Terrier cinsi bir köpek bir anne ve oğlunu yaralamış.

Olayın ardından İl Çevre ve Orman Müdürlüğü ile Gemlik Belediyesi Sağlık Müdürlüğü ekipleri harekete geçmiş. Ekipler, operasyon düzenleyerek beş köpeğe el koymuş. Köpekler, Gemlik Belediyesinin Umurbey'de bulunan hayvan barınağına götürülmüş. Gemlik'te yaşanan olayın ardından soruşturma başlatan polis, bu köpeği sokağa başıboş bırakan ve sahiplerini gözaltına almış sonra da serbest bırakmış.

Bursa İl Çevre ve Orman Müdürlüğü, 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu kapsamında yapılan düzenlemelerle bu cins köpeklerin üretilmesi, sahiplendirilmesi, ülkeye girişi ve satışının yasak olduğunu bildirmiş o zaman. Yani aslında kanunlarda sorun yok: 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu kapsamında yapılan düzenlemelerle Pitt Bull cinsi köpeklerin üretilmesi, sahiplendirilmesi, ülkeye girişi ve satışı yasak. Peki, o zaman neden asıl sorumlular serbest bırakılıveriyor? Neden aslında Pitt Bull Terrier'ler zaten aylardır toplatılageldiği halde bu şimdi bir mesele oluyor? Bu yasa uygulanamıyorsa garibanları neden perişan ediyorlar?

Başka bir habere göre de 26 Aralık 2009'da bir adam "Buş" ve "Çirkin" adlı Pit Bull cinsi köpekleri çiftleştirmek isterken, köpeklerin üzerine doğru gelmesi üzerine dengesini kaybederek beton zemine düşmüş. Suçlu yine köpeklerdir tabii. Neden emre itaat edip de çiftleşmiyorlar ve para kazandırmıyorlar sahiplerine? Uzun sözün kısası, devletin toplatmak istediği aslında insanların hayallerinde yarattıkları korkunç canavar, onlar bu canavarı Pitt Bull Terrier suretinde tanıyorlar. Eğer hayalhanelerini toplatmayı başarırlarsa, güzelim hayvanları canları istediği gibi oraya buraya sürmekten ve sonunda da öldürmekten kendilerini muaf tutabilirler.

Bunca sözden sonra kendimi tutamayıp şunu da söylemek istiyorum: Pitt Bull'ları karanlık odalarda, çiğ et yedirerek, binbir türlü maskaralıkla canavar haline getirenler ve bütün hayvan eziyetçileri, yatacak yeriniz yok! (NZ/EK)