28 Mayıs 2010 Cuma

5 Yıl Sonra Başlayabilen Adalet Arayışı

5 Haziran 2005 tarihinde, ‘Dünya Çevre Günü’nü Bergama Çamköy'de kutlamak isteyen meslek ve çevre örgütleri üyeleri ile ekolojistlere, Koza Altın Madeni Şirketi çalışanları tarafından yapılan yumurtalı, taşlı saldırıyla ilgili davanın ilk duruşması yapıldı.


Meslek odaları, sendikalar, çevre örgütleri ile siyanürlü altına karşı mücadele yürüten Eşme’den, Efemçukuru’ndan, Artvin-Cerattepe’den, Tunceli-Ovacık’tan yerel inisiyatifler, 5 Haziran 2005 tarihinde, ‘Dünya Çevre Günü’nü Bergama Çamköy'de kutlamak için 3 ay önceden başlayarak çalışmalara başlamış, gerekli yasal işlemleri tamamlayarak Çamköy’e gitmek için yola çıkmışlardı.

Koza Altın Şirketi, Ovacık ve Çamköy girişinde 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nü kutlama bahanesiyle izin başvurusu yapmış, dışarıdan gelenlere Ovacık ve Çamköy girişinde yumurtalı, taşlı saldırı yapılmış, saldırıda birçok aracın camı kırılmış ve yaralananlar olmuştu.

Bu olayla ilgili açılan davanın ilk duruşması bugün Bergama Asliye Ceza Mahkemesi'nde yapıldı. 136 kişi hakkında şüpheli ve sanık olarak açılan davanın ilk duruşmasına madencilerden katılım olmazken, mağdur taraftan EGEÇEP ve ekoloji örgütleri ile meslek örgütü üyeleri ve avukatları katıldı.

Duruşma sonrası açıklama yapan EDP İzmir İl Başkanı ve davacılar avukatlarından Arif Ali Cangı, “Dosya da bir tutarsızlık gördük. Uyap’ta iki iddianame var. Birisi 28.12.2009 tarihli, diğeri 30.12.2009 tarihli iki iddianame görünüyor. 28.12.2009 tarihli iddianamede ‘Çamköy yolunu kapatarak hürriyeti kısıtlama ve mala zarar vermeye azmettirici’ olarak görülen Hamdi Akın İpek’in, bugünkü dosyada ve iddianamede adı yok. Buna itiraz ettik ve dava dosyasında bulunmasını istedik. Çünkü bizim şikayetçi olduğumuz ilk kişi Hamdi Akın İpek’ti fakat bugünkü dosyada adı yok” dedi. Arif Ali Cangı, savcılığın 5 yıl sonra dava açması ve madenci tarafın duruşmaya gelmemesini ise ‘davayı zaman aşımına uğratmak istediklerini düşünüyoruz’ şeklinde yorumladı.

Kmlik tespiti yapılan ilk duruşmanı ardından eksikliklerin tamamlanması için süre istendi ve davanın ikinci duruşması 23 Temmuz 2010 tarihine alındı.

27 Mayıs 2010 Perşembe

Saldırıya Uğradılar, Yargılanıyorlar

Egeçep Dönem Sözcüsü Muammer Sakaryalı, 5 yıl önce dünya çevre gününde uğradıkları saldırının, 5 yıl sonra Maden yasasında somutlaştığını ifade etti. Yapılan yazılı açıklamada şu görüşler dile getirildi.


"Tam 5 yıl önce, Bergama Çamköy’de 'Dünya Çevre Günü'nü kutlamak istemiştik.

Çamköy’e giderken Koza Altın madeninin “Turuncu adamları” tarafından yolumuz kesildi.
Taş ve yumurta saldırısına maruz kaldık. İnay köylüleri fiili saldırıya uğradı. Araçları büyük hasar gördü.

Turuncu adamların başlarında komutan edasıyla emirler veren patronları ve Halkla İlişkiler Müdürleri vardı.

Saldırıya uğramıştık, zarar görmüştük, engellenmiştik!
Bütün bunlar olurken ortalıkta hiçbir resmi güvenlik görevlisi yoktu!

Bugün, tam 5 yıl sonra, bu saldırının davası görülmeye başladı. Hukukun ne denli “etkin işlediğine” tanık oluyoruz.

Başka bir şeye daha tanık oluyoruz: Biz mağduruz, saldırıya uğrayan ve yolu kesileniz, ama hem sanık hem tanık olarak Asliye Ceza Mahkemesinin önündeyiz. Yolu kesilen, saldırıya uğrayan, zarar görenler… Havayı, suyu, toprağı, tohumu velhasıl yaşamı savunanlar değil; saldırganlar yargılanmalıdır!

Çünkü saldırı eylemi saldıranın yanına kaldığı sürece, saldırıları devam ediyor!
5 Haziran 2005 günü bize saldıranlar gereken cezaya çarptırılsaydı, Dikili’de panel-toplantı basabilirler miydi? Bu yılın Mart ayı başında Ovacık altın madenini incelemek için gelen Madencilik komisyonu üyesi milletvekillerine küstahlık yapabilirler miydi?

Bugüne değin aldığımız mahkeme kararları uygulansaydı, hukuk hakim kılınsaydı; saldırılara, yol kesmelere, taciz etmelere imkan bulabilirler miydi?

Hukuk, arkasından dolanılan bir kurum oldukça maalesef yaşam savunucularına saldıranlar, hukuksuzluktan güç alacaklardır.

Şu anda Türkiye’deki tüm madenlerin esasen yasal-hukuksal dayanağı yoktur. Maden yasası Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş, ilgili yönetmelikler (maden-orman vb) Danıştay tarafından iptal edilmiştir. O nedenle maden yasası değişikliği TBMM ne getirilmiştir. Kaşla göz arasında yasa değişikliği yapılmak istenmektedir. Yasa bu haliyle Anayasa mahkemesi kararını ve Danıştay’ın kararlarını bypass niteliğindedir ve Maden lobisinin istekleri yönünde hazırlanmıştır. Bu yasayı onaylayan milletvekilleri, ülkemizin tarihi ve coğrafyası önünde, yaşamın vicdanı karşısında vebal altında kalacaklardır.

Çocuklarımıza yaşanılası bir çevre, temiz hava-su-toprak bırakmak için bizler yaşamı savunmaya devam edeceğiz. Ve yaşamı mahvedenlerin peşlerini bırakmayacağız. Hukukun uygulanması için, sesimizi çıkarmaya devam edeceğiz. Tüm insanları da suyun, toprağın, havanın, ağacın, çiçeğin, böceğin velhasıl bilcümle yaşamı savunanların yanında olmaya çağırıyoruz."

Kaynak: Ekolojistler.org

Altın Lobisi Kazandı, Kaz Dağları Madenlere Açılıyor

Hükümet, Kaz Dağlarında arama izni alan, ancak Zeytin Yasası ve ÇED’e takılan aralarında Kanada, ABD, Hollanda sermayesi ile kurulmuş uluslararası şirketlerin yanı sıra, Koza gibi yerli firmaların da yer aldığı 80 şirketin önündeki engelleri kaldırmak için kolları sıvadı. Anayasa Mahkemesi’nin geçen yıl iptal ettiği Maden Kanunu’nun 7. maddesi ile Danıştay’ın iptal ettiği maddenin yeniden düzenlenmesini öngören Maden Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı, Komisyonda AKP’li Afif Demirkıran ve Mustafa Cumur’un hazırladığı kanun teklifi ile birleştirerek, gece yarılarına kadar süren toplantıda benimsendi.

Tasarıya, zeytinlik sahalarında maden arama faaliyetlerini yeniden düzenleyen bir madde eklendi. Düzenlemeye göre; zeytinlik sahalar içinde ve bu sahalara en az 3 kilometre mesafede, zeytinliklerin bitkisel gelişimini ve çoğalmalarını engelleyecek tesis yapılamayacak ve işletilemeyecek. Ancak alternatif alan bulunamaması ve Zeytincilik Sahaları Koruma Kurulunun uygun görmesi şartıyla; zeytin yağı fabrikaları, küçük ölçekli tarımsal sanayi işletmeleri, jeotermal kaynakla teknolojik sera yatırımları, ilgili Bakanlıkça kamu yararı alınmış madencilik faaliyetleri, yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı elektrik üretim tesisleri, petrol ve doğalgaz arama ve işletme faaliyetleri için zeytinlik sahalarında yatırım yapılmasına Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından izin verilebilecek. Bakanlık, bu yetkiyi gerektiğinde valiliklere devredebilecek. Zeytincilik Sahaları Koruma Kurulu, ilgili bakanlıklar ve sektör temsilcilerinden oluşacak. Tasarıyla ayrıca zeytinlik ve yaban hayatı koruma alanlarında maden arama ve işletme faaliyetleri ile bu faaliyetler için gerekli geçici tesislere çevresel etki değerlendirme raporunda belirlenen esaslar dahilinde izin verilmesi de düzenlendi.

Tasarının Komisyonda görüşülmesi sırasında maden lobilerinin temsilcileri toplantıya yoğun ilgi gösterdi. CHP’li Gürol Ergin’in telefon ile görüşmek için dışarı çıktığı sırada Madencilik Konseyi Başkanı İsmet Kasapoğlu’nun “Umarım kaçmazsınız” diye laf atması, tartışma nedeni oldu. Ergin, Kasapoğlu’na, "Siz bana bir şey söyleme hakkına sahip değilsiniz” diye bağırdı.

Kaynak: Radikal

23 Mayıs 2010 Pazar

Dayanışma Çağrısı

-Dağıtılması ricasıyla-


Hayvanların Yaşam Haklarını Koruma Derneği - HYHKD'den Eva Aksoy’a yönelik olarak, yaklaşık 8 senedir düzenli biçimde sürdürülen faşizan, ırkçı söylem ve tavırları, hakaret ve tehditleri kınıyor; 25 Mayıs Salı günü (yarın) 09:30’da, Sarıyer Adliyesi’ndeki, Sulh Ceza Mahkemesi duruşma salonundaki duruşmaya katılım sağlayarak, tüm duyarlı bireylere dayanışma çağrısında bulunuyoruz.


* * *

BASINA ve KAMUOYUNA;


Türkiye, yarattığı kafese her geçen gün birilerini daha kapatmaya, bu sonsuz cenderede her kesimden duyarlı insanı aynı eşitsiz ve adaletsiz yöntemle boğmaya devam ediyor. Adalet talebi için yolları aşındıran insanlar, kuşak kuşak, o adaletin gerçekten yerini bulacağı günlerin peşinde koşuyor. Ayrımcılık, her köşe başından o çirkin suretini ve kanlı dişlerini göstermeyi sürdürüyor.


HYHKD Başkanı Eva Aksoy’u doğrudan, Türkiye’de birlikte yaşadığı insanların içinde ötekileştirerek tek başına bırakmak amacıyla; “Taşnak kırıntısı”, “Ermeni ajanı”, "provokatör", "ajitatör" gibi sözlerle itham edip, “Benim ülkem sana dar gelir, sen Erivan’a git” diyerek kovmaya dahi cüret edebilen ve haksızlığı bir karakter özelliği haline getirmiş kişinin, hayvan hakları mücadelesinde 22 yıldır faaliyet gösteren bir derneği de, “gizli örgüt/ajanlık örgütü”, "ülke aleyhinde faaliyet gösteren örgüt" ya da “çete”; dernek destekçilerini de "tetikçi" gibi sıfatlarla yaftalamasına, Türkiye sınırları içerisinde çok da şaşıracak değiliz. Bizim asıl şaşırdığımız, bugüne kadar Türkiye’de şahit olduğumuz her türlü hukuksuzluk ve eşitlik, adalet ihlali örneğine rağmen; haksızlığın bunca geniş bir nüfusla temsil şansı bulduğu ülkemizin, resmi kurumları tarafından, haksızlığa uğrayanlardan çok haksızlığın arkasında durmak için gösterdiği azimdir.


Başta Eva Aksoy olmak üzere, adı geçen derneğin bünyesinde bulunan herkesi kriminalize etmeye çalışan, karalayan, aleyhte propaganda yürüten; üstelik bunların tamamını, Türk Ceza Kanunu’nda karşılığı ve cezası bulunan bir dolu suçu, en vahimi de, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik ederek” yapan kişi, söz konusu kininin sınırlarını; bulduğu yoğun hukuksuzluk ortamında Aksoy’un açık ikâmetgâh adresini internet üzerinden yayınlayıp, “Nereye kaçacaksın?” diye sormaya ve "Senin sonun darağacıdır" demeye kadar vardırdığı halde, daha ‘milli’ gördükleri konularda pek keskin olan savcılarımızın gözlerinden nedense kaçmış ve hakkında bir yasal işlem yapılmasına gerek duyulmamıştır.


Küfür, hakaret, tehdit ve iftiralarını başta basın mensupları, devlet kurumları ve ilgili kişi ve kuruluşlara internet ortamından dağıtarak, insanları Eva Aksoy’a karşı kışkırtan ve “harekete geçmeye” teşvik eden ve Ermenileri, “insanları arkadan vuran ırk” olarak niteleyen böylesi bir zihniyetin, daha çok yakın tarihlerde bu memlekette ne gibi cinayetlere neden olduklarını, halklar arasındaki kardeşlik bağını nasıl budamaya kalkıştıklarını çok iyi biliyoruz.


Ergenekon Terör Örgütü’nün iddianamesinde yer alan “Kafes Eylem Planı”nda, adı, “saldırıya uğrayan gayrimüslimler” listesinde, saldırgan olarak işaretlenen kişi hakkında nihayet açılan kamu davasının ilk duruşması 25 Mayıs Salı (yarın) günü, saat 09:30’da görülecek.


Bu şahıs, yıllardır sürdürdüğü sözlü saldırılar, tehdit ve hakaretler nedeniyle, başından çok sonunu merak ettiğimiz bu davada, adalete hesap verecektir. Haklara saygılı tüm bireyleri bu duruşmaya katılmaya, bu dava sürecinde dayanışmaya çağırıyoruz.


Bizler, yarın hiç dilemediğimiz ve deli gibi korktuğumuz kem bir sonun ardından, “Hepimiz ......’yız” diye yollara dökülmemek için, o henüz burada ve bizimleyken o gün orada olacağız.


Yeryüzüne Özgürlük Derneği

Ayrımcılıkla Mücadele Komisyonu

20 Mayıs 2010 Perşembe

Rusya Vizeyi Nükleer Santral Hatrına Kaldırmış

Meclis Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonunda benimsenen Maden Kanunu Tasarısı ile Kaz Dağlarında maden arama izni alan, ancak Zeytin Yasası'na takılan aralarında Koza şirketi, ve Kanada, ABD ve Hollanda şirketlerinin bulunduğu 80 şirketin önü açılıyor.


Rusya'ya vizenin kalkmasının perde arkası: Vize anlaşmasına karşı olan Rus yetkililer nükleer santral taleplerinin kabul edilmesiyle ikna oldu. Ancak gerekli adımlar için Akkuyu Nükleer Santralı için TBMM'nin onayı beklenecek.


Türkiye ile Rusya’nın imzaladığı vize anlaşmasıyla Türklerin vizesiz olarak Rusya’ya gideceği açıklansa da vizenin kaldırılması süreci henüz sona ermedi. Rus yetkililer, şu anda Rusya’ya vizesiz girişin mümkün olmadığına dikkat çekerek, Türk vatandaşlarını süreç tamamlanmadan Rusya’ya vizesiz gitmeye çalışmamaları konusunda uyarıyor. Vizelerin “geri kabul anlaşması” gibi teknik detaylar tamamlandıktan sonra tamamlanacağını kaydeden yetkililer, bu formalitelerin, Türkiye’nin nükleer santral ile ilgili ‘parlamento onayı’ gibi adımlarına paralel olarak kalkabileceğini belirtti. Dışişleri, gizli servis ve Kremlin yöneticilerinin üç ay öncesine dek ‘terörle mücadelede sıkıntı yaratır’ ve ‘Türkler eş bulmak için akın edecekler’ gibi gerekçelerle Türk vatandaşlarına vizenin kaldırılmasına sıcak bakmadığını vurgulayan yetkililer, Moskova’nın Mersin Akkuyu’daki nükleer santral yapımı konusundaki taleplerinin kabul edildiği için vize anlaşmasına ‘evet’ dediğine dikkat çektiler.

Üç ayda değişti

Diplomatik kaynaklardan edinilen bilgiye göre, Rusya’da üç ay öncesine dek bütün kurumlar, Türk vatandaşlarına vizenin kaldırılması konusunda olumsuz görüş bildirmişti. Gizli servis ile güvenlik kuruluşları, Çeçenistan sorunu gibi gerekçelerle vizelerin kaldırılmasının terör ve organize suç örgütlerinin hareketliliğini artıracağından ‘güvenlik sorunu’ yaratabileceğine dikkat çekerken, Türklerin turizm amaçlı gelmeyeceğini savunan bazı kuruluşlar, “Eş bulmak için akın edecekler, sosyal sorunlara kapı aralanır” diyerek vizenin kaldırılmasını istememişti. Buna karşın Türk tarafı, mevcut durumda 35-40 bin kişinin Rusya’ya seyahat ettiğini, bu rakamın 5 kat artsa bile Rusya için sorun yaratmayacağını vurgulayarak Moskova’yı ikna etmeye çalışmıştı. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Vladimir Putin nezdinde bastırmasına karşın Rusya Türk tarafını geçiştirmeyi tercih etmişti. Ancak Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev’in son Ankara ziyaretinde iki ülke vize anlaşması imzaladı.

Vize hâlâ var

Medvedev ziyaretinden sonra bütün yetkililer vizenin kalktığına dair açıklamalar yaptı. Bu durum, birçok vatandaşın Rusya’ya vizesiz gitmeye çalışması ve konsoloslukları ‘vizesiz gidebilir miyiz’ diye soru yağmuruna tutmasına neden oldu.

Yetkililer, iki ülkenin anlaşmayı imzaladığını, ancak sürecin henüz tamamlanmadığına dikkat çekerek, süreç tamamlanıncaya dek Türklerin Rusya’ya vizesiz gitmeye çalışmamasını istediler.

Türkiye ile Rusya arasındaki anlaşmanın yürürlüğe girmesi için, Türkiye’nin Rusya’ya, Türkiye üzerinden gidecek mültecileri geri kabul edeceğine dair taahhüdünü içeren ‘geri kabul anlaşmasını’ imzalaması gerekiyor. Rusya’nın bu tür formaliteleri yerine getirmek için Türkiye’nin nükleer santral konusundaki adımlarına bakacağı da ifade edildi. Moskova, Nükleer santral anlaşmasının (Temmuz 2011’de yapılacak) genel seçimlerden önce TBMM’den geçmesini bekliyor.

Nükleer santralın şifreleri

Rusya’nın bu kadar karşı oldukları bir anlaşmaya, nükleer santral konusunda istediklerini aldığı için imza attığı yorumları yapılıyor. Türkiye’de çok tartışılmasa da Rusya, Nükleer santral anlaşması ile şu avantajları elde etti:

* Rusya, yüzlerce yıllık ‘sıcak denizlere inme’ arayışlarını Mersin’de Akdeniz kıyısında 60 yıllığına sahip olacağı bir nükleer güç santralı kurarak gerçekleştiriyor.

* Rusya, bir NATO ülkesinde ve kendi bölgesi (Bağımsız Devletler Topluluğu) dışında kendine ait bir nükleer santral kurarak ABD ve Avrupa Birliği ülkelerine gol atmış olacak. Rosatom’un Başkanı Sergey Kiriyenko anlaşmanın imzalandığı gün, NATO topraklarında bir santral sahibi olacaklarına dikkat çekerek, “Rusya daha önce kendi toprakları dışında bir nükleer güç santralına sahip olmamıştı” demişti.

* Rusya, petrol ve doğalgaz satışları nedeniyle kendisine bağımlı hale getirdiği Türkiye’yi elektrik üretiminde de kendisine bağladı (Doğalgaz çevrim santralları nedeniyle mevcut durumda da elektrik üretiminde bağımlılık var, nükleerle bu bağımlılık pekişecek)

* Rusya, 15 yıl boyunca devlete 12.5 sentten elektrik satacak. Santralın 2017’de tamamlanacağı varsayılırsa, o tarihten itibaren 2032’ye dek elektrik fiyatları 3 sente düşse bile Türkler Rus nükleer santralından 12.5 sente elektrik almak zorunda kalacak. Ruslar, 2017’den 2070 yılına dek serbest piyasaya elektrik satmayı sürdürecek.

Rusların insafı

* Türkiye’den bir ortak seçme, ya da tek başına hareket etme gibi detaylar tamamen Rus şirketin insafına bırakıldı. Türkiye’de işsizlik en üst seviyede olsa da Rusya, inşaat sürecinde binlerce Rusu istihdam edebilecek.

Nükleer avantajlara karşın vizeyi kaldırmayı taahhüt eden Rusya’nın Medvedev’in son ziyaretinde Samsun Ceyhan petrol boru hattına petrol sağlamak konusunda somut bir adım atmadığı öğrenildi.

Yıldız: Sinop için Kore

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Atina’da Anadolu Ajansı’na yaptığı açıklamada, Sinop ile ilgili çalışma gruplarının, kısa bir sürede bu anlaşmayı belli bir olgunluk seviyesine getirmeye çalışacaklarını anlattı. Mutabık kalınması, ortak bir nokta bulunması halinde, bir hedef fiyat uygulamasına ulaşılması halinde anlaşma yapacaklarını belirten Yıldız, “Sinopta nükleer santral yapılması konusunda çalışıyoruz. Şu anda çalışmalar seviyeli ve verimli gidiyor. Şartların uygun olması halinde, Güney Kore ile nükleer santral anlaşması yapacağız” dedi.

Çeşitlendirme amacı

Nükleer santralın yapımında yalnızca bir ülkeyle sınırlı olmadıklarını belirten Yıldız, yapım ve finansman açısından başka tekliflere de açık olduklarını belirterek, “eğer başka teklifler alırsak bunları da değerlendiririz” dedi. Nükleer enerjide çeşitlendirmeye gitmeyi hedeflediklerinin altını çizen Yıldız, enerjide stratejik açıdan, tek bir teknoloji yerine, çeşitlendirmeyi amaçladıklarını ifade etti.

Nükleer güç santrallarının Türkiye’nin enerji politikalarının önemli kalemlerinden biri olduğunu vurgulayan Yıldız, öncelikle iki santral yapımına odaklanacaklarını söyledi. Yıldız, “şu aşamada, Türkiye’nin gündeminde iki nükleer santral yapımı bulunmaktadır, daha fazlası değil” dedi.

DENİZ ZEYREK
17.5.2010 Radikal

12 Mayıs 2010 Çarşamba

"Çevre Bakanı Doğanın Seri Katilidir!"

Akdeniz Üniversitesi tarafından bu yıl Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’na verileceği açıklanan ‘çevre özel ödülü’, çevre örgütlerini ayağa kaldırdı. Doğa Derneği Genel Müdürü Güven Eken, Antalya çevresinde Bakan Eroğlu imzasıyla dere katliamları yapıldığını belirterek, ‘Eroğlu doğanın seri katilidir’ sözleriyle ödüle sert tepki gösterdi.

Akdeniz Üniversitesi Çevre Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (AKÇAM) ve A.Ü Mühendislik Fakültesi’nin birlikte verdiği ‘Çevre Hizmet Ödülleri’ 19 Nisan’da açıklandı. Ancak merkezin kişi ve kurumların dışında verdiği ‘özel ödül’ün, bu yıl ‘AB'ye tam üyelik sürecinde çevre başlığının açılması için gösterdiği üstün gayretlerden dolayı’ Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’na verileceğini açıklaması tartışma yarattı. Doğa Derneği Genel Müdürü Güven Eken, AKÇAM yöneticilerini sert bir dille eleştirerek, “Bakan Eroğlu, Türkiye doğasının tarih boyunca karşılaştığı en büyük yıkımı gerçekleştiren insandır” dedi. TTKD Antalya Şube Başkanı Hediye Gündüz ise Bakan Eroğlu’nun HES’ler nedeniyle Antalya ve ülke genelinde kesilecek milyonlarca ağacın ahını aldığını belirterek ödülün şükran duygusuyla alay etmek anlamına geldiğini söyledi.

ÖDÜL, KATLİAMCILARIN İŞİ!

Akdeniz Üniversitesi Çevre Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (AKÇAM) ve A.Ü Mühendislik Fakültesi’nin her yıl ortaklaşa verdikleri Çevre Hizmet Ödülleri çevre örgütlerinin sert tepkisini çekti. Merkezin, bu yıl vereceği özel ödülün, ‘AB sürecinde çevre başlığını eklediği için’ Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’na verileceğini açıklamasının ardından AKÇAM’ı sert dille eleştiren Doğa Derneği Genel Müdürü Güven Eken, Bakan Eroğlu’nun bütün dereleri inşaat makinelerine açtığını ve çok sayıda gölün kurumasına neden olduğunu öne sürerek, “Eroğlu doğanın seri katilidir. Bir katile ödül vermek ancak katliamcıların işi olabilir” dedi.

Bakan Eroğlu’nun, korunan alanları madencilere açarak Anadolu kırsalını insansızlaştırdığını ve ormanların yağmalanmasına sessiz kaldığını savunan Eken, “Akdeniz Üniversitesi Çevre Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi zaten daha önceki yıllarda doğayı katleden başka insanlara ödül vererek gerçek niyetini ortaya koymuştur. Bu ödülle merkez, adının içinde geçen hiçbir kelimeyle uyumlu hareket etmeyen bir yapı olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Bu merkezi yönetenlerin Antalya çevresinde Bakan Eroğlu imzasıyla gerçekleştirilen dere katliamlarını yerinde görmelerini tavsiye ederim. O zaman yaptıkları hareketin ne kadar yüz kızartıcı olduğunu belki onlar da anlar” şeklinde konuştu.

İKTİDARA ŞİRİN GÖRÜNMEK AMACINI TAŞIYOR

11 Mayıs’ta verileceği açıklanan ödülle ilgili konuşan Yeşil Sol Hareketi’nden Ender Eren ise Bakan Eroğlu’nun AB sürecinde çevre başlığının açılmasıyla ilgili olarak çevre örgütlerini dışlayan antidemokratik bir tutum sergilediğini savundu. Verilen ödülün iktidara şirin görünmek amacını taşıdığını iddia eden Eren, “böyle bir ödül verilmesini yüz kızartıcı bulduğumu belirterek kınıyorum. Çevreciler bu tür menfaat ilişkileriyle verilen ödülleri çok iyi biliyorlar” diye konuştu.

DERELER AFFETMEYECEK

Türkiye Tabiatını Koruma Derneği (TTKD) Antalya Şube Başkanı Hediye Gündüz de Bakan Eroğlu’na verilen ödülün bilimi inkâr etmek anlamına geldiğini söyledi. Gündüz, ödülün

Türkiye’nin 12 bin endemik türünü göz ardı ederek şükran duygusuyla alay edildiğini dile getirdi. Türkiye’de HES kurulması planlanan 1700 derenin Bakan Eroğlu ve Akdeniz Üniversitesi’ni affetmeyeceğini öne süren Gündüz, ödülle merkezin saygınlığının zedelendiğini ifade etti.

ÜNİVERSİTE’NİN TAVRI ETİK DEĞİL

Ekoloji Kolektifi adına konuşan Av. Fevzi Özlüer ise girişimin üniversitelerin siyasal iktidardan bağımsızlığını tehdit ettiğini öne sürerek, “bugün ülkemizde pek çok HES projesi plansız biçimde yürütülmekte ve buna karşı da yüzlerce dava bakanlığa karşı açılmaktadır. Bu davlarda da dosyalar üniversitelerdeki bilirkişilere gitmektedir. Özelikle Akdeniz bölgesinde pek çok HES, taşocağı gibi büyük projeler konusunda üniversitenin akademik ve nesnel, demokratik özerk tavrını göz önünde bulundurularak bu dava dosyaları Akdeniz Üniversitesi tüzel kişiliğine gönderilmektedir. Bu durumda yurttaşa ve devlete karşı üniversitenin, en azından eşit uzaklıkta olması beklenir. Bu konuda üniversitenin tavrını etik bulmuyoruz” ifadelerini kullandı.

AKÇAM’ın tartışma yaratan ödüllerin çeşitli başlıklar altında bu yıl Fikret Otyam, İÇDAŞ A.Ş, Koç Holging, Ömer Önder, Pharma Vision, ASAT, Erdoğan Kahya, Prof. Dr. Necmettin Çepel, Prof. Dr. Sücaattin Kırımhan ve TRT Antalya Radyosu gibi kişi ve kurumlara verileceği açıklandı.

YUSUF YAVUZ / AÇIK GAZETE
11.5.2010 acikgazete.com

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Bu işte bir 'tilki'lik var



Dernek üyeleri, fakülte hastanesine nöbetleşe giderek ameliyat olan tilkiye yemeğini veriyordu. 30 Mart’ta sırası gelen Aksoy’un kafesinde göremediği tilki, o günden beri kayıp...


Hayvanseverlerin Maslak'ta ormanlık alanda bulup tedavi edilmesi için İÜ Veterinerlik Fakültesi'ne teslim ettiği yaralı tilki, 28 gün sonra sırra kadem bastı. Hayvanseverler kızgın, bir öğretim üyesiyse 'Kürkünü alıp giyecek halim yok!' diyor.


Hayvanseverlerin Maslak’ta ormanlık alanda bulduğu bir tilki tedavi edilmek üzere İstanbul Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi’ne teslim edildi. Araba çarpması sonucu yaralanan tilki tedavi altına alındı ancak 28 gün fakülte hastanesinde kaldıktan sonra, aniden sırra kadem bastı. Olayı öğrenen hayvanseverler durumu savcılığa kadar götürdü ancak tilkiden haber yok. Tedavi gördüğü klinikteki veterinerlik fakültesi öğrencileri de tilkinin çalındığını söylüyor.

Hayvanların Yaşam Haklarını Koruma Derneği’nden (HYHKD) Eva Aksoy, bir arkadaşının haber vermesi üzerine Maslak’ta yol kenarında yaralı bir tilki buldu. Aksoy, yaralı hayvanı önce bir veterinere, sonra belediyeye, ardından il çevre müdürlüğüne götürdü. Ancak bir sonuç alamadı.


‘28 gün sonra kayboldu’

İstanbul Üniversitesi’nin (İÜ) Avcılar’daki kampüsünde bulunan Veterinerlik Fakültesi’ne başvurup yaralı tilkinin cerrahi bölümünde tedaviye alınmasını sağlayan Aksoy, “Hayvanı bulduğumuzda çok kötü durumdaydı. Çamur içindeydi. Arka ayaklarını kıpırdatamıyordu. Bizi gördüğünde ön ayaklarıyla kaçmaya çalıştı. İÜ Veterinerlik Fakültesi’nden öğretim üyesi Serhat Özsoy tilkiyi tedaviye aldı. Biz tüm masraflarını ve ihtiyaçlarını karşılayacağımızı söyledik. Özsoy önce bize felç kalır gerekçesiyle ‘Uyutalım’ dedi. Kabul etmedik, bakabileceğimizi söyledik ve tilki tedaviye alındı” diye anlatıyor.


Dernek üyeleri, tedavi süresince nöbetleşe fakülte hastanesine giderek ameliyat olan tilkiye yemeğini veriyordu. Aksoy’un sırası 30 Mart’taydı. Fakülteye gittiğinde tilkinin kafesinde olmadığını gördü: “İl Çevre Müdürlüğü’nden, ‘Tilkinin bu haliyle doğal ortamda yaşayamayacağını, yer temin edilmesini’ talep ettik, Belgrad Ormanları’nda bir yer yapılacağı söylendi. Ancak hastaneye gittiğimde tilkinin yerinde olmadığını gördüm. Kimse de nerede olduğunu bilmiyordu.”


HYHKD, Veterinerlik Fakültesi Dekanlığı’na hemen tilkinin kaybolduğunu belirten bir yazı yazarak hayvanın durumunu sordu. Dekan Prof. Dr. Halil Güneş imzalı, 7 Nisan tarihli cevap yazıda, ‘Bir inceleme komisyonu kurulduğu ve konunun araştırıldığı’ belirtildi. Dernek üyeleri, Küçükçekmece Savcılığı’na da suç duyurusunda bulundu. Savcılık dilekçesinde, ‘Veteriner Fakültesi Hastanesi Cerrahi Bölümü’ndeki kabul edilemez sorumsuzluk ve ihmal sonucunda ortadan yok edilen yatar hasta erkek tilkiyi kaçıranların/kaybedenlerin tespit edilip tilkinin ve olay faillerinin bulunması için gerekli sorgulamanın yapılması’ talep edildi.


Dilekçe İÜ Rektörlüğü’ne ve Çevre ve Orman Bakanlığı’na da gönderildi.


HYHKD, tilkinin kaybolduğunu il çevre müdürlüğüne de bildirdi. Cevap olarak veterinerlik fakültesinin tilkinin kaybolduğunu sözlü olarak bildirdiğini ancak yazılı yanıt verilmediğini kaydetti.


Fakülteye tedavi için yatırılan tilkinin akıbetini araştırmak için Radikal ekibi olarak biz de hastaneye gittik. Tilkinin tedavi altındaki bir karacayla yan yana duran kafesine baktık ancak tilki gerçekten de kayıptı! Fakültenin öğrencileri de olaydan haberdar. Hatta biri tilkinin çalındığını söylüyor.


‘Kürkünü mü giyeceğim!’

Öğrenciler ayrıca tilkinin sorumluluğunun Vahşi Yaşamı Araştırma ve Koruma Kulübü’nün (VAŞAK) kontrolünde olduğunu belirtiyor.


VAŞAK’ın Başkanı da olan öğrenci Ümit Kahraman, açıklama yapamayacağını, sorumluluğun öğretim üyelirinden Prof. Dr. Serhat Özsoy’da olduğunu söylüyor. Özsoy’sa “Kürkünü alıp giyecek halim yok, kim getirdiyse onlar çaldırmıştır!” diyerek sorularımızı cevaplamamayı tercih ediyor. Konuyu sorduğumuz İstanbul Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi Dekanı Halil Güneş de haberin yayımlandığı saate kadar olay hakkında bir açıklama yapmadı.


Kaynak: Radikal